KUR'AN HARİTASI

 ANASAYFA  KUR'AN  KÖKLER  ETİMOLOJİ  İLETİŞİM 


KÖK KELİMELER DİZİNİ

    

Elif-Kh-Zal      ا خ ذ 

eline almak, elde etme, alma, kabul etme, zorla alma, esir alma, alınan, edinilen; türetilen-çıkarsanan, kabul edilmiş; bir antlaşmayı kabul etmek; sarsılmış-etkilenmiş; ustalık kazanmak, yok etmek, cezbetmek, büyülemek.

Türkçe’ye girmiş türevler: ahize, ahz, aksata, ittihaz, mehaz, muaheze

Kur'an'da bu kökten türetilmiş kelimeler toplamda 273 kez geçiyor.

Gövde(ler)

127 kez أَخَذَ
6 kez أَخْذ
3 kez اخِذ
3 kez مُتَّخِذ
9 kez يُؤَاخِذُ
1 kez ٱتِّخَاذ
124 kez ٱتَّخَذَ

işaretine tıklayarak ilgili ayetin alternatif meallerine ve içerdiği diğer kelimelerin köklerine gidebilirsiniz.


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:48     يُؤْخَذُ     yu'ḣaƶu     ve alınmaz
 
Fiil    Edilgen     3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْزِي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْئًا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا شَفَاعَةٌ وَلَا يُؤْخَذُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ

Vettekû yevmen lâ teczî nefsun an nefsin şey’en ve lâ yukbelu minhâ şefâatun ve lâ yu’hazu minhâ adlun ve lâ hum yunsarûn(yunsarûne).

Ve korkun o günden ki, hiç bir benlik bir başka benliğin herhangi bir şeyi için karşılık ödemez; hiç bir benlikten şefaat kabul edilmez, hiç bir benlikten fidye alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:55     فَأَخَذَتْكُمُ     feeḣaƶetkumu     derhal sizi yakalamıştı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَىٰ لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتَّىٰ نَرَى اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْكُمُ الصَّاعِقَةُ وَأَنْتُمْ تَنْظُرُونَ

Ve iz kultum yâ mûsâ len nu’mine leke hattâ nerallâhe cehreten fe ehazetkumus sâikatu ve entum tenzurûn(tenzurûne).

Siz şunu da söylemiştiniz: "Ey Mûsa! Biz, Allah´ı apaçık görmedikçe sana asla inanmayacağız." Bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı, Ve siz bakıp duruyordunuz.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:63     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     almıştık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(tûra) huzû mâ ateynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi leallekum tettekûn(tettekûne).

Hani, sizden şu şekilde kesin söz almış da Tûr´u üzerinize kaldırmıştık: "Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayıp zikredin ki, sakınabilesiniz."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:63     خُذُوا     ḣuƶū     tutun
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(tûra) huzû mâ ateynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi leallekum tettekûn(tettekûne).

Hani, sizden şu şekilde kesin söz almış da Tûr´u üzerinize kaldırmıştık: "Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlayıp zikredin ki, sakınabilesiniz."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:83     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     biz almıştık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لَا تَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبَىٰ وَالْيَتَامَىٰ وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا مِنْكُمْ وَأَنْتُمْ مُعْرِضُونَ

Ve iz ehaznâ mîsâka benî isrâîle lâ ta’budûne illâllâhe ve bil vâlideyni ihsânen ve zil kurbâvel yetâmâ vel mesâkîni ve kûlû lin nâsi husnen ve ekîmûs salâte ve âtûz zekât(zekâte), summe tevelleytum illâ kalîlen minkum ve entum mu’ridûn(mu’ridûne).

İsrailoğulları´ndan şöyle bir söz de almıştık: Allah´tan başkasına ibadet etmeyin, anne-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik ve güzellikle davranın. İnsanlara güzeli ve güzelliği söyleyin. Namazı kılın, zekâtı verin. Bütün bunlardan sonra siz, pek azınız müstesna, sırt çevirdiniz. Hâlâ da yüz çevirip duruyorsunuz.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:84     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     almıştık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ لَا تَسْفِكُونَ دِمَاءَكُمْ وَلَا تُخْرِجُونَ أَنْفُسَكُمْ مِنْ دِيَارِكُمْ ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ وَأَنْتُمْ تَشْهَدُونَ

Ve iz ehaznâ mîsâkakum lâ tesfikûne dimâekum ve lâ tuhricûne enfusekum min diyârikum summe ekrartum ve entum teşhedûn(teşhedûne).

Sizden şu sözü de almıştık: Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz. Birbirlerinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız. Bunu kabul etmiştiniz. Hâlâ da buna tanıklarsınız.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:93     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     almıştık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُوا ۖ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ ۚ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(tûra), huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vesmeû kâlû semi’nâ ve aseynâ ve uşribû fî kulûbihimul icle bi kufrihim kul bi’se mâ ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

Hani kesin söz almıştık sizden de Tûr´u üzerinize kaldırmıştık. "Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve dinleyin." demiştik. Şöyle demişlerdi: "Dinledik ve isyan ettik." İnkârları yüzünden gönüllerine buzağı içirildi. De ki: "Eğer inanan kişilerseniz, ne kötü şeydir size imanınızın emretmekte olduğu..."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:93     خُذُوا     ḣuƶū     tutun
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُوا ۖ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ ۚ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

Ve iz ehaznâ mîsâkakum ve refa’nâ fevkakumut tûr(tûra), huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vesmeû kâlû semi’nâ ve aseynâ ve uşribû fî kulûbihimul icle bi kufrihim kul bi’se mâ ye’murukum bihî îmânukum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

Hani kesin söz almıştık sizden de Tûr´u üzerinize kaldırmıştık. "Size verdiğimizi kuvvetlice tutun ve dinleyin." demiştik. Şöyle demişlerdi: "Dinledik ve isyan ettik." İnkârları yüzünden gönüllerine buzağı içirildi. De ki: "Eğer inanan kişilerseniz, ne kötü şeydir size imanınızın emretmekte olduğu..."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:206     أَخَذَتْهُ     eḣaƶethu     kendisini sürükler
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذَا قِيلَ لَهُ اتَّقِ اللَّهَ أَخَذَتْهُ الْعِزَّةُ بِالْإِثْمِ ۚ فَحَسْبُهُ جَهَنَّمُ ۚ وَلَبِئْسَ الْمِهَادُ

Ve izâ kîle lehuttekıllâhe ehazethul izzetu bil ismi fe hasbuhu cehennem(cehennemu), ve le bi’sel mihâd(mihâdu).

Ona, "Allah´tan kork" dendiğinde, gurur kendisini günaha götürür. Böylesine, cehennem yeter. Gerçekten ne kötü yataktır o.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:229     تَأْخُذُوا     te’ḣuƶū     geri almanız
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

الطَّلَاقُ مَرَّتَانِ ۖ فَإِمْسَاكٌ بِمَعْرُوفٍ أَوْ تَسْرِيحٌ بِإِحْسَانٍ ۗ وَلَا يَحِلُّ لَكُمْ أَنْ تَأْخُذُوا مِمَّا آتَيْتُمُوهُنَّ شَيْئًا إِلَّا أَنْ يَخَافَا أَلَّا يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ ۖ فَإِنْ خِفْتُمْ أَلَّا يُقِيمَا حُدُودَ اللَّهِ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا فِيمَا افْتَدَتْ بِهِ ۗ تِلْكَ حُدُودُ اللَّهِ فَلَا تَعْتَدُوهَا ۚ وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللَّهِ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

Et talâku merratân(merratâni), fe imsâkun bi ma’rûfin ev tesrîhun bi ihsân(ihsânin), ve lâ yahıllu lekum en te’huzû mimmâ âteytumûhunne şey’en illâ en yehâfâ ellâ yukîmâ hudûdallâh(hudûdallâhi), fe in hıftum ellâ yukîmâ hudûdallâhi, fe lâ cunâha aleyhimâ fî meftedet bih(bihî), tilke hudûdullâhi fe lâ ta’tedûhâ, ve men yeteadde hudûdallâhi fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).

Boşama iki kezdir. Bunun ardından ya iyilikle tutmak ya da güzelce serbest bırakmak gerekir. Onlara verdiğinizden bir şeyi geri almanız size helal olmaz. Erkekle kadının Allah´ın sınırlarını korumada endişe etmeleri hali başka. Erkek ve kadının Allah´ın sınırlarında duramayacaklarından endişe ederseniz, o zaman kadının verdiği fidyede ikisine de bir günah yoktur. İşte bunlar Allah´ın sınırlarıdır. Bunları aşmayın. Allah´ın sınırlarını aşanlar, işte onlar, zalimlerin ta kendileridirler.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:255     تَأْخُذُهُ     te’ḣuƶuhu     O’nu tutmaz
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ ۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ ۚ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۚ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ ۖ وَلَا يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ ۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ ۖ وَلَا يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا ۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ

Allâhu lâ ilâhe illâ huvel hayyul kayyûm(kayyûmu), lâ te’huzuhu sinetun ve lâ nevm(nevmun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fil ard(ardı), menzellezî yeşfeu indehû illâ bi iznih(iznihî) ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum, ve lâ yuhîtûne bi şey’in min ilmihî illâ bi mâ şâe, vesia kursiyyuhus semâvâti vel ard(arda), ve lâ yeûduhu hıfzuhumâ ve huvel aliyyul azîm(azîmu).

Allah´tan başka ilâh yok. Hayy´dır O, sürekli diridir; Kayyûm´dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O´na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O´nun dur. O´nun huzurunda, bizzat O´nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O´nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiç bir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O´nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O´na hiç de zor gelmez. Aliy´dir O, yüceliği sınırsızdır; Azîm´dir O, büyüklüğü sınırsızdır.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 2:260     فَخُذْ     feḣuƶ     o halde tut
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Emir Kipi      
    

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِي الْمَوْتَىٰ ۖ قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِنْ ۖ قَالَ بَلَىٰ وَلَٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْبِي ۖ قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَىٰ كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْيًا ۚ وَاعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

Ve iz kâle ibrâhîmu rabbî erinî keyfe tuhyil mevtâ kâle e ve lem tu’min kâle belâ ve lâkin li yatmainne kalbî kâle fe huz erbeaten minet tayri fe surhunne ileyke summec’al alâ kulli cebelin minhunne cuz’en summed’uhunne ye’tîneke sa’yâ(sa’yen), va’lem ennallâhe azîzun hakîm(hakîmun).

Hani İbrahim de şöyle yakarmıştı: "Rabb´im, göster bana, nasıl diriltiyorsun ölüleri?" "İnanmadın mı?" diye sordu. "İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için..." Allah dedi ki: "Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındır, alıştır. Sonra her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah Azîz´dir, Hakîm´dir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 3:11     فَأَخَذَهُمُ     feeḣaƶehumu     onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ۚ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ ۗ وَاللَّهُ شَدِيدُ الْعِقَابِ

Ke de’bi âli fir’avne, vellezîne min kablihim kezzebû bi âyâtinâ, fe ehazehumullâhu bi zunûbihim vallâhu şedîdul ıkâb(ıkâbi).

Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin durumu gibi. Ayetlerimizi yalanlamışlardı da Allah, onları günahları yüzünden yakalamıştı. Allah, cezayı çok şiddetli vermektedir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 3:81     أَخَذَ     eḣaƶe     almıştı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّينَ لَمَا آتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنْصُرُنَّهُ ۚ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَىٰ ذَٰلِكُمْ إِصْرِي ۖ قَالُوا أَقْرَرْنَا ۚ قَالَ فَاشْهَدُوا وَأَنَا مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِدِينَ

Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).

Ve unutma ki Allah, peygamberlerden mîsaklarını almış, şöyle demişti: "Size Kitap´tan ve hikmetten nasip verdim. Sonra size elinizdekini doğrulayıcı bir resul geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona muhakkak yardım edeceksiniz. Kabul ettiniz ve ağır yükümü üzerinize aldınız mı?". "Kabul ettik." dediler. "O halde tanık olun, sizinle beraber ben de tanıklardanım." dedi.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 3:81     وَأَخَذْتُمْ     ve eḣaƶtum     ve aldınız mı?
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ النَّبِيِّينَ لَمَا آتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِهِ وَلَتَنْصُرُنَّهُ ۚ قَالَ أَأَقْرَرْتُمْ وَأَخَذْتُمْ عَلَىٰ ذَٰلِكُمْ إِصْرِي ۖ قَالُوا أَقْرَرْنَا ۚ قَالَ فَاشْهَدُوا وَأَنَا مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِدِينَ

Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikmetin summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum le tu’minunne bihî ve le tensurunneh(tensurunnehu), kâle e akrartum ve ehaztum alâ zâlikum ısrî, kâlû akrarnâ, kâle feşhedû ve ene meakum mineş şâhidîn(şâhidîne).

Ve unutma ki Allah, peygamberlerden mîsaklarını almış, şöyle demişti: "Size Kitap´tan ve hikmetten nasip verdim. Sonra size elinizdekini doğrulayıcı bir resul geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona muhakkak yardım edeceksiniz. Kabul ettiniz ve ağır yükümü üzerinize aldınız mı?". "Kabul ettik." dediler. "O halde tanık olun, sizinle beraber ben de tanıklardanım." dedi.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 3:187     أَخَذَ     eḣaƶe     almıştı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَتُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلَا تَكْتُمُونَهُ فَنَبَذُوهُ وَرَاءَ ظُهُورِهِمْ وَاشْتَرَوْا بِهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۖ فَبِئْسَ مَا يَشْتَرُونَ

Ve iz ehazallâhu mîsâkallezîne ûtûl kitâbe le tubeyyinunnehu lin nâsi ve lâ tektumûneh(tektumûnehu), fe nebezûhu verâe zuhûrihim veşterav bihî semenen kalîlâ(kalîlen), fe bi’se mâ yeşterûn(yeşterûne).

Allah, kendilerine kitap verilenlerden şu yolda mîsak almıştı: "Onu insanlara mutlaka açık-seçik bildireceksiniz, onu saklamayacaksınız." Ama onlar Kitap´ı sırtlarının gerisine attılar, basit bir ücret karşılığı onu sattılar. Ne kötü şey satın alıyorlar!
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:20     تَأْخُذُوا     te’ḣuƶū     geri almayın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِنْ أَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍ وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنْطَارًا فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْئًا ۚ أَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا

Ve in eradtumustibdâle zevcin mekâne zevcin, ve âteytum ihdâhunne kıntâren fe lâ te’huzû minhu şey’â(şey’en), e te’huzûnehu buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).

Bir zevcenin yerine başka bir zevce almak istemişseniz onlardan birine yükler dolusu mal vermiş olsanız da o maldan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek, açık bir günah işleyerek mi geri alacaksınız onu?
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:20     أَتَأْخُذُونَهُ     ete’ḣuƶūnehu     verdiğinizi alacak mısınız?
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِنْ أَرَدْتُمُ اسْتِبْدَالَ زَوْجٍ مَكَانَ زَوْجٍ وَآتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنْطَارًا فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْئًا ۚ أَتَأْخُذُونَهُ بُهْتَانًا وَإِثْمًا مُبِينًا

Ve in eradtumustibdâle zevcin mekâne zevcin, ve âteytum ihdâhunne kıntâren fe lâ te’huzû minhu şey’â(şey’en), e te’huzûnehu buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).

Bir zevcenin yerine başka bir zevce almak istemişseniz onlardan birine yükler dolusu mal vermiş olsanız da o maldan hiçbir şeyi geri almayın. İftira ederek, açık bir günah işleyerek mi geri alacaksınız onu?
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:21     تَأْخُذُونَهُ     te’ḣuƶūnehu     onu alırsınız
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ أَفْضَىٰ بَعْضُكُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ وَأَخَذْنَ مِنْكُمْ مِيثَاقًا غَلِيظًا

Ve keyfe te’huzûnehu ve kad efdâ ba’dukum ilâ ba’dın ve ehazne minkum mîsâkan galîzâ(galîzan).

Hem o malı nasıl alırsınız ki? Daha önce birbirinizle derinden derine kaynaşmıştınız. Ve onlar sizden çok sağlam bir söz de almışlardı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:21     وَأَخَذْنَ     ve eḣaƶne     ve onlar almışlardı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَكَيْفَ تَأْخُذُونَهُ وَقَدْ أَفْضَىٰ بَعْضُكُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ وَأَخَذْنَ مِنْكُمْ مِيثَاقًا غَلِيظًا

Ve keyfe te’huzûnehu ve kad efdâ ba’dukum ilâ ba’dın ve ehazne minkum mîsâkan galîzâ(galîzan).

Hem o malı nasıl alırsınız ki? Daha önce birbirinizle derinden derine kaynaşmıştınız. Ve onlar sizden çok sağlam bir söz de almışlardı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:71     خُذُوا     ḣuƶū     alın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا خُذُوا حِذْرَكُمْ فَانْفِرُوا ثُبَاتٍ أَوِ انْفِرُوا جَمِيعًا

Yâ eyyuhellezîne âmenû huzû hızrakum fenfirû subâtin evinfirû cemîâ(cemîan).

Ey inananlar! Savunma tedbirlerinizi alın. Gerektiğinde de bölükler halinde hareket geçin yahut toplu halde savaşa çıkın.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:89     فَخُذُوهُمْ     feḣuƶūhum     onları yakalayın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَاءً ۖ فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ أَوْلِيَاءَ حَتَّىٰ يُهَاجِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۚ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ ۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا

Veddû lev tekfurûne kemâ keferû fe tekûnûne sevâen fe lâ tettehızû minhum evliyâe hattâ yuhâcirû fî sebîlillâh(sebîlillâhi), fe in tevellev fe huzûhum vaktulûhum haysu vecedtumûhum, ve lâ tettehızû minhum veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).

Onlarla eşitlenesiniz diye kendilerinin küfre saptığı gibi küfre sapmanızı istediler. O halde, Allah yolunda göç edecekleri vakte kadar onlardan dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Bir daha da onlardan ne dost edinin ne de yardımcı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:91     فَخُذُوهُمْ     feḣuƶūhum     onları yakalayın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

سَتَجِدُونَ آخَرِينَ يُرِيدُونَ أَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْ كُلَّ مَا رُدُّوا إِلَى الْفِتْنَةِ أُرْكِسُوا فِيهَا ۚ فَإِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُوا إِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّوا أَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ ۚ وَأُولَٰئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا مُبِينًا

Setecidûne âharîne yurîdûne en ye’menûkum ve ye’menû kavmehum kullemâ ruddû ilel fitneti urkisû fîhâ, fe in lem ya’tezilûkum ve yulkû ileykumus seleme ve yekuffû eydiyehum fe huzûhum vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ulâikum cealnâ lekum aleyhim sultânen mubînâ(mubînen).

