KÖK KELİMELER DİZİNİ
Ha-Vav-Ta
ح و ط
To guard/keep, keep safely/protect/take care of a person or thing, defend a person or thing, pay frequent attention to a person or thing, to mind or be regardful of one's things, have compassion or affection for a person, to undertake/superintend/manage one's affairs, retire to a distance, to leave and go against, take care of and preserve (the tie of kindred), draw towards oneself or compress and guard one's possession, to surround/encompass a thing, build a wall around a thing, have within one's compass or power and care a thing or affair, monopolize a thing, endeavour to induce a person to turn or incline, endeavour to turn a person by deceit or guile (namely in a matter that he desired of him and which he refused him), surround/encompass/environ/enclose/hemm in a person or thing, to encircle or beset the sides of a person or thing, to have something or someone in one's grasp or power, to destroy or cause destruction, beset a thing on every side (and leaving no escape), to take a thing entirely to oneself and debar others from it, to comprehend or know a thing altogether or in all its modes or circumstances, to know a thing extrinsically and intrisically, attain the utmost particular of a thing, have a comprehensive and complete knowledge of a thing, to pursue a course or thing by prudence or precaution or good judgement, to use precaution, take the sure course, to seek the most successful means, take the surest method.
Kur'an'da bu kökten türetilmiş
kelimeler toplamda
28 kez geçiyor.
Gövde(ler)
17
kez
أَحَاطَ
|
9
kez
مُحِيط
|
2
kez
مُحِيطَة
|

işaretine tıklayarak ilgili ayetin alternatif meallerine ve içerdiği diğer kelimelerin köklerine gidebilirsiniz.
أَحَاطَ
2:81
وَأَحَاطَتْ
ve eHāTat
ve kuşatmış olursa
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Dişil, Tekil
Geçmiş Zaman
بَلَىٰ مَنْ كَسَبَ سَيِّئَةً وَأَحَاطَتْ بِهِ خَطِيئَتُهُ فَأُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
İş onların sandığı gibi değil. Kötülük ve çirkinlik kazanan, suçu kendisini kuşatmış olan kişiler, ateşin dostudurlar. Sürekli kalacaklardır orada.
|
أَحَاطَ
2:255
يُحِيطُونَ
yuHīTūne
kavrayamazlar
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ ۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ ۚ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۚ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ ۖ وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ ۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ ۖ وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا ۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ
Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm(nevmun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhus semâvâti vel ard(arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huvel aliyyul azîm(azîmu).
Allah´tan başka ilâh yok. Hayy´dır O, sürekli diridir; Kayyûm´dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O´na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O´nun dur. O´nun huzurunda, bizzat O´nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O´nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O´nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O´na hiç de zor gelmez. Aliy´dir O, yüceliği sınırsızdır; Azîm´dir O, büyüklüğü sınırsızdır.
|
أَحَاطَ
10:22
أُحِيطَ
uHīTa
kuşatıldıklarına
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
هُوَ الَّذِي يُسَيِّرُكُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا كُنْتُمْ فِي الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِرِيحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَاءَتْهَا رِيحٌ عَاصِفٌ وَجَاءَهُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ أُحِيطَ بِهِمْ ۙ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ لَئِنْ أَنْجَيْتَنَا مِنْ هَٰذِهِ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ
Huvellezî yuseyyirukum fîl berri vel bahr(bahri), hattâ izâ kuntum fîl fulk(fulki), ve cereyne bihim bi rîhin tayyibetin ve ferihû bihâ câethâ rîhun âsifun ve câehumul mevcu min kulli mekânin ve zannû ennehum uhîta bihim deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), le in enceytenâ min hâzihî le nekûnenne mineş şâkirîn(şâkirîne).