Diğer bazılarını da bulacaksınız ki, hem sizden emin olmak hem de kendi toplumlarından emin olmak isterler. Ama fitneyle yüz yüze getirildiklerinde başaşağı içine dalarlar. Bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barışa gitmezler ve ellerini sizden çekmezlerse onları yakalayın, tuttuğunuz yerde öldürün. İşte böylelerinin üstüne gitmeniz için size açık bir izin ve kuvvet verilmiştir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:102     وَلْيَأْخُذُوا     velye’ḣuƶū     ve (yanlarına) alsınlar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِذَا كُنْتَ فِيهِمْ فَأَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلَاةَ فَلْتَقُمْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا أَسْلِحَتَهُمْ فَإِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَائِكُمْ وَلْتَأْتِ طَائِفَةٌ أُخْرَىٰ لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَأَسْلِحَتَهُمْ ۗ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةً ۚ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِنْ كَانَ بِكُمْ أَذًى مِنْ مَطَرٍ أَوْ كُنْتُمْ مَرْضَىٰ أَنْ تَضَعُوا أَسْلِحَتَكُمْ ۖ وَخُذُوا حِذْرَكُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُهِينًا

Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min verâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten) ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum innallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).

Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir grup seninle namaza dursun; silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye varınca, diğerleri arkalarında beklesinler. Sonra namaz kılmamış olan diğer grup gelip seninle birlikte kılsınlar. Dikkatli olsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler isterler ki, silahlarınızdan ve teçhizatınızdan habersiz olasınız da üstünüze bir çullanışla çullanıversinler. Eğer yağmurdan gelen bir sıkıntı varsa yahut hasta-yaralı iseniz silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Ama tedbirinizi alın, dikkatli olun. Allah, kâfirler için rezil edici bir azap hazırlamıştır.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:102     وَلْيَأْخُذُوا     velye’ḣuƶū     ve alsınlar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِذَا كُنْتَ فِيهِمْ فَأَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلَاةَ فَلْتَقُمْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا أَسْلِحَتَهُمْ فَإِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَائِكُمْ وَلْتَأْتِ طَائِفَةٌ أُخْرَىٰ لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَأَسْلِحَتَهُمْ ۗ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةً ۚ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِنْ كَانَ بِكُمْ أَذًى مِنْ مَطَرٍ أَوْ كُنْتُمْ مَرْضَىٰ أَنْ تَضَعُوا أَسْلِحَتَكُمْ ۖ وَخُذُوا حِذْرَكُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُهِينًا

Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min verâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten) ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum innallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).

Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir grup seninle namaza dursun; silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye varınca, diğerleri arkalarında beklesinler. Sonra namaz kılmamış olan diğer grup gelip seninle birlikte kılsınlar. Dikkatli olsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler isterler ki, silahlarınızdan ve teçhizatınızdan habersiz olasınız da üstünüze bir çullanışla çullanıversinler. Eğer yağmurdan gelen bir sıkıntı varsa yahut hasta-yaralı iseniz silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Ama tedbirinizi alın, dikkatli olun. Allah, kâfirler için rezil edici bir azap hazırlamıştır.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:102     وَخُذُوا     veḣuƶū     ama alın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

وَإِذَا كُنْتَ فِيهِمْ فَأَقَمْتَ لَهُمُ الصَّلَاةَ فَلْتَقُمْ طَائِفَةٌ مِنْهُمْ مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا أَسْلِحَتَهُمْ فَإِذَا سَجَدُوا فَلْيَكُونُوا مِنْ وَرَائِكُمْ وَلْتَأْتِ طَائِفَةٌ أُخْرَىٰ لَمْ يُصَلُّوا فَلْيُصَلُّوا مَعَكَ وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ وَأَسْلِحَتَهُمْ ۗ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةً ۚ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِنْ كَانَ بِكُمْ أَذًى مِنْ مَطَرٍ أَوْ كُنْتُمْ مَرْضَىٰ أَنْ تَضَعُوا أَسْلِحَتَكُمْ ۖ وَخُذُوا حِذْرَكُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُهِينًا

Ve izâ kunte fîhim fe ekamte lehumus salâte fel tekum tâifetun minhum meake vel ye’huzû eslihatehum fe izâ secedû fel yekûnû min verâikum, vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû fel yusallû meake vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum veddellezîne keferû lev tagfulûne an eslihatikum ve emtiatikum fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh(vâhıdeten) ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin ev kuntum mardâ en tedaû eslihatekum, ve huzû hızrakum innallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ(muhînen).

Sen içlerinde olup da onlara namaz kıldırdığın vakit, içlerinden bir grup seninle namaza dursun; silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye varınca, diğerleri arkalarında beklesinler. Sonra namaz kılmamış olan diğer grup gelip seninle birlikte kılsınlar. Dikkatli olsunlar, silahlarını yanlarına alsınlar. Kâfirler isterler ki, silahlarınızdan ve teçhizatınızdan habersiz olasınız da üstünüze bir çullanışla çullanıversinler. Eğer yağmurdan gelen bir sıkıntı varsa yahut hasta-yaralı iseniz silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Ama tedbirinizi alın, dikkatli olun. Allah, kâfirler için rezil edici bir azap hazırlamıştır.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:153     فَأَخَذَتْهُمُ     feeḣaƶethumu     derhal onları yakalamıştı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

يَسْأَلُكَ أَهْلُ الْكِتَابِ أَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَابًا مِنَ السَّمَاءِ ۚ فَقَدْ سَأَلُوا مُوسَىٰ أَكْبَرَ مِنْ ذَٰلِكَ فَقَالُوا أَرِنَا اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْ ۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذَٰلِكَ ۚ وَآتَيْنَا مُوسَىٰ سُلْطَانًا مُبِينًا

Yes’eluke ehlul kitâbi en tunezzile aleyhim kitâben mines semâi fe kad seelû mûsâ ekbere min zâlike fe kâlû erinallâhe cehreten fe ehazethumus sâikatu bi zulmihim, summettehazûl ıcle min ba’di mâ câethumul beyyinâtu fe afevnâ an zâlik(zâlike), ve âteynâ mûsâ sultânen mubînâ(mubînen).

Ehlikitap, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Zaten onlar Mûsa´dan da bundan daha büyüğünü istemişlerdi. Demişlerdi ki: "Allah´ı bize açıktan göster." Bunun üzerine zulümlerinden ötürü kendilerini yıldırım çarpmıştı. Sonra kendilerine açık-seçik kanıtların gelişi ardından buzağıya taptılar. Biz onların bu günahını da affettik. Biz Mûsa´ya apaçık bir kanıt/bir hükmetme gücü verdik.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 4:154     وَأَخَذْنَا     ve eḣaƶnā     ve aldık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ الطُّورَ بِمِيثَاقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا فِي السَّبْتِ وَأَخَذْنَا مِنْهُمْ مِيثَاقًا غَلِيظًا

Ve refa’nâ fevkahumut tûra bi mîsâkıhim ve kulnâ lehumudhulûl bâbe succeden ve kulnâ lehum lâ ta’dû fîs sebti ve ehaznâ ve minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).

Kesin söz vermeleri için Tûr´u üzerlerine kaldırdık ve onlara: "Kapıdan secde ederek girin." dedik. Onlara şunu da söyledik: "Cumartesi gününde azgınlık yapmayın." Onlardan sapasağlam bir söz almıştık.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 5:12     أَخَذَ     eḣaƶe     almıştı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَبَعَثْنَا مِنْهُمُ اثْنَيْ عَشَرَ نَقِيبًا ۖ وَقَالَ اللَّهُ إِنِّي مَعَكُمْ ۖ لَئِنْ أَقَمْتُمُ الصَّلَاةَ وَآتَيْتُمُ الزَّكَاةَ وَآمَنْتُمْ بِرُسُلِي وَعَزَّرْتُمُوهُمْ وَأَقْرَضْتُمُ اللَّهَ قَرْضًا حَسَنًا لَأُكَفِّرَنَّ عَنْكُمْ سَيِّئَاتِكُمْ وَلَأُدْخِلَنَّكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۚ فَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَٰلِكَ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ

Ve lekad ehazallâhu mîsâka benî isrâîl(isrâîle), ve beasnâ minhumusney aşera nakîbâ(nakîben) ve kâlellâhu innî meakum lein ekamtumus salâte ve âteytumuz zekâte ve âmentum bi rusulî ve azzertumûhum ve akradtumullâhe kardan hasenen le ukeffirenne ankum seyyiâtikum ve le udhılennekum cennâtin tecrî min tahtıhel enhâr(enhâru), fe men kefere ba’de zâlike minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).

Yemin olsun ki, Allah İsrailoğullarının mîsakını almıştı da içlerinden on iki temsilci/başkan göndermiştik. Allah şöyle demişti: "Ben sizinle beraberim. Namazı kılarsanız, zekâtı verirseniz, resullerime inanır, onları desteklerseniz ve Allah´a güzel bir biçimde borç verirseniz, kötülüklerinizi elbette örteceğim ve sizi, altlarından ırmaklar akan cennetlere elbette koyacağım. Artık bundan sonra küfre gideniniz yolun denge noktasından sapmış olur."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 5:14     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     almıştık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَمِنَ الَّذِينَ قَالُوا إِنَّا نَصَارَىٰ أَخَذْنَا مِيثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِهِ فَأَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ ۚ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللَّهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ

Ve minellezîne kâlû innâ nasârâ ehaznâ mîsâkahum fe nesû hazzan mimmâ zukkirû bihî fe agraynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) ve sevfe yunebbiuhumullâhu bimâ kânû yasnaûn(yasnaûne).

"Biz Hıristiyanlarız!" diyenlerden de mîsaklarını almıştık. Onlar da öğütlenmek üzere çağırıldıkları şeyden nasiplenmeyi unuttular. Bu yüzden, aralarına kıyamete değin düşmanlık ve şiddetli nefret saldık. Sınaat/teknoloji olarak ürettikleri şeylerin ne olduğunu Allah onlara yakında haber verecektir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 5:41     فَخُذُوهُ     feḣuƶūhu     alın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذِينَ قَالُوا آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْ ۛ وَمِنَ الَّذِينَ هَادُوا ۛ سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ آخَرِينَ لَمْ يَأْتُوكَ ۖ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِهِ ۖ يَقُولُونَ إِنْ أُوتِيتُمْ هَٰذَا فَخُذُوهُ وَإِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُوا ۚ وَمَنْ يُرِدِ اللَّهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللَّهِ شَيْئًا ۚ أُولَٰئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللَّهُ أَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ ۚ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ ۖ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ

Yâ eyyuher resûlu lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufri minellezîne kâlû âmennâ bi efvâhihim ve lem tu’min kulûbuhum, ve minellezîne hâdû semmâûne lil kezibi semmâûne li kavmin âharîne lem ye’tuk(ye’tuke) yuharrifûnel kelime min ba’di mevâdııh(mevâdııhî), yekûlûne in utîtum hâzâ fe huzûhu ve in lem tu’tevhu fahzerû ve men yuridillâhu fitnetehu fe len temlike lehu minallâhi şey’â(şey’en) ulâikellezîne lem yuridillâhu en yutahhire kulûbehum lehum fîd dunyâ hızyun ve lehum fîl âhıreti azâbun azîm(azîmun).

Ey resul! Kalpleri inanmamış olduğu halde ağızlarıyla "inandık" diyenlerin küfürde yarışırcasına koşanları seni üzmesin. Yahudilerden bazıları yalancılık etmek için dinlerler; huzuruna çıkmamış olan başka bir topluluk için dinlerler. Yerlerine oturmuş kelimeleri, yapılarını bozup değiştirirler. "Size şu verilirse alın, eğer o verilmezse çekinin." derler. Allah birini fitneye çarptırmak isterse sen onun için Allah karşısında hiçbir şey yapamazsın. Bunlar o kişilerdir ki, Allah kalplerini temizlemek istemiyor. Dünyada bir rezillik vardır onlar için; âhirette de büyük bir azap var onlara.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 5:70     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     biz almıştık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

لَقَدْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَأَرْسَلْنَا إِلَيْهِمْ رُسُلًا ۖ كُلَّمَا جَاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوَىٰ أَنْفُسُهُمْ فَرِيقًا كَذَّبُوا وَفَرِيقًا يَقْتُلُونَ

Lekad ehaznâ mîsâka benî isrâîle ve erselnâ ileyhim rusulâ(rusulen) kullemâ câehum resûlun bimâ lâ tehvâ enfusuhum ferîkan kezzebû ve ferîkan yaktulûn(yaktulûne).

Yemin olsun ki biz, İsrailoğullarının kesin sözlerini almış da onlara resuller göndermiştik. Ne zaman bir resul onlara nefislerinin hoşlanmadığı birşeyi getirdiyse bir kısmını yalanladılar; bir kısmını da öldürüyorlardı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 6:42     فَأَخَذْنَاهُمْ     feeḣaƶnāhum     onları yakalayıp cezalandırmıştık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَىٰ أُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ

Ve lekad erselnâ ilâ umemin min kablike fe ehaznâhum bil be’sâi ved darrâi leallehum yetedarraûn(yetedarraûne).

Andolsun ki, senden önce de ümmetlere elçiler göndermiştik. O ümmetleri, bize yaklaşıp sığınsınlar diye zorluklar ve darlıklarla yakalamıştık.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 6:44     أَخَذْنَاهُمْ     eḣaƶnāhum     onları yakaladık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ أَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍ حَتَّىٰ إِذَا فَرِحُوا بِمَا أُوتُوا أَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَإِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ

Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî fetahnâ aleyhim ebvâbe kulli şey’(şey’in), hattâ izâ ferihû bimâ ûtû ehaznâhum bagteten fe izâhum mublisûn(mublisûne).

Öğütlenmeye çağırıldıkları şeyi unutunca, her şeyin kapılarını üzerlerine açıverdik. Nihayet, kendilerine verilenle sevinç şımarıklığına daldıkları bir sırada, ansızın onları yakaladık. Tüm ümitlerini bir anda yitirdiler.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 6:46     أَخَذَ     eḣaƶe     alsa
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

قُلْ أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَخَذَ اللَّهُ سَمْعَكُمْ وَأَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلَىٰ قُلُوبِكُمْ مَنْ إِلَٰهٌ غَيْرُ اللَّهِ يَأْتِيكُمْ بِهِ ۗ انْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْآيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ

Kul e reeytum in ehazallâhu sem’akum ve ebsârekum ve hateme alâ kulûbikum men ilâhun gayrullâhi ye’tîkum bih(bihî), unzur keyfe nusarriful âyâti summe hum yasdifûn (yasdifûne).

De ki: "Düşünün bakalım; Allah, işitme gücünüzü, gözlerinizi alsa, kalpleriniz üzerine mühür bassa, Allah´tan başka hangi ilah onları size geri verecek?" Bak nasıl türlü türlü açıklıyoruz ayetleri, yine de yüz çeviriyorlar!
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 6:70     يُؤْخَذْ     yu'ḣaƶ     kabul edilmez
 
Fiil    Edilgen     3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا ۚ وَذَكِّرْ بِهِ أَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللَّهِ وَلِيٌّ وَلَا شَفِيعٌ وَإِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَا ۗ أُولَٰئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُوا ۖ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ

Ve zerillezînettehazû dînehum leiben ve lehven ve garrethumul hayâtud dunyâ ve zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun ve lâ şefî’(şefîun), ve in ta’dil kulle adlin lâ yu’haz minhâ, ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).

Dinlerini oyun ve eğlence haline getirmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak da o Kur´an ile şunu hatırlat: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığına teslim edilirse onun, Allah dışında ne bir dostu kalır ne de şefaatçısı. Her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. İşte bunlar, kazandıklarına teslim edilmişlerdir. Nankörlük ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve korkunç bir azap vardır.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:31     خُذُوا     ḣuƶū     alın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

يَا بَنِي آدَمَ خُذُوا زِينَتَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا وَلَا تُسْرِفُوا ۚ إِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ

Yâ benî âdeme huzû zînetekum inde kulli mescidin ve kulû veşrebû ve lâ tusrifû, innehu lâ yuhıbbul musrifîn(musrifîne).

Ey ademoğulları! Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:73     فَيَأْخُذَكُمْ     feye’ḣuƶekum     yoksa sizi yakalar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِلَىٰ ثَمُودَ أَخَاهُمْ صَالِحًا ۗ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللَّهَ مَا لَكُمْ مِنْ إِلَٰهٍ غَيْرُهُ ۖ قَدْ جَاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ ۖ هَٰذِهِ نَاقَةُ اللَّهِ لَكُمْ آيَةً ۖ فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللَّهِ ۖ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Ve ilâ semûde ehâhum sâlihan kâle yâ kavmi’budûllâhe mâ lekum min ilâhin gayruhu, kad câetkum beyyinetun min rabbikum hâzihî nâkatullâhi lekum âyeten fe zerûha te’kul fî ardıllâhi ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbun elîm(elîmun).

Semud´a da kardeşleri Salih´i gönderdik. Dedi ki: "Ey toplumum! Allah´a kulluk edin. Sizin O´ndan başka ilahınız yok. Size Rabbinizden bir beyyine/açık bir kanıt gelmiştir. İşte şu, Allah´ın devesi. Sizin için bir mucize. Rahat bırakın onu, Allah´ın toprağında otlasın. Kötü bir niyetle dokunmayın ona. Yoksa korkunç bir azap yakalar sizi."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:78     فَأَخَذَتْهُمُ     feeḣaƶethumu     hemen onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ

Fe ehazethumur recfetu fe asbahû fî dârihim câsimîn(câsimîne).

Bunun üzerine onları, o şiddetli sarsıntı/o korkunç titreşim yakaladı da öz yurtlarında yere çökmüş bir hale geldiler.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:91     فَأَخَذَتْهُمُ     feeḣaƶethumu     derken onları yakalayıverdi
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ

Fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).

Bunun üzerine o korkunç titreşim/o büyük zelzele onları yakalayıverdi de öz yurtlarında yere çökmüş hale geldiler.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:94     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     sık(ma)dığımız
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَمَا أَرْسَلْنَا فِي قَرْيَةٍ مِنْ نَبِيٍّ إِلَّا أَخَذْنَا أَهْلَهَا بِالْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْ يَضَّرَّعُونَ

Ve mâ erselnâ fî karyetin min nebiyyin illâ ehaznâ ehlehâ bil be’sâi ved darrâi leallehum yaddarraûn(yaddarraûne).

Biz bir ülkeye bir peygamber gönderdiğimizde, onun halkını zorluk ve darlıkla mutlaka sıktık ki, sığınıp yakarsınlar.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:95     فَأَخَذْنَاهُمْ     feeḣaƶnāhum     biz de onları yakaladık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

ثُمَّ بَدَّلْنَا مَكَانَ السَّيِّئَةِ الْحَسَنَةَ حَتَّىٰ عَفَوْا وَقَالُوا قَدْ مَسَّ آبَاءَنَا الضَّرَّاءُ وَالسَّرَّاءُ فَأَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

Summe beddelnâ mekânes seyyietil hasenete hattâ afev ve kâlû kad messe âbâenad darrâu ves serrâu fe ehaznâhum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).

Sonra zorluk ve sıkıntının yerine mutluluk ve güzelliği getirmişiz de çoğalmışlar ve şöyle demişlerdir: "Atalarımız da zorluk ve sevinçle yüzyüze gelmişlerdi." Nihayet biz onları farkında olmadıkları bir sırada ansızın yakalayıverdik.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:96     فَأَخَذْنَاهُمْ     feeḣaƶnāhum     biz de onları yakaladık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَوْ أَنَّ أَهْلَ الْقُرَىٰ آمَنُوا وَاتَّقَوْا لَفَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَرَكَاتٍ مِنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ وَلَٰكِنْ كَذَّبُوا فَأَخَذْنَاهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

Ve lev enne ehlel kurâ âmenû vettekav le fetahnâ aleyhim berekâtin mines semâi vel ardı ve lâkin kezzebû fe ehaznâhum bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

O medeniyetlerin halkı inanıp korunsalardı, elbette ki üzerlerine gökten ve yerden bereketler saçardım. Ama yalanladılar, biz de onları, kazanır olduklarıyla yakalayıverdik.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:130     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     biz tuttuk
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ

Ve lekad ehaznâ âle fir’avne bis sinîne ve naksın mines semerâti leallehum yezzekkerûn(yezzekkerûne).

Yemin olsun ki biz, Firavun hanedanını yakalayıp ürün eksikliğiyle senelerce sıktık ki, düşünüp öğüt alabilsinler.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:144     فَخُذْ     feḣuƶ     al
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Emir Kipi      
    

قَالَ يَا مُوسَىٰ إِنِّي اصْطَفَيْتُكَ عَلَى النَّاسِ بِرِسَالَاتِي وَبِكَلَامِي فَخُذْ مَا آتَيْتُكَ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِرِينَ

Kâle yâ mûsâ innîstafeytuke alen nâsi bi risâlâtî ve bi kelâmî fe huz mâ âteytuke ve kun mineş şâkirîn(şâkirîne).

Allah buyurdu: "Ey Musa! Ben, gönderdiğim vahiylerle, konuşmamla seni seçip yücelttim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:145     فَخُذْهَا     feḣuƶhā     bunları tut
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Emir Kipi      
    

وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْأَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْصِيلًا لِكُلِّ شَيْءٍ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِأَحْسَنِهَا ۚ سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ

Ve ketebnâ lehu fîl elvâhı min kulli şey’in mev’ızaten ve tafsîlen li kulli şey’in fe huzhâ bi kuvvetin ve’mur kavmeke ye’huzû bi ahsenihâ seurîkum dârel fâsikîn(fâsikîne).

Biz Musa için levhalarla herşeyi yazdık: Öğüt olarak, herşeyin ayrıntısı olarak. "Kuvvetle tut bunları ve emret toplumuna da onları en güzel şekliyle tutsunlar. Fasıklar yurdunu göstereceğim size."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:145     يَأْخُذُوا     ye’ḣuƶū     tutsunlar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الْأَلْوَاحِ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْعِظَةً وَتَفْصِيلًا لِكُلِّ شَيْءٍ فَخُذْهَا بِقُوَّةٍ وَأْمُرْ قَوْمَكَ يَأْخُذُوا بِأَحْسَنِهَا ۚ سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ

Ve ketebnâ lehu fîl elvâhı min kulli şey’in mev’ızaten ve tafsîlen li kulli şey’in fe huzhâ bi kuvvetin ve’mur kavmeke ye’huzû bi ahsenihâ seurîkum dârel fâsikîn(fâsikîne).

Biz Musa için levhalarla herşeyi yazdık: Öğüt olarak, herşeyin ayrıntısı olarak. "Kuvvetle tut bunları ve emret toplumuna da onları en güzel şekliyle tutsunlar. Fasıklar yurdunu göstereceğim size."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:150     وَأَخَذَ     ve eḣaƶe     ve tuttu
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِنْ بَعْدِي ۖ أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ ۖ وَأَلْقَى الْأَلْوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأْسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ ۚ قَالَ ابْنَ أُمَّ إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي وَكَادُوا يَقْتُلُونَنِي فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْأَعْدَاءَ وَلَا تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

Ve lemmâ recea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifen kâle bi’semâ haleftumûnî min ba’dî, e aciltum emre rabbikum, ve elkal elvâha ve ehaze bi re’si ahîhi yecurruhû ileyh(ileyhi), kâlebne umme innel kavmestad’afûnî ve kâdû yaktulûnenî fe lâ tuşmit biyel a’dâe ve lâ tec’alnî meal kavmiz zâlimîn(zâlimîne).

Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine döndüğünde şöyle dedi: "Benden sonra arkamdan ne kötü şeyler yaptınız! Rabbinizin emrini bekleyemediniz mi? Levhaları yere attı, kardeşinin başını tuttu, kendisine doğru çekiyordu. Kardeşi dedi ki: "Ey annem oğlu! Bu topluluk beni horlayıp hırpaladı. Nerdeyse canımı alıyorlardı. Bir de sen düşmanları bana güldürme. Beni şu zalim toplulukla bir tutma."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:154     أَخَذَ     eḣaƶe     aldı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ أَخَذَ الْأَلْوَاحَ ۖ وَفِي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذِينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ

Ve lemmâ sekete an mûsel gadabu ehazel elvâh(elvâha), ve fî nushatihâ huden ve rahmetun lillezîne hum li rabbihim yerhebûn(yerhebûne).

Öfke, Musa´yı rahat bırakınca, levhaları aldı. Onlardaki yazıda, yalnız Rableri karşısında ürperenler için bir rahmet ve bir kılavuz vardı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:155     أَخَذَتْهُمُ     eḣaƶethumu     onları yakalayınca
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَاخْتَارَ مُوسَىٰ قَوْمَهُ سَبْعِينَ رَجُلًا لِمِيقَاتِنَا ۖ فَلَمَّا أَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ أَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَإِيَّايَ ۖ أَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَاءُ مِنَّا ۖ إِنْ هِيَ إِلَّا فِتْنَتُكَ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَاءُ وَتَهْدِي مَنْ تَشَاءُ ۖ أَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا ۖ وَأَنْتَ خَيْرُ الْغَافِرِينَ

Vahtâra mûsâ kavmehu seb’îne raculen li mîkâtinâ, fe lemmâ ehazet humur recfetu kâle rabbi lev şi’te ehlektehum min kablu ve iyyâye, e tuhlikunâ bi mâ feales sufehâu minnâ, in hiye illâ fitnetuk(fitnetuke), tudıllu bihâ men teşâu ve tehdî men teşâu ente veliyyunâ fâgfirlenâ verhamnâ ve ente hayrûl gâfirîn(gâfirîne).

Musa, bizimle buluşma vakti için toplumundan yetmiş adam seçti. Şiddetli sarsıntı onları yakalayınca Musa şöyle dedi: "Rabbim, dileseydin, onları da beni de daha önce helak ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helak mı edeceksin? Bu iş senin imtihanından başka birşey değildir. Onunla dilediğini şaşırtır, dilediğine yol gösterirsin. Sen bizim Veli´mizsin. O halde affet bizi, acı bize. Sen affedenlerin en hayırlısısın."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:165     وَأَخَذْنَا     ve eḣaƶnā     ve yakaladık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِهِ أَنْجَيْنَا الَّذِينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّوءِ وَأَخَذْنَا الَّذِينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَئِيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ

Fe lemmâ nesû mâ zukkirû bihî enceynellezîne yenhevne anis sûi ve ahaznellezîne zalemû bi azâbin beîsin bi mâ kânû yefsukûn(yefsukûne).

Kendilerine verilen öğüdü unuttuklarında, kötülükten alıkoyanları kurtarıp zulme sapanları, yoldan çıkmalarından ötürü, acı bir azapla yakalayıverdik.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:169     يَأْخُذُوهُ     ye’ḣuƶūhu     onu da alırlar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَٰذَا الْأَدْنَىٰ وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا وَإِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُ ۚ أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ مِيثَاقُ الْكِتَابِ أَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا فِيهِ ۗ وَالدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

Fe halefe min ba’dihim halfun verisûl kitâbe ye’huzûne arada hâzel ednâ ve yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu ye’huzûh(ye’huzûhu), e lem yu’haz aleyhim mîsâkul kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi illel hakka ve deresû mâ fîh(fîhî), ved dârul âhıretu hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).

Arkalarından, yerlerini alan halefler geldi. Bunlar, Kitap´a varis olmuşlardı. Şu basit dünyanın geçici menfaatini esas alıyorlar ve şöyle diyorlardı: "Biz zaten bağışlanacağız!" Kendilerine, bir menfaat daha gelse onu da alıyorlardı. Bunlardan, Allah hakkında, gerçek dışında birşey söylememelerine ilişkin Kitap misakı alınmamış mıydı? O Kitap´ın içindekileri okuyup incelemediler mi? Ahiret yurdu, takvaya sarılanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınızı işletmeyecek misiniz?
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:169     يُؤْخَذْ     yu'ḣaƶ     peki alınmamış mıydı?
 
Fiil    Edilgen     3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَٰذَا الْأَدْنَىٰ وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا وَإِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُ ۚ أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ مِيثَاقُ الْكِتَابِ أَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا فِيهِ ۗ وَالدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

Fe halefe min ba’dihim halfun verisûl kitâbe ye’huzûne arada hâzel ednâ ve yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu ye’huzûh(ye’huzûhu), e lem yu’haz aleyhim mîsâkul kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi illel hakka ve deresû mâ fîh(fîhî), ved dârul âhıretu hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).

Arkalarından, yerlerini alan halefler geldi. Bunlar, Kitap´a varis olmuşlardı. Şu basit dünyanın geçici menfaatini esas alıyorlar ve şöyle diyorlardı: "Biz zaten bağışlanacağız!" Kendilerine, bir menfaat daha gelse onu da alıyorlardı. Bunlardan, Allah hakkında, gerçek dışında birşey söylememelerine ilişkin Kitap misakı alınmamış mıydı? O Kitap´ın içindekileri okuyup incelemediler mi? Ahiret yurdu, takvaya sarılanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınızı işletmeyecek misiniz?
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:169     يَأْخُذُونَ     ye’ḣuƶūne     alıyorlar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هَٰذَا الْأَدْنَىٰ وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَا وَإِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُ ۚ أَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ مِيثَاقُ الْكِتَابِ أَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا فِيهِ ۗ وَالدَّارُ الْآخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ ۗ أَفَلَا تَعْقِلُونَ

Fe halefe min ba’dihim halfun verisûl kitâbe ye’huzûne arada hâzel ednâ ve yekûlûne se yugferu lenâ ve in ye’tihim aradun misluhu ye’huzûh(ye’huzûhu), e lem yu’haz aleyhim mîsâkul kitâbi en lâ yekûlû alâllâhi illel hakka ve deresû mâ fîh(fîhî), ved dârul âhıretu hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).

Arkalarından, yerlerini alan halefler geldi. Bunlar, Kitap´a varis olmuşlardı. Şu basit dünyanın geçici menfaatini esas alıyorlar ve şöyle diyorlardı: "Biz zaten bağışlanacağız!" Kendilerine, bir menfaat daha gelse onu da alıyorlardı. Bunlardan, Allah hakkında, gerçek dışında birşey söylememelerine ilişkin Kitap misakı alınmamış mıydı? O Kitap´ın içindekileri okuyup incelemediler mi? Ahiret yurdu, takvaya sarılanlar için daha hayırlıdır. Hala aklınızı işletmeyecek misiniz?
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:171     خُذُوا     ḣuƶū     tutun
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

وَإِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَأَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّوا أَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Ve iz netaknel cebele fevkahum ke ennehu zulletun ve zannû ennehu vâkıun bihim, huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi leallekum tettekûn(tettekûne).

Bir zaman, dağı tepelerine bir gölgelik gibi çekmiştik de onu üstlerine düşüyor sanmışlardı. "Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan çıkarmayın ki korunabilesiniz."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:172     أَخَذَ     eḣaƶe     almıştı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ أَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَنِي آدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَأَشْهَدَهُمْ عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ ۛ شَهِدْنَا ۛ أَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ

Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, e lestu birabbikum, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).

Hani Rabbin, ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu: "Rabbiniz değil miyim?" Onlar: "Rabbimizsin, buna tanıklık ederiz." demişlerdi. Kıyamet günü, "biz bundan habersizdik" demeyesiniz.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 7:199     خُذِ     ḣuƶi     al
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Emir Kipi      
    

خُذِ الْعَفْوَ وَأْمُرْ بِالْعُرْفِ وَأَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِلِينَ

Huzil afve ve’mur bil urfi ve a’rıd anil câhilîn(câhilîne).

Affetmeyi esas al. İyiyi ve güzeli emret, cahillerden yüz çevir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 8:52     فَأَخَذَهُمُ     feeḣaƶehumu     onları yakalamıştı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

كَدَأْبِ آلِ فِرْعَوْنَ ۙ وَالَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ ۚ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ

Ke de´bi âli fir´avne vellezîne min kablihim, keferû bi âyâtillâhi fe ehazehumullâhu bi zunûbihim, innallâhe kaviyyun şedîdul ıkâb(ıkâbi).

Tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin gidişi gibi. Allah´ın ayetlerini inkâr ettiler de Allah onları günahları yüzünden yakalayıverdi. Allah Kavîdir, çok güçlüdür; azabı çok şiddetli yapandır O.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 8:68     أَخَذْتُمْ     eḣaƶtum     aldığınız fidyeden
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللَّهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ فِيمَا أَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

Lev lâ kitâbun minallâhi sebeka le messekum fîmâ ehaztum azâbun azîm(azîmun).

Eğer Allah´tan bir yazı önden gelmemiş olsaydı, aldığınız fidyeden ötürü size büyük bir azap dokunurdu.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 8:70     أُخِذَ     uḣiƶe     alınan
 
Fiil    Edilgen     3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِمَنْ فِي أَيْدِيكُمْ مِنَ الْأَسْرَىٰ إِنْ يَعْلَمِ اللَّهُ فِي قُلُوبِكُمْ خَيْرًا يُؤْتِكُمْ خَيْرًا مِمَّا أُخِذَ مِنْكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Yâ eyyuhen nebiyyu kul li men fî eydîkum minel esrâ in ya´lemillâhu fî kulûbikum hayren yu´tikum hayren mimmâ uhıze minkum ve yagfirlekum, vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).

Ey Peygamber! Elinizde esir olarak bulunanlara de ki: "Eğer Allah, kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse size, sizden alınandan daha değerlisini verir ve sizi affeder. Allah çok affedici, çok esirgeyicidir."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 9:5     وَخُذُوهُمْ     ve ḣuƶūhum     ve onları yakalayın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

فَإِذَا انْسَلَخَ الْأَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُوا الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ وَخُذُوهُمْ وَاحْصُرُوهُمْ وَاقْعُدُوا لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ ۚ فَإِنْ تَابُوا وَأَقَامُوا الصَّلَاةَ وَآتَوُا الزَّكَاةَ فَخَلُّوا سَبِيلَهُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Fe izenselehal eşhurul hurumu faktulûl muşrikîne haysu vecedtumûhum ve huzûhum vahsurûhum vak´udû lehum kulle marsad (marsadin), fe in tâbû ve ekâmûs salâte ve âtûz zekâte fe hallû sebîlehum, innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).

O haram aylar çıktığında artık müşrikleri, kendilerini bulduğunuz yerde öldürün. Yakalayın onları, kuşatın onları, tüm geçit noktalarını tıkayın onların. Bunun ardından tövbe eder, namazı gereğince kılar, zekâtı verirlerse, yollarını açın onların. Kesin olan şu ki, Allah Gafûr´dur, Rahîm´dir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 9:50     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     biz almıştık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

إِنْ تُصِبْكَ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ ۖ وَإِنْ تُصِبْكَ مُصِيبَةٌ يَقُولُوا قَدْ أَخَذْنَا أَمْرَنَا مِنْ قَبْلُ وَيَتَوَلَّوْا وَهُمْ فَرِحُونَ

İn tusıbke hasenetun tesu´hum, ve in tusıbke musîbetun yekûlû kad ehaznâ emrenâ min kablu ve yetevellev ve hum ferihûn(ferihûne).

Sana bir iyilik isabet etse bu onları üzer. Sana bir musibet dokunsa: "İşimizi önceden sağlam tutmuşuz." derler ve kibirli bir sevinçle dönüp giderler.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 9:103     خُذْ     ḣuƶ     al
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Emir Kipi      
    

خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ ۖ إِنَّ صَلَاتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ ۗ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Huz min emvâlihim sadakaten tutahhiruhum ve tuzekkîhim bihâ ve salli aleyhim, inne salâteke sekenun lehum, vallâhu semîun alîm(alîmun).

Bunların mallarından bir sadaka al ki, onunla kendilerini iyice temizleyip aklayasın. Onlar için dua et, çünkü senin duan onlar için bir sükûnettir. Allah Semî´dir, Alîm´dir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 9:104     وَيَأْخُذُ     ve ye’ḣuƶu     ve alan
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَلَمْ يَعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ وَأَنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

E lem ya’lemû ennallâhe huve yakbelut tevbete an ibâdihî ve ye’huzus sadakâti ve ennallâhe huvet tevvâbur rahîm(rahîmu).