O yürütüyor sizi karada ve denizde. Diyelim, gemidesiniz: Gemiler, içindekileri latîf bir rüzgârla götürüyorlar. İçerdekiler ferah ve sevinç duymaktalar. Birden korkunç bir kasırga geliverdi. Her taraftan dalgalar üzerlerine çullandı. Çepeçevre kuşatıldıklarını düşünüp dini yalnız Allah´a özgüleyerek duaya koyuldular: "Eğer bizi şu durumdan kurtarırsan, yemin olsun, sana şükredenlerden olacağız."
|
أَحَاطَ
10:39
يُحِيطُوا
yuHīTū
kavrayamadıkları
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
بَلْ كَذَّبُوا بِمَا لَمْ يُحِيطُوا بِعِلْمِهِ وَلَمَّا يَأْتِهِمْ تَأْوِيلُهُ ۚ كَذَٰلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ۖ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ
Bel kezzebû bimâ lem yuhîtû bi ilmihî ve lemmâ ye´tihim te´vîluh(te´vîluhu), kezâlike kezzebellezîne min kablihim fanzur keyfe kâne âkibetuz zâlimîn(zâlimîne).
Hayır, düşündükleri gibi değil. Onlar, ilmini kuşatamadıkları ve yorumu kendilerine hiç gelmemiş bir şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamıştı. Bak da gör nasıl olmuştur zalimlerin sonu!
|
أَحَاطَ
12:66
يُحَاطَ
yuHāTa
kuşatılıp engellenmeniz
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
قَالَ لَنْ أُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتَّىٰ تُؤْتُونِ مَوْثِقًا مِنَ اللَّهِ لَتَأْتُنَّنِي بِهِ إِلَّا أَنْ يُحَاطَ بِكُمْ ۖ فَلَمَّا آتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللَّهُ عَلَىٰ مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
Kâle len ursilehu meakum hattâ tu’tûni mevsikan minallâhi le te’tunnenî bihî illâ en yuhâta bikum, fe lemmâ âtevhu mevsikahum kâlallâhu alâ mâ nekûlu vekîl(vekîlun).
Yakub dedi: "Hepinizin çepeçevre kuşatılması müstesna, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah´tan bir garanti vermedikçe, onu sizinle asla göndermem." Kardeşler ona garanti verince şöyle dedi: "Şu söylediğinize Allah Vekîl´dir."
|
أَحَاطَ
17:60
أَحَاطَ
eHāTa
kuşatmıştır
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ ۚ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤْيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْآنِ ۚ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلَّا طُغْيَانًا كَبِيرًا
Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bin nâs(nâsi), ve mâ cealner ru’yâlletî ereynâke illâ fitneten lin nâsi veş şeceretel mel’ûnete fîl kur’ân(kur’âni), ve nuhavvifuhum fe mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâ(kebîren).
Hani, sana: "Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır." demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur´an´da lanetlenmiş bulunan o ağacı/soyu da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik. Biz onları korkutuyoruz ama bu onların kudurganlığını artırmaktan başka bir katkı sağlamıyor.
|
أَحَاطَ
18:29
أَحَاطَ
eHāTa
kuşatmıştır
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ ۖ فَمَنْ شَاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَاءَ فَلْيَكْفُرْ ۚ إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلظَّالِمِينَ نَارًا أَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَا ۚ وَإِنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَ ۚ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقًا
Ve kulil hakku min rabbikum fe men şâe fel yu´min ve men şâe fel yekfur innâ a´tednâ liz zâlimîne nâren ehâta bihim surâdikuhâ, ve in yestegîsû yugâsû bi mâin kel muhli yeşvîl vucûh(vucûhe), bi´seş şerab(şerabu) ve sâet murtefekâ(murtefekan).
Ve de ki: "Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." Biz, zalimler için öyle bir ateş hazırladık ki, çadırı/duvarı/dumanı onları çepeçevre kuşatmıştır. Eğer yardım dileseler, erimiş maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına koşulur. O ne kötü içecek, o ne kötü sığınak/dayanak!
|
أَحَاطَ
18:42
وَأُحِيطَ
ve uHīTa
derken yok edildi
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَأُحِيطَ بِثَمَرِهِ فَأَصْبَحَ يُقَلِّبُ كَفَّيْهِ عَلَىٰ مَا أَنْفَقَ فِيهَا وَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلَىٰ عُرُوشِهَا وَيَقُولُ يَا لَيْتَنِي لَمْ أُشْرِكْ بِرَبِّي أَحَدًا
Ve uhîta bi semerihî fe asbeha yukallibu keffeyhi alâ mâ enfeka fîhâ ve hiye hâviyetun alâ urûşihâ ve yekûlu yâ leytenî lem uşrik bi rabbî ehadâ(ehaden).