Bilmediler mi ki, Allah´tır kullarından o tövbeyi kabul eden, o sadakaları alan. Ve Allah´tır, O Tevvâb, O Rahîm...
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 10:24     أَخَذَتِ     eḣaƶeti     alıp
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

إِنَّمَا مَثَلُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ أَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ الْأَرْضِ مِمَّا يَأْكُلُ النَّاسُ وَالْأَنْعَامُ حَتَّىٰ إِذَا أَخَذَتِ الْأَرْضُ زُخْرُفَهَا وَازَّيَّنَتْ وَظَنَّ أَهْلُهَا أَنَّهُمْ قَادِرُونَ عَلَيْهَا أَتَاهَا أَمْرُنَا لَيْلًا أَوْ نَهَارًا فَجَعَلْنَاهَا حَصِيدًا كَأَنْ لَمْ تَغْنَ بِالْأَمْسِ ۚ كَذَٰلِكَ نُفَصِّلُ الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

İnnemâ meselul hayâtid dunyâ ke mâin enzelnâhu mines semâi fahteleta bihî nebâtul ardı mimmâ ye´kulun nâsu vel en´âm(en´âmu), hattâ izâ ehazetil ardu zuhrufehâ vezzeyyenet ve zanne ehluhâ ennehum kâdirûne aleyhâ etâhâ emrunâ leylen ev nehâren fe cealnâhâ hasîden ke en lem tagne bil ems(emsi), kezâlike nufassilul âyâti li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).

Şu iğreti hayatın durumu gökten indirdiğimiz bir suya benzer: İnsanların ve davarların yedikleri yeryüzü bitkisi onunla karışmıştır. Nihayet toprak, takılarını kuşanmış, süslenmiştir. Toprağın sahipleri onun üzerinde egemen olduklarını sanmaktadırlar. Tam bu sırada emrimiz ona gece veya gündüz ulaşmıştır. Ve onu, sanki dün yerinde yokmuş gibi biçip atmışızdır. Derin derin düşünen bir topluluk için ayetleri böyle ayrıntılı olarak veriyoruz.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 11:64     فَيَأْخُذَكُمْ     feye’ḣuƶekum     yoksa sizi yakalar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَيَا قَوْمِ هَٰذِهِ نَاقَةُ اللَّهِ لَكُمْ آيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ فِي أَرْضِ اللَّهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَرِيبٌ

Ve yâ kavmi hâzihî nâkatullâhi lekum âyeten fe zerûhâ te´kul fî ardıllâhi ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye´huzekum azâbun karîb(karîbun).

"Ey toplumum! İşte şu size, Allah´ın bir mucize olan devesi. Rahat bırakın onu. Allah´ın toprağında karnını doyursun. Bir kötülük dokundurmayın ona. Yoksa sizi çok yakın bir azap yakalayıverir."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 11:67     وَأَخَذَ     ve eḣaƶe     ve aldı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَأَخَذَ الَّذِينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ

Ve ehazellezîne zalemûs sayhatu fe asbahû fî diyârihim câsimîn(câsimîne).

Zulme sapmış olanları o korkunç titreşimli ses yakaladı da öz yurtlarında yere çökmüş hale getirdiler.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 11:94     وَأَخَذَتِ     ve eḣaƶeti     ve aldı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَمَّا جَاءَ أَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْبًا وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَأَخَذَتِ الَّذِينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ

Ve lemmâ câe emrunâ necceynâ ?uayben vellezîne âmenû meahu bi rahmetin minnâ ve ehazetillezîne zalemûssayhatu fe asbahû fî diyârihim câsimîn(câsimîne).

Emrimiz gelince Şuayb´ı ve onunla birlikte iman edenleri bizden bir rahmetle kurtardık. Zulmedenleri o yüksek titreşimli sayha yakaladı da öz yurtlarında yere çömelmiş hale geldiler.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 11:102     أَخَذَ     eḣaƶe     yakaladığı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَكَذَٰلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَىٰ وَهِيَ ظَالِمَةٌ ۚ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ

Ve kezâlike ahzu rabbike izâ ehazel kurâ ve hiye zâlimeh(zâlimetun), inne ahzehû elîmun şedîd(şedîdun).

Rabbin zulme sapan kentleri/medeniyetleri çarptığı zaman, işte böyle çarpar. O´nun çarpması gerçekten korkunçtur, şiddetlidir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 12:76     لِيَأْخُذَ     liye’ḣuƶe     yoksa alamaz
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

فَبَدَأَ بِأَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَاءِ أَخِيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَاءِ أَخِيهِ ۚ كَذَٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَ ۖ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ أَخَاهُ فِي دِينِ الْمَلِكِ إِلَّا أَنْ يَشَاءَ اللَّهُ ۚ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَاءُ ۗ وَفَوْقَ كُلِّ ذِي عِلْمٍ عَلِيمٌ

Fe bedee bi ev’ıyetihim kable viâi ahîhi, summestahrecehâ min viâi ahîh(ahîhi), kezâlike kidnâ li yûsuf(yûsufe), mâ kâne li ye’huze ehâhu fî dînil meliki, illâ en yeşâallâh(yeşâallâhu), nerfeu derecâtin men neşâ’(neşâu), ve fevka kulli zî ilmin alîm(alîmun).

Bunun üzerine Yûsuf öz kardeşinin heybesinden önce, öteki kardeşlerin heybelerini aramaya başladı. Nihayet su kabını, öz kardeşinin heybesinden çıkardı. Yûsuf´a böyle bir tuzak öğretmiştik. Yoksa Yûsuf, Allah´ın dilemesi dışında, kralın dinine göre öz kardeşini alamazdı. Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz biz. Her bilgi sahibinin üstünde bir başka bilen vardır.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 12:78     فَخُذْ     feḣuƶ     o yüzden al
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Emir Kipi      
    

قَالُوا يَا أَيُّهَا الْعَزِيزُ إِنَّ لَهُ أَبًا شَيْخًا كَبِيرًا فَخُذْ أَحَدَنَا مَكَانَهُ ۖ إِنَّا نَرَاكَ مِنَ الْمُحْسِنِينَ

Kâlû yâ eyyuhel azîzu inne lehû eben şeyhan kebîren fe huz ehadenâ mekâneh(mekânehu), innâ nerâke minel muhsinîn(muhsinîne).

Kardeşler dediler ki: "Ey vezir! Bunun ihtiyar bir babası var. Onun yerine bizden birini alıkoy. Senin iyilikseverlerden olduğuna inanıyoruz."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 12:79     نَأْخُذَ     ne’ḣuƶe     almaktan
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قَالَ مَعَاذَ اللَّهِ أَنْ نَأْخُذَ إِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُ إِنَّا إِذًا لَظَالِمُونَ

Kâle maâzâllâhi en ne’huze illâ men vecednâ metâanâ indehû innâ izen le zâlimûn(zâlimûne).

"Ne, dedi Yûsuf, Allah korusun. Eşyamızı yükünde bulduğumuz adamdan başkasını tutamayız. Öyle birşey yaparsak zalimlerden oluruz."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 12:80     أَخَذَ     eḣaƶe     aldı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَلَمَّا اسْتَيْأَسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِيًّا ۖ قَالَ كَبِيرُهُمْ أَلَمْ تَعْلَمُوا أَنَّ أَبَاكُمْ قَدْ أَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقًا مِنَ اللَّهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ فِي يُوسُفَ ۖ فَلَنْ أَبْرَحَ الْأَرْضَ حَتَّىٰ يَأْذَنَ لِي أَبِي أَوْ يَحْكُمَ اللَّهُ لِي ۖ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ

Fe lemmestey’esû minhu halesû neciyyâ(neciyyen), kâle kebîruhum e lem ta’lemû enne ebâkum kad ehaze aleykum mevsikan minallâhi ve min kablu mâ ferrattum fî yûsuf(yûsufe), fe len ebrahal arda hattâ ye’zene lî ebî ev yahkumallâhu lî ve huve hayrul hâkimîn(hâkimîne).

Yûsuf´tan ümidi kesince bir kenara çekilip tartışmaya başladılar. Büyükleri dedi ki: "Babanızın sizden Allah adına garanti aldığını, daha önce Yûsuf´a yaptığınız haksızlığı bilmez misiniz? Babam bana izin verinceye, yahut da Allah hakkımda hükmedinceye kadar bu ülkeden ayrılmayacağım. Yargıçların en hayırlısıdır O."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 13:32     أَخَذْتُهُمْ     eḣaƶtuhum     onları yakaladım
 
Fiil         1. şahıs, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَأَمْلَيْتُ لِلَّذِينَ كَفَرُوا ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ

Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe emleytu lillezîne keferû summe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).

Yemin olsun, senden önceki resullerle de alay edildi. İnkâr edenlere biraz süre verdim ama sonunda hepsini yakaladım. Gördüler nasılmış azap!
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 15:73     فَأَخَذَتْهُمُ     feeḣaƶethumu     onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُشْرِقِينَ

Fe ehazethumus sayhatu muşrikîn(muşrikîne).

Nihayet o korkunç titreşimli ses, onları güneş doğarken yakaladı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 15:83     فَأَخَذَتْهُمُ     feeḣaƶethumu     fakat onları da yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ

Fe ehazethumus sayhatu musbıhîn(musbıhîne).

Korkunç titreşimli ses onları da sabaha girecekleri sırada yakaladı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 16:46     يَأْخُذَهُمْ     ye’ḣuƶehum     kendilerini yakalamayacağından?
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَوْ يَأْخُذَهُمْ فِي تَقَلُّبِهِمْ فَمَا هُمْ بِمُعْجِزِينَ

Ev ye’huzehum fî tekallubihim fe mâ hum bi mu’cizîn(mu’cizîne).

Yahut dönüp dolaşmaları sırasında kendilerini yakalamayacağından... Onlar buna engel de olamazlar.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 16:47     يَأْخُذَهُمْ     ye’ḣuƶehum     kendilerini yakalamayacağından?
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلَىٰ تَخَوُّفٍ فَإِنَّ رَبَّكُمْ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

Ev ye’huzehum alâ tehavvuf(tehavvufin), fe inne rabbekum le raûfun rahîm(rahîmun).

Yoksa kendilerini korkuta korkuta, sindire sindire yakalamayacağından emin midirler? Kuşkusuz ki, sizin Rabbiniz gerçekten Raûf´tur, Rahîm´dir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 16:113     فَأَخَذَهُمُ     feeḣaƶehumu     onları yakalayıverdi
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدْ جَاءَهُمْ رَسُولٌ مِنْهُمْ فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ وَهُمْ ظَالِمُونَ

Ve lekad câehum resûlun minhum fe kezzebûhu fe ehazehumul azâbu ve hum zâlimûn(zâlimûne).

Yemin olsun ki, onlara içlerinden bir resul geldi de onu yalanladılar. Bunun üzerine, onlar zulümlerine devam edip dururken azap kendilerini yakaladı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 18:79     يَأْخُذُ     ye’ḣuƶu     alan
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَمَّا السَّفِينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاكِينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَأَرَدْتُ أَنْ أَعِيبَهَا وَكَانَ وَرَاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَفِينَةٍ غَصْبًا

Emmes sefînetu fe kânet li mesâkîne ya’melûne fîl bahri fe eradtu en eîbehâ ve kâne verâehum melikun ye’huzu kulle sefînetin gasbâ(gasben).

"Gemiden başlayayım: O gemi, denizde işçilik yapan bir grup yoksulundu. Ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Çünkü biraz ötelerinde bir kral vardı; tüm gemilere zorla el koyuyordu."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 19:12     خُذِ     ḣuƶi     tut
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Emir Kipi      
    

يَا يَحْيَىٰ خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍ ۖ وَآتَيْنَاهُ الْحُكْمَ صَبِيًّا

Yâ yahyâ huzil kitâbe bi kuvveh(kuvvetin), ve âteynâhul hukme sabiyyâ(sabiyyen).

"Ey Yahya! Kitap´ı kuvvetle tut." Biz ona daha sabi iken hikmet verdik.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 20:21     خُذْهَا     ḣuƶhā     al onu
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Emir Kipi      
    

قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ ۖ سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا الْأُولَىٰ

Kâle huzhâ ve lâ tehaf se nuîduhâ sîretehel ûlâ.

Buyurdu: "Al onu, korkma! Biz onu ilk görünümüne döndüreceğiz."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 20:39     يَأْخُذْهُ     ye’ḣuƶhu     onu alacaktır
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِي وَعَدُوٌّ لَهُ ۚ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَىٰ عَيْنِي

Enıkzifîhi fît tâbûti fakzifîhi fîl yemmi felyulkıhil yemmu bis sâhıli ye’huzhu aduvvun lî ve aduvvun leh(lehu), ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.

"Onu tabuta koyup ırmağa bırak! Irmak onu sahile götürsün ki, benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri onu alsın. Üzerine kendimden bir sevgi bıraktım ki, gözümün önünde yetiştirilesin."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 20:94     تَأْخُذْ     te’ḣuƶ     tutma
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قَالَ يَا ابْنَ أُمَّ لَا تَأْخُذْ بِلِحْيَتِي وَلَا بِرَأْسِي ۖ إِنِّي خَشِيتُ أَنْ تَقُولَ فَرَّقْتَ بَيْنَ بَنِي إِسْرَائِيلَ وَلَمْ تَرْقُبْ قَوْلِي

Kâle yebneumme lâ te’huz bi lıhyetî ve lâ bi re’sî, innî haşîtu en tekûle ferrakte beyne benî isrâîle ve lem terkub kavlî.

Hârun dedi: "Ey annemin oğlu! Sakalımı, başımı tutma. Ben senin şöyle diyeceğinden korkmuştum: ´Beniisrail arasına ayrılık soktun, sözüme bağlı kalmadın!"
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 22:44     أَخَذْتُهُمْ     eḣaƶtuhum     onları yakalamıştım
 
Fiil         1. şahıs, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَأَصْحَابُ مَدْيَنَ ۖ وَكُذِّبَ مُوسَىٰ فَأَمْلَيْتُ لِلْكَافِرِينَ ثُمَّ أَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ

Ve ashâbu medyen(medyene), ve kuzzibe mûsâ fe emleytu lil kâfirîne summe ehaztuhum, fe keyfe kâne nekîr(nekîri).

Medyen halkı da. Mûsa da yalanlamıştı da ben, inkârcılara biraz süre vermiş sonra hepsini yakalamıştım. Nasılmış benim azabım!
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 22:48     أَخَذْتُهَا     eḣaƶtuhā     onu yakalamışımdır
 
Fiil         1. şahıs, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَكَأَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ أَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ أَخَذْتُهَا وَإِلَيَّ الْمَصِيرُ

Ve ke eyyin min karyetin emleytu lehâ ve hiye zâlimetun summe ehaztuhâ, ve ileyyel masîr(masîru).

Nice kent/medeniyet var ki, zulme saptığı halde, ona süre tanıdım. Ama sonra kendisini yakalayıverdim. Dönüş yalnız banadır.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 23:41     فَأَخَذَتْهُمُ     feeḣaƶethumu     derken onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَأَخَذَتْهُمُ الصَّيْحَةُ بِالْحَقِّ فَجَعَلْنَاهُمْ غُثَاءً ۚ فَبُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

Fe ehazethumus sayhatu bil hakkı fe cealnâhum gusâen, fe bu’den lil kavmiz zâlimîn(zâlimîne).

Nihayet, o korkunç titreşimli ses onları tam bir biçimde yakaladı da hepsini sel süprüntüsü haline getirdik. Dönmeze gitsin o zalimler topluluğu!
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 23:64     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     yakaladığımız
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

حَتَّىٰ إِذَا أَخَذْنَا مُتْرَفِيهِمْ بِالْعَذَابِ إِذَا هُمْ يَجْأَرُونَ

Hattâ izâ ehaznâ mutrafîhim bil âzâbi izâ hum yec’erûn(yec’erûne).

Sonunda, servet ve refahla şımarmışlarını azapla yakaladığımızda, hemen bağırıp dövünmeye başlarlar.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 23:76     أَخَذْنَاهُمْ     eḣaƶnāhum     biz onları yakaladık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدْ أَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ فَمَا اسْتَكَانُوا لِرَبِّهِمْ وَمَا يَتَضَرَّعُونَ

Ve lekad ehaznâhum bil azâbi fe mestekânû li rabbihim ve mâ yetedarreûn(yetedarreûne).

Yemin olsun, biz onları azapla yakaladık. Ama yine de Rablerine boyun eğmediler. Sığınıp yakarmıyorlar.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 24:2     تَأْخُذْكُمْ     te’ḣuƶkum     sizi tutmasın
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

الزَّانِيَةُ وَالزَّانِي فَاجْلِدُوا كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا مِائَةَ جَلْدَةٍ ۖ وَلَا تَأْخُذْكُمْ بِهِمَا رَأْفَةٌ فِي دِينِ اللَّهِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۖ وَلْيَشْهَدْ عَذَابَهُمَا طَائِفَةٌ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ

Ez zâniyetu vez zânî feclidû kulle vâhıdin min humâ miete celdetin ve lâ te’huzkum bi himâ ra’fetun fî dînillâhi in kuntum tu’minûne billâhi vel yevmil âhır(âhırı), vel yeşhed azâbehumâ tâifetun minel mu’minîn(mu’minîne).

Zina eden kadınla zina eden erkek... Yüz vuruş vurun herbirinin ciltlerine... Allah´a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah´ın dini konusunda bunlara acıma duygusu sizi yakalamasın. Müminlerden bir grup da bunların cezalarına tanık olsun.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 26:156     فَيَأْخُذَكُمْ     feye’ḣuƶekum     sonra sizi yakalar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ

Ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbu yevmin azîm(azîmin).

"Ona kötülükle ilişmeyin. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar."
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 26:158     فَأَخَذَهُمُ     feeḣaƶehumu     ve onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَأَخَذَهُمُ الْعَذَابُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُمْ مُؤْمِنِينَ

Fe ehazehumul azâb(azâbu), inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).

Sonunda azap onları yakaladı. Bunda elbette bir ibret var. Ama onların çoğu inanan kişiler değildi.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 26:189     فَأَخَذَهُمْ     feeḣaƶehum     nihayet onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ

Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmiz zulleh(zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm(azîmin).

Onu yalanladılar; bunun üzerine o gölgelik gününün azabı onları yakalayıverdi. O, gerçekten büyük bir günün azabıydı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 28:40     فَأَخَذْنَاهُ     feeḣaƶnāhu     biz de onu tuttuk
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ ۖ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِمِينَ

Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemm(yemmi), fanzur keyfe kâne âkıbetuz zâlimîn(zâlimîne).

Biz de onu ve askerlerini yakalayıp hepsini suyun içine fırlattık. Bak, nasıl oldu zalimlerin sonu!
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 29:14     فَأَخَذَهُمُ     feeḣaƶehumu     sonunda yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا نُوحًا إِلَىٰ قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلَّا خَمْسِينَ عَامًا فَأَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ

Ve lekad erselnâ nûhan ilâ kavmihî, fe lebise fîhim elfe senetin illâ hamsîne âmâ(âmen), fe ehazehumut tûfânu ve hum zâlimûn(zâlimûne).

Yemin olsun, biz Nûh´u toplumuna gönderdik de o, onların arasında bin yıldan elli yıl eksik kaldı. Sonunda onları tufan yakaladı. Çünkü zalimlerdi onlar.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 29:37     فَأَخَذَتْهُمُ     feeḣaƶethumu     bu yüzden onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ

Fe kezzebûhu fe ehazethumur recfetu fe asbehû fî dârihim câsimîn(câsimîne).

Onu hemen yalanladılar. Bunun üzerine kendilerini o korkunç sarsıntı/korkunç titreşim yakaladı da öz yurtlarında diz üstü çömelenler haline geldiler.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 29:40     أَخَذَتْهُ     eḣaƶethu     yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَكُلًّا أَخَذْنَا بِذَنْبِهِ ۖ فَمِنْهُمْ مَنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُمْ مَنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ وَمِنْهُمْ مَنْ أَغْرَقْنَا ۚ وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَٰكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

Fe kullen ehaznâ bi zenbih(zenbihi), fe minhum men erselnâ aleyhi hâsıbâ(hâsıben), ve minhum men ehazethussayhah(sayhatu), ve minhum men hasefnâbihil ard(arda), ve minhum men agraknâ, ve mâ kânâllâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).

Herbirini kendi günahı ile yakaladık. Bazılarının üstüne taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Bir kısmını, o korkunç titreşimli ses yakaladı. Onlardan, yere batırdıklarımız da oldu. Bazılarını da boğduk. Allah onlara zulmedecek değildi. Fakat onlar kendi benliklerine zulmediyorlardı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 29:40     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     yakaladık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

فَكُلًّا أَخَذْنَا بِذَنْبِهِ ۖ فَمِنْهُمْ مَنْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِ حَاصِبًا وَمِنْهُمْ مَنْ أَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْأَرْضَ وَمِنْهُمْ مَنْ أَغْرَقْنَا ۚ وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلَٰكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

Fe kullen ehaznâ bi zenbih(zenbihi), fe minhum men erselnâ aleyhi hâsıbâ(hâsıben), ve minhum men ehazethussayhah(sayhatu), ve minhum men hasefnâbihil ard(arda), ve minhum men agraknâ, ve mâ kânâllâhu li yazlimehum ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).

Herbirini kendi günahı ile yakaladık. Bazılarının üstüne taş yağdıran bir kasırga gönderdik. Bir kısmını, o korkunç titreşimli ses yakaladı. Onlardan, yere batırdıklarımız da oldu. Bazılarını da boğduk. Allah onlara zulmedecek değildi. Fakat onlar kendi benliklerine zulmediyorlardı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 33:7     وَأَخَذْنَا     ve eḣaƶnā     ve almıştık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ أَخَذْنَا مِنَ النَّبِيِّينَ مِيثَاقَهُمْ وَمِنْكَ وَمِنْ نُوحٍ وَإِبْرَاهِيمَ وَمُوسَىٰ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ۖ وَأَخَذْنَا مِنْهُمْ مِيثَاقًا غَلِيظًا

Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).

Biz, peygamberlerden mîsaklarını almıştık. Senden de mîsak aldık. Nûh´tan, İbrahim´den, Mûsa´dan, Meryem oğlu İsa´dan, bunların hepsinden kuvvetli bir sözleşmeyle mîsak aldık;
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 33:7     أَخَذْنَا     eḣaƶnā     biz almıştık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ أَخَذْنَا مِنَ النَّبِيِّينَ مِيثَاقَهُمْ وَمِنْكَ وَمِنْ نُوحٍ وَإِبْرَاهِيمَ وَمُوسَىٰ وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ ۖ وَأَخَذْنَا مِنْهُمْ مِيثَاقًا غَلِيظًا

Ve iz ehaznâ minen nebîyyîne mîsâkahum ve minke ve min nûhın ve ibrâhîme ve mûsâ ve îsebni meryeme ve ehaznâ minhum mîsâkan galîzâ(galîzan).

Biz, peygamberlerden mîsaklarını almıştık. Senden de mîsak aldık. Nûh´tan, İbrahim´den, Mûsa´dan, Meryem oğlu İsa´dan, bunların hepsinden kuvvetli bir sözleşmeyle mîsak aldık;
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 33:61     أُخِذُوا     uḣiƶū     yakalanırlar
 
Fiil    Edilgen     3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

مَلْعُونِينَ ۖ أَيْنَمَا ثُقِفُوا أُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْتِيلًا

Mel’ûnîn(mel’ûnîne), eyne mâ sukıfû uhızû ve kuttılû taktîlâ(taktîlen).

Lanetlenmiş hale gelirler. Rastlandıkları yerde enselenirler, öldürülür de öldürülürler.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 34:51     وَأُخِذُوا     ve uḣiƶū     ve yakalanmışlardır
 
Fiil    Edilgen     3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَوْ تَرَىٰ إِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَأُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَرِيبٍ

Ve lev terâ iz feziû fe lâ fevte ve uhızû min mekânin karîb(karîbin).

Bir görsen onları korku ve telaşa düştüklerinde! Artık kaçış, kurtuluş yok! Çok yakın bir yerden yakalanmışlardır.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 35:26     أَخَذْتُ     eḣaƶtu     ben de yakaladım
 
Fiil         1. şahıs, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

ثُمَّ أَخَذْتُ الَّذِينَ كَفَرُوا ۖ فَكَيْفَ كَانَ نَكِيرِ

Summe ehaztullezîne keferû fe keyfe kâne nekîr(nekîri).

Sonra ben, inkâr edenleri yakaladım. Ama nasıl oldu benim azabım?!
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 36:49     تَأْخُذُهُمْ     te’ḣuƶuhum     ansızın onları yakalar
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

مَا يَنْظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ

Mâ yenzurûne illâ sayhaten vâhıdeten te’huzuhum ve hum yahıssımûn(yahıssımûne).

Sadece korkunç titreşimli bir sesi bekliyorlar. Onlar çekişip dururlarken, o ses kendilerini enseleyecektir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 38:44     وَخُذْ     ve ḣuƶ     ve al
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Emir Kipi      
    

وَخُذْ بِيَدِكَ ضِغْثًا فَاضْرِبْ بِهِ وَلَا تَحْنَثْ ۗ إِنَّا وَجَدْنَاهُ صَابِرًا ۚ نِعْمَ الْعَبْدُ ۖ إِنَّهُ أَوَّابٌ

Ve huz bi yedike dıgsen fadrıb bihî ve lâ tahnes, innâ vecednâhu sâbira(sâbiren), ni’mel abd(abdu), innehû evvâb(evvâbun).

"Eline bir demet sap al da onunla vur ve yeminine ters düşmüş olma!" dedik. Biz onu sabırlı bulduk. Ne güzel kuldu o! Bize yönelen, yakaran biriydi o.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 40:5     لِيَأْخُذُوهُ     liye’ḣuƶūhu     yakalamağa
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْأَحْزَابُ مِنْ بَعْدِهِمْ ۖ وَهَمَّتْ كُلُّ أُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ ۖ وَجَادَلُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ فَأَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ

Kezzebet kablehum kavmu nûhın vel ahzâbu min ba’dıhım ve hemmet kullu ummetin bi resûlihim li ye’huzûhu ve câdelû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka fe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).

Onlardan önce Nûh kavmi yalanlamıştı. Onlardan sonra gelen oymaklar da. Her ümmet kendilerine gelen elçiyi yakalasınlar diye uğraştı. Ve hakkı işlemez kılmak için yanlışı/tutarsızlığı esas alarak mücadele ettiler; nihayet onları yakaladım. Nasıl olmuştu azabım?!
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 40:5     فَأَخَذْتُهُمْ     feeḣaƶtuhum     bu yüzden onları yakaladım
 
Fiil         1. şahıs, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْأَحْزَابُ مِنْ بَعْدِهِمْ ۖ وَهَمَّتْ كُلُّ أُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ ۖ وَجَادَلُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ فَأَخَذْتُهُمْ ۖ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ

Kezzebet kablehum kavmu nûhın vel ahzâbu min ba’dıhım ve hemmet kullu ummetin bi resûlihim li ye’huzûhu ve câdelû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka fe ehaztuhum, fe keyfe kâne ıkâb(ıkâbi).

Onlardan önce Nûh kavmi yalanlamıştı. Onlardan sonra gelen oymaklar da. Her ümmet kendilerine gelen elçiyi yakalasınlar diye uğraştı. Ve hakkı işlemez kılmak için yanlışı/tutarsızlığı esas alarak mücadele ettiler; nihayet onları yakaladım. Nasıl olmuştu azabım?!
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 40:21     فَأَخَذَهُمُ     feeḣaƶehumu     fakat onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

أَوَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ كَانُوا مِنْ قَبْلِهِمْ ۚ كَانُوا هُمْ أَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَآثَارًا فِي الْأَرْضِ فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ بِذُنُوبِهِمْ وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنَ اللَّهِ مِنْ وَاقٍ

E ve lem yesîrû fîl ardı fe yenzurû keyfe kâne âkibetullezîne kânû min kablihim, kânû hum eşedde min hum kuvveten ve âsâran fîl ardı fe ehazehumullâhu bi zunûbihim ve mâ kâne lehum minallâhi min vâk(vâkın).

Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden öncekilerin sonları nice olmuş görsünler? Onlar, hem kuvvetçe hem de yeryüzündeki eserler bakımından bunlardan daha zorlu idiler. Ama Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Ve Allah´a karşı bir koruyanları da olmadı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 40:22     فَأَخَذَهُمُ     feeḣaƶehumu     bu yüzden onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانَتْ تَأْتِيهِمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَكَفَرُوا فَأَخَذَهُمُ اللَّهُ ۚ إِنَّهُ قَوِيٌّ شَدِيدُ الْعِقَابِ

Zâlike bi ennehum kânet te’tîhim rusuluhum bil beyyinâti fe keferû fe ehazehumullâh(ehazehumullâhu), innehu kaviyyun şedîdul ikâb(ikâbi).

Sebep şuydu: Resulleri onlara açık seçik mesajlar getirirdi de onlar inkâr ederlerdi. Sonunda Allah hepsini yakaladı. O çok güçlüdür, azabı da şiddetlidir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 41:17     فَأَخَذَتْهُمْ     feeḣaƶethum     böylece onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَأَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمَىٰ عَلَى الْهُدَىٰ فَأَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

Ve emmâ semûdu fe hedeynâhum festehabbûl amâ alel hudâ fe ehazethum sâıkatul azâbil hûni bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).

Semûd´a gelince, biz onlara kılavuzluk ettik ama onlar körlüğü hidayete tercih ettiler. Bunun üzerine, kazandıkları yüzünden, alçaltıcı azabın yıldırımı onları yakaladı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 43:48     وَأَخَذْنَاهُمْ     ve eḣaƶnāhum     ve onları yakaladık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَمَا نُرِيهِمْ مِنْ آيَةٍ إِلَّا هِيَ أَكْبَرُ مِنْ أُخْتِهَا ۖ وَأَخَذْنَاهُمْ بِالْعَذَابِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

Ve mâ nurîhim min âyetin illâ hiye ekberu min uhtihâ ve ehaznâhum bil azâbi leallehum yerciûn(yerciûne).

Onlara gösterir olduğumuz her ayet/alâmet, kızkardeşi ayet/alâmetten mutlaka daha büyüktür. Belki dönerler diye onları azapla da yakalamışızdır.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 44:47     خُذُوهُ     ḣuƶūhu     tutun onu
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ إِلَىٰ سَوَاءِ الْجَحِيمِ

Huzûhu fa’tilûhu ilâ sevâil cahîm(cahîmi).

"Tutun onu, cehennemin tam ortasına götürün!"
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 48:15     لِتَأْخُذُوهَا     lite’ḣuƶūhā     onları almak için
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ إِذَا انْطَلَقْتُمْ إِلَىٰ مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْ ۖ يُرِيدُونَ أَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللَّهِ ۚ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذَٰلِكُمْ قَالَ اللَّهُ مِنْ قَبْلُ ۖ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَا ۚ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ إِلَّا قَلِيلًا

Se yekûlul muhallefûne izentalaktum ilâ megânime li te’huzûhâ zerûnâ nettebi’kum, yurîdûne en yubeddilû kelâmallâh(kelâmallâhi), kul len tettebiûnâ kezâlikum kâlallâhu min kabl(kablu), fe se yekûlûne bel tahsudûnenâ, bel kânû lâ yefkahûne illâ kalîlâ(kalîlen).

Geri bırakılanlar, ganimetleri almak üzere gittiğiniz zaman şöyle diyecekler: "İzin verin, biz de size uyalım!" Onlar Allah´ın kelamını değiştirmek istiyorlar. De ki: "Bize asla uyamazsınız! Allah önceden de böyle buyurmuştu." Bu kez şöyle diyecekler: "Hayır, siz bizi kıskanıyorsunuz." İşin doğrusu şu ki, onlar çok az anlıyorlar/onlar, az bir kısmı hariç, anlamıyorlar.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 48:19     يَأْخُذُونَهَا     ye’ḣuƶūnehā     alacakları
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَمَغَانِمَ كَثِيرَةً يَأْخُذُونَهَا ۗ وَكَانَ اللَّهُ عَزِيزًا حَكِيمًا

Ve megânime kesîreten ye’huzûnehâ, ve kânallâhu azîzen hakîmâ(hakîmen).

Alacakları birçok ganimetler de nasip etmiştir. Allah Azîz´dir, Hakîm´dir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 48:20     تَأْخُذُونَهَا     te’ḣuƶūnehā     elde edeceğiniz
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَعَدَكُمُ اللَّهُ مَغَانِمَ كَثِيرَةً تَأْخُذُونَهَا فَعَجَّلَ لَكُمْ هَٰذِهِ وَكَفَّ أَيْدِيَ النَّاسِ عَنْكُمْ وَلِتَكُونَ آيَةً لِلْمُؤْمِنِينَ وَيَهْدِيَكُمْ صِرَاطًا مُسْتَقِيمًا

Vaadekumullâhu megânime kesîreten te’huzûnehâ fe accele lekum hâzihî ve keffe eydiyen nâsi ankum, ve li tekûne âyeten lil mu’minîne ve yehdiyekum sırâtan mustekîmâ(mustekîmen).

Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaat etti. Şunu da size aceleden verdi ve insanların ellerini de sizden uzak tuttu ki bu, inananlara bir ibret olsun ve Allah sizi dosdoğru yola kılavuzlasın.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 51:40     فَأَخَذْنَاهُ     feeḣaƶnāhu     biz de onu yakaladık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ

Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemmi ve huve mulîm(mulîmun).

Bunun üzerine, onu da ordusunu da yakalayıp suyun ortasına fırlattık. Kendi kendini kınayıp duruyordu.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 51:44     فَأَخَذَتْهُمُ     feeḣaƶethumu     bu yüzden onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ

Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus sâikatu ve hum yanzurûn(yanzurûne).

Daha sonra onlar, Rablerinin emrine kafa tuttular da gözleri baka baka yıldırım kendilerini yakaladı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 54:42     فَأَخَذْنَاهُمْ     feeḣaƶnāhum     biz de onları yakaladık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ

Kezzebû bi âyâtinâ kullihâ fe ehaznâhum ahze azîzin muktedir(muktedirin).

Ayetlerimizin tümünü yalanladılar da biz de onları onurlu ve güçlü birine yaraşır bir yakalayışla yakaladık.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 55:41     فَيُؤْخَذُ     fe yu'ḣaƶu     ve tutulur
 
Fiil    Edilgen     3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يُعْرَفُ الْمُجْرِمُونَ بِسِيمَاهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّوَاصِي وَالْأَقْدَامِ

Yu’reful mucrımûne bi sîmâhum fe yu’hazu bin nevâsî vel akdâm(akdâmi).

Suçlular, yüzlerinden tanınır da yakalanırlar perçemlerinden ve ayaklarından.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 57:8     أَخَذَ     eḣaƶe     aldığı (halde)
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَمَا لَكُمْ لَا تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ ۙ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ لِتُؤْمِنُوا بِرَبِّكُمْ وَقَدْ أَخَذَ مِيثَاقَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

Ve mâ lekum lâ tu’minûne billâh(billâhi), ver resûlu yed’ûkum li tû’minû bi rabbikum ve kad e haze mîsâkakum in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

İman sahipleri iseniz size ne oluyor da Allah´a güvenmiyorsunuz? Oysaki Resul sizi Rabbinize inanmaya çağırıyor, sizden kuvvetli bir söz de almıştır.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 57:15     يُؤْخَذُ     yu'ḣaƶu     alınmaz
 
Fiil    Edilgen     3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

فَالْيَوْمَ لَا يُؤْخَذُ مِنْكُمْ فِدْيَةٌ وَلَا مِنَ الَّذِينَ كَفَرُوا ۚ مَأْوَاكُمُ النَّارُ ۖ هِيَ مَوْلَاكُمْ ۖ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ

Fel yevme lâ yû’hazu minkum fîd yetun ve lâ minellezîne keferû, me’vâkumun nâr(nâru), hiye mevlâkum, ve bi’sel masîr(masîru).

Bugün artık ne sizden fidye alınır ne de küfre sapanlardan. Varacağınız yer ateştir. Odur sizin mevlânız. Ne kötü dönüş yeridir o!
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 59:7     فَخُذُوهُ     feḣuƶūhu     onu alın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

مَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَىٰ رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَىٰ فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَىٰ وَالْيَتَامَىٰ وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاءِ مِنْكُمْ ۚ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۖ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

Mâ efâ allâhu alâ resûlihî min ehlil kurâ fe lillâhi ve lir resûli ve lizîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli key lâ yekûne dûleten beynel agniyâi minkum, ve mâ âtâkumur resûlu fe huzûhu ve mâ nehâkum anhu fentehû, vettekûllâh(vettekûllâhe), innallâhe şedîdul ikâb(ikâbi).