Derken bütün ürününe el kondu. Bağ sahibi, çardakları üzerine çökmüş bulunan bağ için harcadıklarına vahlanarak avuçlarını ovuşturuyor ve şöyle diyordu: "Ne olurdu, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım!"
|
أَحَاطَ
18:68
تُحِطْ
tuHiT
kavrayamadığın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَكَيْفَ تَصْبِرُ عَلَىٰ مَا لَمْ تُحِطْ بِهِ خُبْرًا
Ve keyfe tesbiru alâ mâ lem tuhıt bihî hubrâ(hubren).
"Havsalanın almadığı bir şeye nasıl dayanacaksın?"
|
أَحَاطَ
18:91
أَحَطْنَا
eHaTnā
biliyorduk
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
كَذَٰلِكَ وَقَدْ أَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْرًا
Kezâlik(kezâlike), ve kad ehatnâ bimâ ledeyhi hubrâ(hubren).
İşte böyle! Biz onun yanında olan her şeyi bilgimizle kuşatmıştık.
|
أَحَاطَ
20:110
يُحِيطُونَ
yuHīTūne
onlar ise kavrayamazlar
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يُحِيطُونَ بِهِ عِلْمًا
Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yuhîtûne bihî ılmâ(ılmen).
Onların önden gönderdiklerini de arkada bıraktıklarını da bilir, ama onlar O´nu ilimle kuşatamazlar.
|
أَحَاطَ
27:22
أَحَطْتُ
eHaTtu
ben gördüm
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Tekil
Geçmiş Zaman
فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ
Fe mekese gayre baîdin fe kâle ehattu bi mâ lem tuhıt bihî ve ci’tuke min sebein bi nebein yakîn(yakînin).
Az sonra Hüdhüd gelip şöyle dedi: "Senin fark edemeyeceğin bir şeyi fark ettim ve sana Sabâ´dan parlak bir haber getirdim."
|
أَحَاطَ
27:22
تُحِطْ
tuHiT
senin görmediğin
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ
Fe mekese gayre baîdin fe kâle ehattu bi mâ lem tuhıt bihî ve ci’tuke min sebein bi nebein yakîn(yakînin).
Az sonra Hüdhüd gelip şöyle dedi: "Senin fark edemeyeceğin bir şeyi fark ettim ve sana Sabâ´dan parlak bir haber getirdim."
|
أَحَاطَ
27:84
تُحِيطُوا
tuHīTū
anlamadığınız halde
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوا قَالَ أَكَذَّبْتُمْ بِآيَاتِي وَلَمْ تُحِيطُوا بِهَا عِلْمًا أَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Hattâ izâ câû kâle e kezzebtum bi âyâtî ve lem tuhîtû bihâ ılmen em mâzâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Geldiklerinde Allah onlara: "Ayetlerimizi, ilminiz onları kuşatmadığı halde inkâr mı ettiniz yoksa ne yapıyordunuz?" der.
|
أَحَاطَ
48:21
أَحَاطَ
eHāTa
kuşatmıştır
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَأُخْرَىٰ لَمْ تَقْدِرُوا عَلَيْهَا قَدْ أَحَاطَ اللَّهُ بِهَا ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرًا
Ve uhrâ lem takdirû aleyhâ kad ehâtallâhu bihâ, ve kânallâhu alâ kulli şey’in kadîrâ(kadîren).
Sizin güç yetireceğiniz başka ganimetler de vardır. Allah onları kuşatmış bulunuyor. Allah, her şey üzerinde Kadîr´dir.
|
أَحَاطَ
65:12
أَحَاطَ
eHāTa
kuşatmış bulunduğunu
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ وَمِنَ الْأَرْضِ مِثْلَهُنَّ يَتَنَزَّلُ الْأَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَأَنَّ اللَّهَ قَدْ أَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْمًا
Allâhullezî halaka seb´a semâvâtin ve minel ardı mislehunn(mislehunne), yetenezzelul emru beynehunne li ta´lemû ennallâhe alâ kulli şey´in kadîrun ve ennallâhe kad ehâta bi kulli şey´in ilmâ(ilmen).