Allah´ın, kentler halkından resulüne zahmetsizce aktardığı mal ve nimetler şunlar içindir: Allah, Peygamber, yakınlar, yetimler, yoksullar, yolda kalmışlar. Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zengin olanlar arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın. Resul size ne verdiyse onu alın; sizi neden yasakladıysa ona son verin ve Allah´tan korkun. Hiç kuşkusuz, Allah´ın azabı çok şiddetlidir.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 69:10     فَأَخَذَهُمْ     feeḣaƶehum     O da onları yakaladı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ فَأَخَذَهُمْ أَخْذَةً رَابِيَةً

Fe asav resûle rabbihim fe ehazehum ahzeten râbiyeh(râbiyeten).

Rablerinin resulüne isyan ettiler de O da onları, şiddeti arttıkça artan bir yakalayışla yakaladı.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 69:30     خُذُوهُ     ḣuƶūhu     tutun onu
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

خُذُوهُ فَغُلُّوهُ

Huzûhu fe gullûh(gullûhu).

"Tutun onu, derhal bağlayın onu!"
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 69:45     لَأَخَذْنَا     leeḣaƶnā     elbette alırdık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ

Le ehaznâ minhu bil yemîn(yemîni).

Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 73:16     فَأَخَذْنَاهُ     feeḣaƶnāhu     biz de onu yakaladık
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

فَعَصَىٰ فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَأَخَذْنَاهُ أَخْذًا وَبِيلًا

Fe asâ fir’avnur resûle fe ehaznâhu ahzen vebîlâ(vebîlen).

Ama Firavun, resule isyan etti de biz onu korkunç bir tutuşla tutuverdik.
 


أَخَذَ
[HyperLink1] 79:25     فَأَخَذَهُ     feeḣaƶehu     onu cezalandırdı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَأَخَذَهُ اللَّهُ نَكَالَ الْآخِرَةِ وَالْأُولَىٰ

Fe ehazehullâhu nekâlel âhıreti vel ûlâ.

Bunun üzerine Allah, onu sonraya ve önceye ibret olmak üzere bir ceza ile çarptı.
 


أَخْذ
[HyperLink1] 4:161     وَأَخْذِهِمُ     ve eḣƶihimu     ve almalarından ötürü
 
İsim       İsim Fiil  Eril    Mecrûr İsim    
    

وَأَخْذِهِمُ الرِّبَا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَأَكْلِهِمْ أَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ ۚ وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ مِنْهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا

Ve ahzihimur ribâ ve kad nuhû anhu ve eklihim emvâlen nâsi bil bâtıl(bâtılı) ve a’tednâ lil kâfirîne minhum azâben elîmâ(elîmen).

Ve ribayı almaları yüzünden -oysaki ondan yasaklanmışlardı- ve haksız yollarla insanların mallarını yemeleri yüzünden onların küfre sapanlarına korkunç bir azap hazırladık.
 


أَخْذ
[HyperLink1] 11:102     أَخْذَهُ     eḣƶehu     O’nun yakalaması
 
İsim       İsim Fiil  Eril    Mansûb İsim    
    

وَكَذَٰلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَىٰ وَهِيَ ظَالِمَةٌ ۚ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ

Ve kezâlike ahzu rabbike izâ ehazel kurâ ve hiye zâlimeh(zâlimetun), inne ahzehû elîmun şedîd(şedîdun).

Rabbin zulme sapan kentleri/medeniyetleri çarptığı zaman, işte böyle çarpar. O´nun çarpması gerçekten korkunçtur, şiddetlidir.
 


أَخْذ
[HyperLink1] 11:102     أَخْذُ     eḣƶu     yakalaması
 
İsim       İsim Fiil  Eril    Merfû` İsim    
    

وَكَذَٰلِكَ أَخْذُ رَبِّكَ إِذَا أَخَذَ الْقُرَىٰ وَهِيَ ظَالِمَةٌ ۚ إِنَّ أَخْذَهُ أَلِيمٌ شَدِيدٌ

Ve kezâlike ahzu rabbike izâ ehazel kurâ ve hiye zâlimeh(zâlimetun), inne ahzehû elîmun şedîd(şedîdun).

Rabbin zulme sapan kentleri/medeniyetleri çarptığı zaman, işte böyle çarpar. O´nun çarpması gerçekten korkunçtur, şiddetlidir.
 


أَخْذ
[HyperLink1] 54:42     أَخْذَ     eḣƶe     yakalaması gibi
 
İsim       İsim Fiil  Eril    Mansûb İsim    
    

كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا كُلِّهَا فَأَخَذْنَاهُمْ أَخْذَ عَزِيزٍ مُقْتَدِرٍ

Kezzebû bi âyâtinâ kullihâ fe ehaznâhum ahze azîzin muktedir(muktedirin).

Ayetlerimizin tümünü yalanladılar da biz de onları onurlu ve güçlü birine yaraşır bir yakalayışla yakaladık.
 


أَخْذ
[HyperLink1] 69:10     أَخْذَةً     eḣƶeten     bir yakalayışla
 
İsim       İsim Fiil  Dişil    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

فَعَصَوْا رَسُولَ رَبِّهِمْ فَأَخَذَهُمْ أَخْذَةً رَابِيَةً

Fe asav resûle rabbihim fe ehazehum ahzeten râbiyeh(râbiyeten).

Rablerinin resulüne isyan ettiler de O da onları, şiddeti arttıkça artan bir yakalayışla yakaladı.
 


أَخْذ
[HyperLink1] 73:16     أَخْذًا     eḣƶen     bir yakalayışla
 
İsim       İsim Fiil  Eril    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

فَعَصَىٰ فِرْعَوْنُ الرَّسُولَ فَأَخَذْنَاهُ أَخْذًا وَبِيلًا

Fe asâ fir’avnur resûle fe ehaznâhu ahzen vebîlâ(vebîlen).

Ama Firavun, resule isyan etti de biz onu korkunç bir tutuşla tutuverdik.
 


اخِذ
[HyperLink1] 2:267     بِاخِذِيهِ     biāḣiƶīhi     kendinize alamayacağınız
 
İsim    Etken     Eril, Çoğul    Mecrûr İsim    
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَنْفِقُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا كَسَبْتُمْ وَمِمَّا أَخْرَجْنَا لَكُمْ مِنَ الْأَرْضِ ۖ وَلَا تَيَمَّمُوا الْخَبِيثَ مِنْهُ تُنْفِقُونَ وَلَسْتُمْ بِآخِذِيهِ إِلَّا أَنْ تُغْمِضُوا فِيهِ ۚ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ حَمِيدٌ

Yâ eyyuhellezîne âmenû enfikû min tayyibâti mâ kesebtum ve mimmâ ahracnâ lekum minel ard(ardı), ve lâ teyemmemûl habîse minhu tunfikûne ve lestum bi âhızîhı illâ en tugmidû fîh(fîhî), va’lemû ennallâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).

Ey iman sahipleri! Kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkarmış olduklarımızın temiz ve güzellerinden infak edin. Kendinizin göz yummadan alıcısı olmadığınız pis/bayağı şeyleri vermeye kalkmayın. Bilin ki Allah Ganî´dir, cömertliğine sınır yoktur; Hamîd´dir, bütün övgülerin sahibidir/övgüye layık olanları gereğince över.
 


اخِذ
[HyperLink1] 11:56     اخِذٌ     āḣiƶun     tutmadığı
 
İsim    Etken     Eril    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللَّهِ رَبِّي وَرَبِّكُمْ ۚ مَا مِنْ دَابَّةٍ إِلَّا هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا ۚ إِنَّ رَبِّي عَلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ

İnnî tevekkeltu alâllâhi rabbî ve rabbikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi nâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin).

"Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah´a dayanıp güvendim. Hiçbir canlı yoktur ki O, onu perçeminden yakalamış olmasın. Hiç kuşkusuz benim Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir."
 


اخِذ
[HyperLink1] 51:16     اخِذِينَ     āḣiƶīne     alırlar
 
İsim    Etken     Eril, Çoğul    Mansûb İsim    
    

آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ

Âhizîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike muhsinîn(muhsinîne).

Rablerinin kendilerine verdiğini almış kişiler olarak. Doğrusu, onlar bundan önce de iyilik ve güzellik sergilemekteydiler.
 


مُتَّخِذ
[HyperLink1] 4:25     مُتَّخِذَاتِ     mutteḣiƶāti     ve (gizli) edinmemeleri
 
İsim  İfti’al Kalıbı  Etken     Dişil, Çoğul    Mansûb İsim    
    

وَمَنْ لَمْ يَسْتَطِعْ مِنْكُمْ طَوْلًا أَنْ يَنْكِحَ الْمُحْصَنَاتِ الْمُؤْمِنَاتِ فَمِنْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ مِنْ فَتَيَاتِكُمُ الْمُؤْمِنَاتِ ۚ وَاللَّهُ أَعْلَمُ بِإِيمَانِكُمْ ۚ بَعْضُكُمْ مِنْ بَعْضٍ ۚ فَانْكِحُوهُنَّ بِإِذْنِ أَهْلِهِنَّ وَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ مُحْصَنَاتٍ غَيْرَ مُسَافِحَاتٍ وَلَا مُتَّخِذَاتِ أَخْدَانٍ ۚ فَإِذَا أُحْصِنَّ فَإِنْ أَتَيْنَ بِفَاحِشَةٍ فَعَلَيْهِنَّ نِصْفُ مَا عَلَى الْمُحْصَنَاتِ مِنَ الْعَذَابِ ۚ ذَٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ الْعَنَتَ مِنْكُمْ ۚ وَأَنْ تَصْبِرُوا خَيْرٌ لَكُمْ ۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Ve men lem yestetı’ minkum tavlen en yenkıhal muhsanâtil mu’minâti fe min mâ meleket eymânukum min feteyâtikumul mu’minât(mu’minâti) vallâhu a’lemu bi îmânikum ba’dukum min ba’d(ba’dın), fenkihûhunne bi izni ehlihinne ve âtûhunne ucûrehunne bil ma’rûfi muhsanâtin gayre musâfihâtin ve lâ muttehızâti ehdân(ehdânin), fe izâ uhsinne fe in eteyne bi fâhışetin fe aleyhinne nısfu mâ alel muhsanâti minel azâb(azâbi), zâlike li men haşiyel anete minkum ve en tasbirû hayrun lekum vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).

İnanmış hür kadınları nikâhlama genişliğine gücü yetmeyeniniz, ellerinizin altındaki genç, mümin köle kızlarından biriyle evlensin. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Hep birbirinizdensiniz. O halde onları, ailelerinin izniyle nikâhlayın. Gizli dost edinmeyerek, zinadan uzak kalarak, iffetli hanımlar olmaları şartıyla onların mehirlerini örfe uygun bir biçimde verin. Evliliğe geçtikten sonra bir fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara uygulanan cezasının yarısı uygulanacaktır. Bu, köle ile evlenme yolu, günaha ve sıkıntıya girmekten korkanınız içindir. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah çok affedici, çok merhametlidir.
 


مُتَّخِذ
[HyperLink1] 5:5     مُتَّخِذِي     mutteḣiƶī     ve tutmayan
 
İsim  İfti’al Kalıbı  Etken     Eril, Çoğul    Mecrûr İsim    
    

الْيَوْمَ أُحِلَّ لَكُمُ الطَّيِّبَاتُ ۖ وَطَعَامُ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ ۖ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ إِذَا آتَيْتُمُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ وَلَا مُتَّخِذِي أَخْدَانٍ ۗ وَمَنْ يَكْفُرْ بِالْإِيمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ فِي الْآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ

El yevme uhılle lekumut tayyibât(tayyibâtu) ve taâmullezîne ûtûl kitâbe hıllun lekum ve taâmukum hıllun lehum vel muhsanâtu minel mu’minâti vel muhsanâtu min ellezîne utûl kitâbe min kablikum izâ âteytumûhunne ucûrehunne muhsınîne gayra musâfihîne ve lâ muttehızî ehdân(ehdânin) ve men yekfur bil îmâni fe kad habita ameluhu ve huve fîl âhıreti minel hâsirîn(hâsirîne).

Bugün size bütün temiz nimetler helal kılındı. Kendilerine kitap verilmiş olanların yemekleri size helaldir. Sizin yemekleriniz de onlara helaldir. Mümin kadınların iffetlileriyle, sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanların iffetli hanımları da mehirlerini verdiğiniz takdirde; iffetinizi korumanız, zinadan uzak kalmanız ve şunu-bunu dost tutmamanız şartıyla size helaldir. İmanı tanımayıp nankörlük edenin ameli boşa gitmiştir. Ve o, âhirette de hüsrana uğrayanlardandır.
 


مُتَّخِذ
[HyperLink1] 18:51     مُتَّخِذَ     mutteḣiƶe     edinmiş
 
İsim  İfti’al Kalıbı  Etken     Eril    Mansûb İsim    
    

مَا أَشْهَدْتُهُمْ خَلْقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَا خَلْقَ أَنْفُسِهِمْ وَمَا كُنْتُ مُتَّخِذَ الْمُضِلِّينَ عَضُدًا

Mâ eşhedtuhum halkas semâvâti vel ardı ve lâ halka enfusihim ve mâ kuntu muttehızel mudıllîne adudâ(aduden).

Ben onları ne göklerle yerin yaratılmasına, hatta ne kendilerinin yaratılmasına tanık tuttum. Ben, sapıp gitmişleri yardımcı edinecek değilim.
 


يُؤَاخِذُ
[HyperLink1] 2:225     يُؤَاخِذُكُمُ     yu'āḣiƶukumu     sizi sorumlu tutmaz
 
Fiil  Mufa’ale Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ ۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ

Lâ yuâhızukumullâhu bil lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhızukum bi mâ kesebet kulûbukum vallâhu gafûrun halîm(halîmun).

Allah sizi, dil sürçmesi sonucu lağv olarak yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz; ama O sizi kalplerinizin kazandığından hesaba çeker. Allah Gafûr´dur, çok affeder; Halîm´dir, çok yumuşak davranır.
 


يُؤَاخِذُ
[HyperLink1] 2:225     يُؤَاخِذُكُمْ     yu'āḣiƶukum     sorumlu tutar
 
Fiil  Mufa’ale Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا كَسَبَتْ قُلُوبُكُمْ ۗ وَاللَّهُ غَفُورٌ حَلِيمٌ

Lâ yuâhızukumullâhu bil lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhızukum bi mâ kesebet kulûbukum vallâhu gafûrun halîm(halîmun).

Allah sizi, dil sürçmesi sonucu lağv olarak yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz; ama O sizi kalplerinizin kazandığından hesaba çeker. Allah Gafûr´dur, çok affeder; Halîm´dir, çok yumuşak davranır.
 


يُؤَاخِذُ
[HyperLink1] 2:286     تُؤَاخِذْنَا     tu'āḣiƶnā     bizi sorumlu tutma
 
Fiil  Mufa’ale Kalıbı       2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ ۗ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِ ۖ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا ۚ أَنْتَ مَوْلَانَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ lehâ mâ kesebet ve aleyhâ mektesebet rabbenâ lâ tuâhıznâ in nesînâ ev ahta’nâ, rabbenâ ve lâ tahmil aleynâ ısran kemâ hameltehu alellezîne min kablinâ, rabbenâ ve lâ tuhammilnâ mâ lâ tâkate lenâ bih(bihî), va’fu annâ, vagfir lenâ, verhamnâ, ente mevlânâ fensurnâ alel kavmil kâfirîn(kâfirîne).

Allah hiç bir benliğe, yaratılış kapasitesinin üstünde bir yük yüklemez/teklifte bulunmaz. Her benliğin yaptığı iyilik kendi lehine, işlediği kötülük kendi aleyhinedir/kişinin hem kendisi hem başkaları için kazandığı onun lehine, yalnız kendi nefsi için kazandığı onun aleyhinedir/kişinin kendi emeği ile kazandığı lehine, başkalarının sırtından kazandığı aleyhinedir. "Ey Rabb´imiz! Unutur yahut hata edersek bizi hesaba çekme. Ey Rabb´imiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabb´imiz! Bize, güç yetiremeyeceğimiz şeyleri de yükleme. Affet bizi, bağışla bizi, acı bize. Sen bizim Mevlâ´mızsın. Küfre sapanlar topluluğuna karşı yardım et bize!"
 


يُؤَاخِذُ
[HyperLink1] 5:89     يُؤَاخِذُكُمُ     yu'āḣiƶukumu     sizi sorumlu tutmaz
 
Fiil  Mufa’ale Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْأَيْمَانَ ۖ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ ۖ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ ۚ ذَٰلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ ۚ وَاحْفَظُوا أَيْمَانَكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Lâ yuâhizukumullâhu bil lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhizukum bimâ akkadtumul eymân(eymâne), fe keffâretuhu it’âmu aşereti mesâkîne min evsatı mâ tut’ımûne ehlîkum ev kisvetuhum ev tahrîru rakabeh(rakabetin) fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti eyyâm(eyyâmin) zâlike keffâretu eymânikum izâ haleftum vahfezû eymânekum kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihi leallekum teşkurûn(teşkurûne).

Allah sizi yeminlerinizdeki boş lakırdıdan ötürü hesaba çekmez, ama bilinçli olarak gerçekleştirdiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutar. Böyle bir yeminin keffâreti, ailenize yedirmekte olduğunuzun orta derecesinden on yoksulu doyurmak, yahut onları giydimek, yahut da özgürlüğünden yoksun kalmış bir benliği özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara imkân bulamayan üç gün oruç tutar. Yemin ettiğinizde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini böyle açıklar ki şükredebilesiniz.
 


يُؤَاخِذُ
[HyperLink1] 5:89     يُؤَاخِذُكُمْ     yu'āḣiƶukum     sizi sorumlu tutar
 
Fiil  Mufa’ale Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللَّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ وَلَٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْأَيْمَانَ ۖ فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ أَوْ كِسْوَتُهُمْ أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ ۖ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلَاثَةِ أَيَّامٍ ۚ ذَٰلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ ۚ وَاحْفَظُوا أَيْمَانَكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ يُبَيِّنُ اللَّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Lâ yuâhizukumullâhu bil lagvi fî eymânikum ve lâkin yuâhizukum bimâ akkadtumul eymân(eymâne), fe keffâretuhu it’âmu aşereti mesâkîne min evsatı mâ tut’ımûne ehlîkum ev kisvetuhum ev tahrîru rakabeh(rakabetin) fe men lem yecid fe sıyâmu selâseti eyyâm(eyyâmin) zâlike keffâretu eymânikum izâ haleftum vahfezû eymânekum kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihi leallekum teşkurûn(teşkurûne).

Allah sizi yeminlerinizdeki boş lakırdıdan ötürü hesaba çekmez, ama bilinçli olarak gerçekleştirdiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutar. Böyle bir yeminin keffâreti, ailenize yedirmekte olduğunuzun orta derecesinden on yoksulu doyurmak, yahut onları giydimek, yahut da özgürlüğünden yoksun kalmış bir benliği özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara imkân bulamayan üç gün oruç tutar. Yemin ettiğinizde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini böyle açıklar ki şükredebilesiniz.
 


يُؤَاخِذُ
[HyperLink1] 16:61     يُؤَاخِذُ     yu'āḣiƶu     cezalandırsaydı
 
Fiil  Mufa’ale Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِظُلْمِهِمْ مَا تَرَكَ عَلَيْهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَا يَسْتَقْدِمُونَ

Ve lev yuâhızullâhun nâse bi zulmihim mâ tereke aleyhâ min dâbbetin ve lâkin yuahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum lâ yeste’hırûne sâaten ve lâ yestakdimûn(yestakdimûne).

Eğer Allah, insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı, yeryüzünde debelenen bir şey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları belirli bir süreye kadar erteliyor. Süreleri geldiğinde ise ne bir saat geri kalırlar ne de öne geçebilirler.
 


يُؤَاخِذُ
[HyperLink1] 18:58     يُؤَاخِذُهُمْ     yuāḣiƶuhum     onları hemen cezalandırsaydı
 
Fiil  Mufa’ale Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَرَبُّكَ الْغَفُورُ ذُو الرَّحْمَةِ ۖ لَوْ يُؤَاخِذُهُمْ بِمَا كَسَبُوا لَعَجَّلَ لَهُمُ الْعَذَابَ ۚ بَلْ لَهُمْ مَوْعِدٌ لَنْ يَجِدُوا مِنْ دُونِهِ مَوْئِلًا

Ve rabbukel gafûru zur rahmeh(rahmeti), lev yuâhızuhum bi mâ kesebû le accele lehumul azâb(azâbe), bel lehum mev’ıdun len yecidû min dûnihî mev’ilâ(mev’ilen).

O affedici, o rahmet sahibi Rabbin, onları, kazandıkları yüzünden hesaba çekseydi, kendileri için azabı mutlaka çabuklaştırırdı. Böyle olmamıştır, ama onlar için, hiçbir kaçıp kurtulma imkânı bulamayacakları bir hesap sorma zamanı öngörülmüştür.
 


يُؤَاخِذُ
[HyperLink1] 18:73     تُؤَاخِذْنِي     tu'āḣiƶnī     beni kınama
 
Fiil  Mufa’ale Kalıbı       2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قَالَ لَا تُؤَاخِذْنِي بِمَا نَسِيتُ وَلَا تُرْهِقْنِي مِنْ أَمْرِي عُسْرًا

Kâle lâ tuâhıznî bimâ nesîtu ve lâ turhıknî min emrî usrâ(usren).

Mûsa dedi: "Unuttuğum için beni azarlama; bu yaptığımdan dolayı da bana zorluk çıkarma."
 


يُؤَاخِذُ
[HyperLink1] 35:45     يُؤَاخِذُ     yu'āḣiƶu     cezalandıracak olsaydı
 
Fiil  Mufa’ale Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَوْ يُؤَاخِذُ اللَّهُ النَّاسَ بِمَا كَسَبُوا مَا تَرَكَ عَلَىٰ ظَهْرِهَا مِنْ دَابَّةٍ وَلَٰكِنْ يُؤَخِّرُهُمْ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ كَانَ بِعِبَادِهِ بَصِيرًا

Ve lev yûâhızullâhun nâse bimâ kesebû mâ tereke alâ zahrihâ min dâbbetin, ve lâkin yûahhıruhum ilâ ecelin musemmâ(musemmen), fe izâ câe eceluhum fe innallâhe kâne bi ibâdihî basîrâ(basîren).

Eğer Allah, insanları, kazandıkları yüzünden hesaba çekseydi, yerkürenin sırtında hiçbir canlı bırakmazdı. Ne var ki, onları belirli bir süreye kadar, ecelleri gelinceye kadar erteliyor. Allah, kullarını iyice görmektedir.
 


ٱتِّخَاذ
[HyperLink1] 2:54     بِاتِّخَاذِكُمُ     biAttiḣāƶikumu     (tanrı) edinmekle
 
İsim  İfti’al Kalıbı     İsim Fiil  Eril    Mecrûr İsim    
    

وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنَّكُمْ ظَلَمْتُمْ أَنْفُسَكُمْ بِاتِّخَاذِكُمُ الْعِجْلَ فَتُوبُوا إِلَىٰ بَارِئِكُمْ فَاقْتُلُوا أَنْفُسَكُمْ ذَٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ عِنْدَ بَارِئِكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ ۚ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

Ve iz kâle mûsâ li kavmihî yâ kavmi innekum zalemtum enfusekum bittihâzikumul icle fe tûbû ilâ bâriikum faktulû enfusekum zâlikum hayrun lekum inde bâriikum fe tâbe aleykum innehu huvet tevvâbur rahîm(rahîmu).

Hani Mûsa, toplumuna demişti ki: "Ey toplumum, buzağıyı tanrı edinmenizle öz benliklerinize zulmettiniz. Hadi, yaratıcınıza, Bâri´nize tövbe edin; egolarınızı öldürün. Böyle yapmanız yaratıcınız katında sizin için daha iyidir; O sizin tövbelerinizi kabul eder. Hiç kuşkusuz O, evet O, tövbeleri çok kabul edendir, rahmeti sonsuz olandır."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 2:51     اتَّخَذْتُمُ     tteḣaƶtumu     siz (tanrı) edinmiştiniz
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذْ وَاعَدْنَا مُوسَىٰ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَنْتُمْ ظَالِمُونَ

Ve iz vâadnâ mûsâ erbaîne leyleten summettehaztumul icle min ba’dihî ve entum zâlimûn(zâlimûne).

Ve Mûsa ile kırk gece için sözleşmiştik de siz bunun ardından buzağıyı tanrı edinmiştiniz. Zulme sapmıştınız siz.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 2:67     أَتَتَّخِذُنَا     etetteḣiƶunā     bizimle ediyor musun?
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُكُمْ أَنْ تَذْبَحُوا بَقَرَةً ۖ قَالُوا أَتَتَّخِذُنَا هُزُوًا ۖ قَالَ أَعُوذُ بِاللَّهِ أَنْ أَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ

Ve iz kâle mûsâ li kavmihî innallâhe ye’murukum en tezbehû bakarah(bakaraten), kâlû e tettehızunâ huzuvâ(huzuven), kâle eûzu billâhi en ekûne minel câhilîn(câhilîne).

Mûsa, toplumuna dedi ki: "Allah size, bir inek kesmenizi emrediyor." Dediler ki: "Sen bizimle alay mı ediyorsun?" Dedi ki: "Cahillerden biri olmaktan Allah´a sığınırım."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 2:80     أَتَّخَذْتُمْ     etteḣaƶtum     aldınız mı?
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَقَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ إِلَّا أَيَّامًا مَعْدُودَةً ۚ قُلْ أَتَّخَذْتُمْ عِنْدَ اللَّهِ عَهْدًا فَلَنْ يُخْلِفَ اللَّهُ عَهْدَهُ ۖ أَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dûdeh(ma’dûdete), kul ettehaztum indallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehu(ahdehû) em tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

Dediler ki: "Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır." De ki: "Allah´tan bir ahit mi aldınız! Allah, ahdine asla ters düşmez. Yoksa siz Allah´a isnat ederek, bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?"
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 2:92     اتَّخَذْتُمُ     tteḣaƶtumu     (ilah) edinmiştiniz
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدْ جَاءَكُمْ مُوسَىٰ بِالْبَيِّنَاتِ ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِهِ وَأَنْتُمْ ظَالِمُونَ

Ve lekad câekum mûsâ bil beyyinâti summettehaztumul icle min ba’dihî ve entum zâlimûn(zâlimûne).

Yemin olsun ki, Mûsa size açık-seçik hak beyanlarla gelmişti de onun arkasından buzağıyı ilâh edinmiştiniz. Zalimlersiniz sizler.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 2:116     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     edindi
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَقَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا ۗ سُبْحَانَهُ ۖ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ

Ve kâlûttehazellâhu veleden, subhâneh(subhânehu), bel lehu mâ fîs semâvâti vel ard(ardı), kullun lehu kânitûn(kânitûne).

"Allah çocuk edindi." dediler. Haşâ! Böyle bir şeyden arınmıştır O! Tam aksine, göklerdekiler de yerdekiler de O´na aittir. Bunların tümü O´nun önünde boyun bükmektedir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 2:125     وَاتَّخِذُوا     vetteḣiƶū     siz de edinin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

وَإِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَأَمْنًا وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إِبْرَاهِيمَ مُصَلًّى ۖ وَعَهِدْنَا إِلَىٰ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ أَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّائِفِينَ وَالْعَاكِفِينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ

Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ(emnen), vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ(musallen) ve ahidnâ ilâ ibrâhîme ve ismâîle en tahhirâ beytiye lit tâifîne vel âkifîne ver rukkais sucûd(sucûdi).

Hatırla o zamanı ki, biz Beytullah´ı insanlar için sevap kazanmaya yönelik bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık. Siz de İbrahim´in makamından bir dua yeri edinin. İbrahim ve İsmail´e şu sözü ulaştırmıştık; "Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû-secde edenler için evimi temizleyin!"
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 2:165     يَتَّخِذُ     yetteḣiƶu     tutar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَنْدَادًا يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللَّهِ ۖ وَالَّذِينَ آمَنُوا أَشَدُّ حُبًّا لِلَّهِ ۗ وَلَوْ يَرَى الَّذِينَ ظَلَمُوا إِذْ يَرَوْنَ الْعَذَابَ أَنَّ الْقُوَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا وَأَنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعَذَابِ

Ve minen nâsi men yettehızu min dûnillâhi endâden yuhıbbûnehum ke hubbillâh(hubbillâhi), vellezîne âmenû eşeddu hubben lillâh(lillâhi), ve lev yerâllezîne zalemû iz yeravnel azâbe, ennel kuvvete lillâhi cemîan, ve ennellâhe şedîdul azâb(azâbi).

İnsanlar içinde öyleleri vardır ki, Allah dışında bazılarını Allah´a eş tutarlar da onları Allah´ı sevmiş gibi severler. İman sahipleri ise Allah´a sevgide çok kararlı ve taşkındırlar. Zulme saplananlar, azabı gördüklerinde tüm kuvvetin Allah´ta bulunduğunu, Allah´ın azabının çok şiddetli olduğunu fark edeceklerini anlayabilseler!
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 2:231     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     edinmeyin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَأَمْسِكُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ أَوْ سَرِّحُوهُنَّ بِمَعْرُوفٍ ۚ وَلَا تُمْسِكُوهُنَّ ضِرَارًا لِتَعْتَدُوا ۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَٰلِكَ فَقَدْ ظَلَمَ نَفْسَهُ ۚ وَلَا تَتَّخِذُوا آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا ۚ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَمَا أَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِهِ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe emsikûhunne bi ma’rûfin ev serrihûhunne bi ma’rûf(ma’rûfin), ve lâ tumsikûhunne dırâran li ta’tedû, ve men yef’al zâlike fe kad zaleme nefseh(nefsehu), ve lâ tettehızû âyâtillâhi huzuvâ(huzuven), vezkurû ni’metallâhi aleykum ve mâ enzele aleykum minel kitâbi vel hikmeti yeızukum bih(bihî), vettekûllâhe va’lemû ennallâhe bi kulli şey’in alîm(alîmun).

Kadınları boşadığınızda, bekleme sürelerini tamamladılar mı ya onları örfe uygun olarak tutun yahut da örfe uygun olarak serbest bırakın. Onları, zulmetmeniz için, zararlarına bir biçimde, tutmayın. Bunu yapan, öz benliğine zulmetmiş olur. Allah´ın ayetlerini eğlence aracı yapmayın. Allah´ın üzerinizdeki nimetini ve kendisiyle size öğüt vermek için indirdiği Kitap´ı ve hikmeti hatırlayın. Allah´tan korkun ve bilin ki, Allah her şeyi çok iyi bilmektedir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 3:28     يَتَّخِذِ     yetteḣiƶi     edinmesin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۖ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللَّهِ فِي شَيْءٍ إِلَّا أَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقَاةً ۗ وَيُحَذِّرُكُمُ اللَّهُ نَفْسَهُ ۗ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ

Lâ yettehizil mu’minûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne), ve men yef’al zâlike fe leyse minallâhi fî şey’in illâ en tettekû minhum tukâta(tukâten), ve yuhazzirukumullâhu nefseh(nefsehu), ve ilallâhil masîr(masîru).

Müminler, müminleri bırakıp da küfre sapanları gönül dostu edinmesinler. Kim bunu yaparsa Allah´la ilişiği kesilir. Ancak bir sakınma ile onlardan korunmanız müstesna. Allah sizi kendisinden sakınmaya çağırır. Ve dönüş yalnız Allah´adır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 3:64     يَتَّخِذَ     yetteḣiƶe     edinmeyelim
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ تَعَالَوْا إِلَىٰ كَلِمَةٍ سَوَاءٍ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ أَلَّا نَعْبُدَ إِلَّا اللَّهَ وَلَا نُشْرِكَ بِهِ شَيْئًا وَلَا يَتَّخِذَ بَعْضُنَا بَعْضًا أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ ۚ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُولُوا اشْهَدُوا بِأَنَّا مُسْلِمُونَ

Kul yâ ehlel kitâbi teâlev ilâ kelimetin sevâin beynenâ ve beynekum ellâ na’bude illâllâhe ve lâ nuşrike bihî şey’en ve lâ yettehize ba’dunâ ba’den erbâben min dûnillâh(dûnillâhi), fe in tevellev fe kûlûşhedû bi ennâ muslimûn(muslimûne).

De ki: "Ey Ehlikitap! Sizin ve bizim aramızda aynı olan şu söze gelin: "Allah´tan başkasına kulluk etmeyelim, O´na hiçbirşeyi ortak koşmayalım. Allah´ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim." Eğer yüz çevirirlerse şöyle söyle: "Tanık olun, biz müslümanlarız/Allah´a teslim olanlarız."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 3:80     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     edinin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَا يَأْمُرَكُمْ أَنْ تَتَّخِذُوا الْمَلَائِكَةَ وَالنَّبِيِّينَ أَرْبَابًا ۗ أَيَأْمُرُكُمْ بِالْكُفْرِ بَعْدَ إِذْ أَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

Ve lâ ye’murekum en tettehizûl melâikete ven nebiyyîne erbâbâ(erbâben), e ye’murukum bil kufri ba’de iz entum muslimûn(muslimûne).

Ve size melekleri ve peygamberleri rabler edinmenizi de emretmez. Siz, müslümanlar haline geldikten sonra inkârı mı emreder size?
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 3:118     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     edinmeyin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لَا يَأْلُونَكُمْ خَبَالًا وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ ۚ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الْآيَاتِ ۖ إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû bitâneten min dûnikum lâ ye’lûnekum habâlâ(habâlen), veddû mâ anittum, kad bedetil bagdâu min efvâhihim, ve mâ tuhfî sudûruhum ekber(ekberu), kad beyyennâ lekumul âyâti in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).

Ey iman sahipleri! Kendi dışınızdakilerden/seviyenizin altındakilerden bir kimseyi sırdaş edinmeyin. Sizi sarpa sardırıp perişan etmekten çekinmezler. Size sıkıntı verecek şeyi pek severler. Ağızlarından nefret ve öfke taşmaktadır. Göğüslerinin saklamakta olduğu ise daha büyüktür. Eğer aklınızı işletirseniz Allah size ayetlerini açık-seçik göstermiştir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 3:140     وَيَتَّخِذَ     ve yetteḣiƶe     ve edinmesi içindir
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

إِنْ يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِثْلُهُ ۚ وَتِلْكَ الْأَيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَيَتَّخِذَ مِنْكُمْ شُهَدَاءَ ۗ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِمِينَ

İn yemseskum karhun fe kad messel kavme karhun misluh(misluhu), ve tilkel eyyâmu nudâviluhâ beynen nâs(nâsi), ve li ya’lemallâhullezîne âmenû ve yettehize minkum şuhedâe vallâhu lâ yuhibbuz zâlimîn(zâlimîne).

Size bir yara değiyorsa, o topluma da benzeri bir yara mutlaka değmiştir. Bak işte günler! Biz onları insanlar arasında dolandırır dururuz. Allah bu sayede iman edenleri bilecek, sizden tanıklar/şehitler edinecektir. Allah zulme sapanları sevmez.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 4:89     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     ve tutmayın
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَاءً ۖ فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ أَوْلِيَاءَ حَتَّىٰ يُهَاجِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۚ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ ۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا

Veddû lev tekfurûne kemâ keferû fe tekûnûne sevâen fe lâ tettehızû minhum evliyâe hattâ yuhâcirû fî sebîlillâh(sebîlillâhi), fe in tevellev fe huzûhum vaktulûhum haysu vecedtumûhum, ve lâ tettehızû minhum veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).

Onlarla eşitlenesiniz diye kendilerinin küfre saptığı gibi küfre sapmanızı istediler. O halde, Allah yolunda göç edecekleri vakte kadar onlardan dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Bir daha da onlardan ne dost edinin ne de yardımcı.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 4:89     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     o halde edinmeyin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُوا فَتَكُونُونَ سَوَاءً ۖ فَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ أَوْلِيَاءَ حَتَّىٰ يُهَاجِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۚ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدْتُمُوهُمْ ۖ وَلَا تَتَّخِذُوا مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا

Veddû lev tekfurûne kemâ keferû fe tekûnûne sevâen fe lâ tettehızû minhum evliyâe hattâ yuhâcirû fî sebîlillâh(sebîlillâhi), fe in tevellev fe huzûhum vaktulûhum haysu vecedtumûhum, ve lâ tettehızû minhum veliyyen ve lâ nasîrâ(nasîran).

Onlarla eşitlenesiniz diye kendilerinin küfre saptığı gibi küfre sapmanızı istediler. O halde, Allah yolunda göç edecekleri vakte kadar onlardan dostlar edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Bir daha da onlardan ne dost edinin ne de yardımcı.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 4:118     لَأَتَّخِذَنَّ     leetteḣiƶenne     elbette alacağım
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَعَنَهُ اللَّهُ ۘ وَقَالَ لَأَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَصِيبًا مَفْرُوضًا

Leanehullâh(leanehullâhu), ve kâle le ettehizenne min ibâdike nasîben mefrûdâ(mefrûdan).