Allah O´dur ki, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yaratmıştır. Emir/iş ve oluş onlar arasında sürekli iner ki, Allah´ın her şeye kadir olduğunu ve Allah´ın bilgi bakımından her şeyi kuşattığını bilesiniz.
|
أَحَاطَ
72:28
وَأَحَاطَ
ve eHāTa
ve kuşatmıştır
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
لِيَعْلَمَ أَنْ قَدْ أَبْلَغُوا رِسَالَاتِ رَبِّهِمْ وَأَحَاطَ بِمَا لَدَيْهِمْ وَأَحْصَىٰ كُلَّ شَيْءٍ عَدَدًا
Li ya’leme en kad eblegû rısâlâti rabbihim ve ehâta bimâ ledeyhim ve ahsâ kulle şey’in adedâ(adeden).
Ki onların, Rablerinin elçiliklerini hedefine tam ulaştırdıklarını bilsin. Allah, onların katında bulunan şeyleri kuşatmış ve her şeyi inceden inceye sayıya bağlamıştır.
|
مُحِيط
2:19
مُحِيطٌ
muHīTun
tamamen kuşatmıştır
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril
Merfû` İsim
Belirsiz
أَوْ كَصَيِّبٍ مِنَ السَّمَاءِ فِيهِ ظُلُمَاتٌ وَرَعْدٌ وَبَرْقٌ يَجْعَلُونَ أَصَابِعَهُمْ فِي آذَانِهِمْ مِنَ الصَّوَاعِقِ حَذَرَ الْمَوْتِ ۚ وَاللَّهُ مُحِيطٌ بِالْكَافِرِينَ
Ev ke sayyibin mines semâi fîhi zulumâtun ve ra’dun ve berk(berkun), yec’alûne esâbiahum fî âzânihim mines savâiki hazaral mevt(mevti), vallâhu muhîtun bil kâfirîn(kâfirîne).
Yahut gökten boşalan bir yağmur haline benzer ki onda karanlıklar var, bir gök gürlemesi var, bir şimşek var. Yıldırımlar yüzünden ölüm korkusuyla parmaklarını kulaklarına tıkarlar. Allah Muhît´dir, küfre sapanları çepeçevre kuşatmıştır.
|
مُحِيط
3:120
مُحِيطٌ
muHīTun
kuşatmıştır
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril
Merfû` İsim
Belirsiz
إِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَا ۖ وَإِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لَا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا ۗ إِنَّ اللَّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
İn temseskum hasenetun tesû’hum, ve in tusibkum seyyietun yefrahû bihâ ve in tasbirû ve tettekû lâ yadurrukum keyduhum şey’a(şey’en), innallâhe bi mâ ya’melûne muhît(muhîtun).
Size bir iyilik dokunsa bu onları rahatsız eder. Size bir kötülük dokunsa bununla sevinir, ferahlarlar. Eğer sabreder, sakınır/korunursanız onların tuzakları size hiçbir şekilde zarar veremez. Allah Muhît´tir, yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatmıştır.
|
مُحِيط
4:108
مُحِيطًا
muHīTen
kuşatmıştır
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللَّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضَىٰ مِنَ الْقَوْلِ ۚ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا
Yestahfûne minen nâsi ve lâ yestahfûne minallâhi ve huve meahum iz yubeyyitûne mâ lâ yerdâ minel kavl(kavli) ve kânallâhu bi mâ ya’melûne muhîtâ(muhîtan).
İnsanlardan gizleniyorlar/gizliyorlar da Allah´tan gizlenmiyorlar/gizlemiyorlar. Oysaki O, O´nun hoşlanmadığı sözü gece boyu sarfederlerken onlarla beraberdir. Allah, onların yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatmıştır.
|
مُحِيط
4:126
مُحِيطًا
muHīTen
kuşatmıştır
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
وَلِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۚ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُحِيطًا
Ve lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kânellâhu bi kulli şey’in muhîtâ(muhîtan).
Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah´ındır. Allah Muhît´tir, her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.
|
مُحِيط
8:47
مُحِيطٌ
muHīTun
kuşatmıştı
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril
Merfû` İsim
Belirsiz
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَرًا وَرِئَاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ ۚ وَاللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
Ve lâ tekûnû kellezîne harecû min diyârihim bataran ve riâen nâsi ve yasuddûne an sebîlillâh(sebîlillâhi), vallâhu bimâ ya´melûne muhît(muhîtun).
İnsanlara çalım satarak, gösteriş yaparak yurtlarından çıkan ve Allah yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatmıştır.
|
مُحِيط
11:84
مُحِيطٍ
muHīTin
çepeçevre kuşatıcı
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril
Mecrûr İsim
Belirsiz
وَإِلَىٰ مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا ۚ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ ۚ إِنِّي أَرَاكُمْ بِخَيْرٍ وَإِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُحِيطٍ
Ve ilâ medyene ehâhum şuaybâ(şuayben), kâle yâ kavmi’budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh(gayruhu), ve lâ tenkusûl mikyâle vel mîzâne innî erâkum bi hayrin ve innî ehâfu aleykum azâbe yevmin muhît(muhîtin).
Medyen´e, kardeşleri Şuayb´ı göndermiştik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah´a kulluk edin. O´ndan başka tanrınız yok sizin. Eksik ölçüp yanlış tartmayın. Sizi nimet, bereket içinde görüyorum, ama sizin için sarıp kuşatan bir günün azabından da korkuyorum."
|
مُحِيط
11:92
مُحِيطٌ
muHīTun
kuşatmıştır
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril
Merfû` İsim
Belirsiz
قَالَ يَا قَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءَكُمْ ظِهْرِيًّا ۖ إِنَّ رَبِّي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ
Kâle yâ kavmi e rahtî eazzu aleykum minallâh(minallâhi), vettehaztumûhu verâekum zıhriyyâ(zıhriyyen), inne rabbî bi mâ ta’melûne muhît(muhîtun).
Dedi: "Ey toplumum! Sizce kabilem Allah´tan daha mı güçlü ve onurlu! Allah´ı arkanıza atıp dışlanmış hale getirdiniz. Rabbim, yapıp ettiklerinizi çepeçevre kuşatmıştır."
|
مُحِيط
41:54
مُحِيطٌ
muHīTun
kuşatmıştır
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril
Merfû` İsim
Belirsiz
أَلَا إِنَّهُمْ فِي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَاءِ رَبِّهِمْ ۗ أَلَا إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُحِيطٌ
E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey’in muhît(muhîtun).
Dikkat edin, onlar Rablerine kavuşma konusunda bir şüphe içindedirler. Gözünüzü açın! Allah Muhît´tir, herşeyi çepeçevre kuşatmıştır.
|
مُحِيط
85:20
مُحِيطٌ
muHīTun
kuşatmıştır
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril
Merfû` İsim
Belirsiz
وَاللَّهُ مِنْ وَرَائِهِمْ مُحِيطٌ
Vallâhu min verâihim muhît(muhîtun).
Allah ise onları arkalarından kuşatmış bulunuyor.
|
مُحِيطَة
9:49
لَمُحِيطَةٌ
lemuHīTatun
kuşatacaktır
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Dişil
Merfû` İsim
Belirsiz
وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ ائْذَنْ لِي وَلَا تَفْتِنِّي ۚ أَلَا فِي الْفِتْنَةِ سَقَطُوا ۗ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ
Ve minhum men yekûlu´zen lî ve lâ teftinnî, e lâ fîl fitneti sekatû, ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfîrin(kâfîrine).
İçlerinden bazısı: "Bana izin ver, beni fitneye düşürme." der. Dikkat edin, fitnenin ta içine kendileri düşmüşlerdir. Ve cehennem o nankörleri elbette çepeçevre kuşatacaktır.
|
مُحِيطَة
29:54
لَمُحِيطَةٌ
lemuHīTatun
kuşatmış iken
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Dişil
Merfû` İsim
Belirsiz
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ
Yesta’cilûneke bil azâb(azâbi), ve inne cehenneme le muhîtatun bil kâfirîn(kâfirîne).
Azabı senden acele istiyorlar. Oysa cehennem, o küfre sapanları çepeçevre kuşatmış bulunuyor.
|
|