Allah o şeytana lanet etmiştir. Demişti ki o: "Senin kullarından belirli bir pay elbette alacağım."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 4:119     يَتَّخِذِ     yetteḣiƶi     tutarsa
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَأُضِلَّنَّهُمْ وَلَأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الْأَنْعَامِ وَلَآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللَّهِ ۚ وَمَنْ يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِنْ دُونِ اللَّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُبِينًا

Ve le udillennehum ve le umenniyennehum ve le âmurennehum fe le yubettikunne âzânel en’âmi, ve le âmurennehum fe le yugayyirunne halkallâh(halkallâhi), ve men yettehıziş şeytâne veliyyen min dûnillâhi fe kad hasire husrânen mubînâ(mubînen).

"Yemin olsun, onları saptıracağım, onları kuruntulara/hurafelere/anlamını bilmeden okumaya mutlaka iteceğim. Onlara mutlaka emir vereceğim de davarların kulaklarını yaracaklar; onlara muhakkak emredeceğim de Allah´ın yaratışını/yarattıklarını değiştirecekler." Kim Allah´ı bırakıp da şeytanı yandaş edinirse açık bir hüsrana kesinlikle yuvarlanmış olacaktır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 4:125     وَاتَّخَذَ     vetteḣaƶe     edinmişti
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلَّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ وَاتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا ۗ وَاتَّخَذَ اللَّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلًا

Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen).

Güzellikler sergileyerek ve özü-sözü doğru bir halde İbrahim´in milletine uyarak yüzünü Allah´a teslim edenden daha güzel dinli kim olabilir! Allah İbrahim´i dost edinmişti.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 4:139     يَتَّخِذُونَ     yetteḣiƶūne     tutuyorlar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۚ أَيَبْتَغُونَ عِنْدَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ الْعِزَّةَ لِلَّهِ جَمِيعًا

Ellezîne yettehızûnel kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne), e yebtegûne indehumul izzete fe innel izzete lillâhi cemîâ(cemîan).

Öyle kişiler ki onlar, müminleri bırakıp da küfre sapanları dostlar ediniyorlar. Onların yanında onur ve yücelik mi arıyorlar? Onur ve yüceliğin tümü Allah´ındır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 4:144     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     edinmeyin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ۚ أَتُرِيدُونَ أَنْ تَجْعَلُوا لِلَّهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُبِينًا

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızûl kâfirîne evliyâe min dûnil mu’minîn(mu’minîne), e turîdûne en tec’alû lillâhi aleykum sultânen mubînâ(mubînen).

Ey iman sahipleri! Müminleri bırakıp da küfre sapanları dostlar edinmeyin. Kendi aleyhinize Allah´a açık bir kanıt mı vermek istiyorsunuz?
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 4:150     يَتَّخِذُوا     yetteḣiƶū     tutmak
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللَّهِ وَرُسُلِهِ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذَٰلِكَ سَبِيلًا

İnnellezîne yekfurûne billâhi ve rusulihî ve yurîdûne en yuferrikû beynallâhi ve rusulihî ve yekûlûne nu’minu bi ba’din ve nekfuru bi ba’dın ve yurîdûne en yettehızû beyne zâlike sebîlâ(sebîlen).

Onlar ki Allah´ı ve O´nun resullerini inkar ederler, Allah´la O´nun resulleri arasını açmak isterler de "bir kısmına inanırız, bir kısmını inkâr ederiz" derler; böylece imanla inkâr arasında bir yol tutmak isterler.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 4:153     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     tutmuşlardı
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

يَسْأَلُكَ أَهْلُ الْكِتَابِ أَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَابًا مِنَ السَّمَاءِ ۚ فَقَدْ سَأَلُوا مُوسَىٰ أَكْبَرَ مِنْ ذَٰلِكَ فَقَالُوا أَرِنَا اللَّهَ جَهْرَةً فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْ ۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذَٰلِكَ ۚ وَآتَيْنَا مُوسَىٰ سُلْطَانًا مُبِينًا

Yes’eluke ehlul kitâbi en tunezzile aleyhim kitâben mines semâi fe kad seelû mûsâ ekbere min zâlike fe kâlû erinallâhe cehreten fe ehazethumus sâikatu bi zulmihim, summettehazûl ıcle min ba’di mâ câethumul beyyinâtu fe afevnâ an zâlik(zâlike), ve âteynâ mûsâ sultânen mubînâ(mubînen).

Ehlikitap, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Zaten onlar Mûsa´dan da bundan daha büyüğünü istemişlerdi. Demişlerdi ki: "Allah´ı bize açıktan göster." Bunun üzerine zulümlerinden ötürü kendilerini yıldırım çarpmıştı. Sonra kendilerine açık-seçik kanıtların gelişi ardından buzağıya taptılar. Biz onların bu günahını da affettik. Biz Mûsa´ya apaçık bir kanıt/bir hükmetme gücü verdik.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 5:51     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     edinmeyin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَىٰ أَوْلِيَاءَ ۘ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ ۚ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızûl yehûde ven nasârâ evliyâe ba’duhum evliyâu ba’d(ba’din) ve men yetevellehum minkum fe innehu minhum innallâhe lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).

Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları gönül dostları edinmeyin. Onlar birbirlerinin gönül dostlarıdır. Sizden kim onları gönül dostu edinirse o, onlardandır. Allah, zalimler toplumunu doğruya ve güzele kılavuzlamaz.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 5:57     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     edinmeyin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاءَ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızûllezînettehazû dînekum huzuven ve leiben min ellezîne ûtûl kitâbe min kablikum vel kuffâra evliyâ(evliyâe), vettekûllâhe in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilenlerden ve küfre sapanlardan, dininizi oyun ve eğlence edinenleri dost tutmayın. Eğer inanıyorsanız Allah´tan sakının.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 5:57     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     edinen(leri)
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاءَ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızûllezînettehazû dînekum huzuven ve leiben min ellezîne ûtûl kitâbe min kablikum vel kuffâra evliyâ(evliyâe), vettekûllâhe in kuntum mu’minîn(mu’minîne).

Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilenlerden ve küfre sapanlardan, dininizi oyun ve eğlence edinenleri dost tutmayın. Eğer inanıyorsanız Allah´tan sakının.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 5:58     اتَّخَذُوهَا     tteḣaƶūhā     onu yerine koydular
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذَا نَادَيْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًا ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ

Ve izâ nâdeytum iles salâtittehazûhâ huzuven ve leıbâ(leıben) zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’kılûn(ya’kılûne).

Namaza çağırdığınızda onu oyun ve eğlence edindiler. Böyle yaptılar; çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktur.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 5:81     اتَّخَذُوهُمْ     tteḣaƶūhum     onları edinmezlerdi
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالنَّبِيِّ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ أَوْلِيَاءَ وَلَٰكِنَّ كَثِيرًا مِنْهُمْ فَاسِقُونَ

Ve lev kânû yu’minûne billâhi ven nebiyyi ve mâ unzile ileyhi mettehazûhum evliyâe ve lâkinne kesîren minhum fâsikûn(fâsikûne).

Eğer Allah´a, peygambere ve ona indirilene inanmış olsalardı, küfre sapanları dostlar edinmezlerdi. Ama onların çokları yoldan sapmışlardır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 5:116     اتَّخِذُونِي     tteḣiƶūnī     beni edinin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

وَإِذْ قَالَ اللَّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ أَأَنْتَ قُلْتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَٰهَيْنِ مِنْ دُونِ اللَّهِ ۖ قَالَ سُبْحَانَكَ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ ۚ إِنْ كُنْتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ ۚ تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلَا أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ ۚ إِنَّكَ أَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ

Ve iz kâlellâhu yâ îsebne meryeme e ente kulte lin nâsittehizûnî ve ummiye ilâheyni min dûnillâh(dûnillâhi) kâle subhâneke mâ yekûnu lî en ekûle mâ leyse lî bi hakk(hakkın) in kuntu kultuhu fe kad alimteh(alimtehu) ta’lemû mâ fî nefsî ve lâ a’lemu mâ fî nefsik(nefsike) inneke ente allemul guyûb(guyûbi).

Allah şunu da söyledi: "Ey Meryem oğlu İsa! Allah´ın yanında beni ve annemi de iki tanrı olarak kabul edin diye insanlara sen mi söyledin?" İsa dedi: "Hâşâ! Tespih ederim seni. Hakkım olmayan bir şeyi söylemek benim haddime değildir. Eğer onu söylemişsem sen onu elbette bilirsin. Sen benim içimde olanı bilirsin ama ben senin zatında olanı bilmem. Çünkü sen, evet sen, gaybları çok iyi bilensin!"
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 6:14     أَتَّخِذُ     etteḣiƶu     edineyim
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قُلْ أَغَيْرَ اللَّهِ أَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُ ۗ قُلْ إِنِّي أُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَسْلَمَ ۖ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

Kul e gayrallâhi ettehızu veliyyen fâtırıs semâvâti vel ardı ve huve yut’ımu ve lâ yut’am(yut’amu), kul innî umirtu en ekûne evvele men esleme ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne).

De ki: "Göklerin ve yerin Fâtır´ı olan o yaratıcıdan, o yedirip doyuran ama kendisi yedirilip beslenmeyen Allah´tan başkasını mı velî edineyim?" De ki: "Bana, İslam´ı/Allah´a teslim olmayı seçenlerin ilki olmam emredildi." Ve sakın şirke sapanlardan olma!
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 6:70     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     yerine koyan(ları)
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَذَرِ الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا ۚ وَذَكِّرْ بِهِ أَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللَّهِ وَلِيٌّ وَلَا شَفِيعٌ وَإِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَا ۗ أُولَٰئِكَ الَّذِينَ أُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُوا ۖ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَمِيمٍ وَعَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ

Ve zerillezînettehazû dînehum leiben ve lehven ve garrethumul hayâtud dunyâ ve zekkir bihî en tubsele nefsun bimâ kesebet, leyse lehâ min dûnillâhi veliyyun ve lâ şefî’(şefîun), ve in ta’dil kulle adlin lâ yu’haz minhâ, ulâikellezîne ubsilû bimâ kesebû, lehum şarâbun min hamîmin ve azâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(yekfurûne).

Dinlerini oyun ve eğlence haline getirmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak da o Kur´an ile şunu hatırlat: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığına teslim edilirse onun, Allah dışında ne bir dostu kalır ne de şefaatçısı. Her türlü fidyeyi verse de ondan kabul edilmez. İşte bunlar, kazandıklarına teslim edilmişlerdir. Nankörlük ettiklerinden ötürü onlar için kaynar sudan bir içki ve korkunç bir azap vardır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 6:74     أَتَتَّخِذُ     etetteḣiƶu     mi ediniyorsun?
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ لِأَبِيهِ آزَرَ أَتَتَّخِذُ أَصْنَامًا آلِهَةً ۖ إِنِّي أَرَاكَ وَقَوْمَكَ فِي ضَلَالٍ مُبِينٍ

Ve iz kâle ibrâhîmu li ebîhi âzere, e tettehizu esnâmen âliheh(âliheten), innî erâke ve kavmeke fî dalâlin mubîn(mubînin).

İbrahim, babası Âzer´e şöyle demişti: "Putları tanrılar mı ediniyorsun? Seni de toplumunu da açık bir sapıklık içinde görüyorum."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 7:30     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     tuttular
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

فَرِيقًا هَدَىٰ وَفَرِيقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلَالَةُ ۗ إِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ مُهْتَدُونَ

Ferîkan hadâ ve ferîkan hakka aleyhimud dalâletu, innehumuttehazûş şeyâtîne evliyâe min dûnillâhi ve yahsebûne ennehum muhtedûn(muhtedûne).

Bir kısmını iyiye ve güzele kılavuzladı, bir kısmının üzerine de sapıklık hak oldu. Onlar, Allah´ı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Bir de kendilerinin hidayet üzere olduklarını sanırlar.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 7:51     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     yerine koydular
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا ۚ فَالْيَوْمَ نَنْسَاهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَاءَ يَوْمِهِمْ هَٰذَا وَمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ

Ellezînettehazû dînehum lehven ve leiben ve garrethumul hayâtud dunyâ, felyevme nensâhum kemâ nesû likâe yevmihim hâzâ ve mâ kânû bi âyâtinâ yechadûn(yechadûne).

Onlar kendi dinlerini eğlence ve oyun haline getirdiler, iğreti hayat onları aldattı. Onlar bugüne kavuşacaklarını unutmuşlardı. Ayetlerimize karşı direniyorlardı. Bugün de biz onları unutuyoruz.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 7:74     تَتَّخِذُونَ     tetteḣiƶūne     ediniyorsunuz
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَاذْكُرُوا إِذْ جَعَلَكُمْ خُلَفَاءَ مِنْ بَعْدِ عَادٍ وَبَوَّأَكُمْ فِي الْأَرْضِ تَتَّخِذُونَ مِنْ سُهُولِهَا قُصُورًا وَتَنْحِتُونَ الْجِبَالَ بُيُوتًا ۖ فَاذْكُرُوا آلَاءَ اللَّهِ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْأَرْضِ مُفْسِدِينَ

Vezkurû iz cealekum hulefâe min ba´di âdin ve bevveekum fîl ardı tettehızûne min suhûlihâ kusûren ve tenhitûnel cibâle buyûten fezkurû âlâallâhi ve lâ ta´sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).

"Hatırlayın ki, Allah sizi Ad´dan sonra halefler yaptı ve yeryüzünde sizi yerleştirdi. O´nun düzlüklerinde saraylar kuruyorsunuz, dağlarını yontup ev yapıyorsunuz. Artık Allah´ın nimetlerini anın da fesat çıkararak yeryüzünü berbat etmeyin."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 7:146     يَتَّخِذُوهُ     yetteḣiƶūhu     onu edinmezler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ

Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım: Onlar hangi mucizeyi görseler ona inanmazlar. Doğruya varan yolu görseler, onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler. Bu böyledir. Çünkü onlar ayetlerimizi yalanladılar ve onlara karşı kayıtsız kaldılar.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 7:146     يَتَّخِذُوهُ     yetteḣiƶūhu     onu edinirler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الْأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِنْ يَرَوْا كُلَّ آيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الرُّشْدِ لَا يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا وَإِنْ يَرَوْا سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلًا ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلِينَ

Seasrifu an âyâtiyellezîne yetekebberûne fîl ardı bi gayril hakkı ve in yerev kulle âyetin lâ yu’minu bihâ ve in yerev sebîler ruşdi lâ yettehızûhu sebîlen ve in yerev sebilel gayyi yettehızûhu sebîl(sebîlen), zâlike bi ennehum kezzebû bi âyâtinâ ve kânû anhâ gâfilîn(gâfilîne).

Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden uzak tutacağım: Onlar hangi mucizeyi görseler ona inanmazlar. Doğruya varan yolu görseler, onu yol edinmezler. Ama azgınlık yolunu görseler onu yol edinirler. Bu böyledir. Çünkü onlar ayetlerimizi yalanladılar ve onlara karşı kayıtsız kaldılar.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 7:148     وَاتَّخَذَ     vetteḣaƶe     ve benimsediler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسَىٰ مِنْ بَعْدِهِ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ ۚ أَلَمْ يَرَوْا أَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْدِيهِمْ سَبِيلًا ۘ اتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِمِينَ

Vettehaze kavmu mûsâ min ba’dihî min huliyyihim iclen ceseden lehu huvâr(huvârun), e lem yerev ennehu lâ yukellimuhum ve lâ yehdîhim sebîlen ittehazûhu ve kânû zâlimîn(zâlimîne).

Musa´nın kavmi, onun Allah´la konuşmaya gidişinden sonra, süs eşyalarından oluşmuş, böğürebilen bir buzağı heykelini ilah edinmişti. Görmediler mi ki, o onlarla ne konuşabiliyor ne de kendilerine yol gösterebiliyor? Onu benimsediler ve zalimler haline geldiler.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 7:148     اتَّخَذُوهُ     tteḣaƶūhu     onu benimsediler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَاتَّخَذَ قَوْمُ مُوسَىٰ مِنْ بَعْدِهِ مِنْ حُلِيِّهِمْ عِجْلًا جَسَدًا لَهُ خُوَارٌ ۚ أَلَمْ يَرَوْا أَنَّهُ لَا يُكَلِّمُهُمْ وَلَا يَهْدِيهِمْ سَبِيلًا ۘ اتَّخَذُوهُ وَكَانُوا ظَالِمِينَ

Vettehaze kavmu mûsâ min ba’dihî min huliyyihim iclen ceseden lehu huvâr(huvârun), e lem yerev ennehu lâ yukellimuhum ve lâ yehdîhim sebîlen ittehazûhu ve kânû zâlimîn(zâlimîne).

Musa´nın kavmi, onun Allah´la konuşmaya gidişinden sonra, süs eşyalarından oluşmuş, böğürebilen bir buzağı heykelini ilah edinmişti. Görmediler mi ki, o onlarla ne konuşabiliyor ne de kendilerine yol gösterebiliyor? Onu benimsediler ve zalimler haline geldiler.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 7:152     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     (tanrı diye) benimseyenlere
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ

İnnellezînettehazûl ıcle seyenâluhum gadabun min rabbihim ve zilletun fîl hayâtid dunyâ, ve kezâlike neczîl mufterîn(mufterîne).

Buzağıyı ilah edinenler var ya, yakında onlara Rablerinden bir öfke ve dünya hayatında bir zillet ulaşacaktır. İftiracıları böyle cezalandırırız biz.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 9:16     يَتَّخِذُوا     yetteḣiƶū     edinmeyen(leri)
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللَّهُ الَّذِينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ وَلَا رَسُولِهِ وَلَا الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً ۚ وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

Em hasibtum en tutrekû ve lemmâ ya´lemillâhullezîne câhedû minkum ve lem yettehızû min dûnillâhi ve lâ resûlihî ve lel mu´minîne ve lîceh(lîceten), vallâhu habîrun bi mâ ta´melûn(ta´melûne).

Allah; içinizden cihat edenleri, Allah´tan, resulünden ve müminlerden başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri belirlemedikçe, bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 9:23     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     edinmeyin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا آبَاءَكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاءَ إِنِ اسْتَحَبُّوا الْكُفْرَ عَلَى الْإِيمَانِ ۚ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû âbâekum ve ihvânekum evliyâe inistehabbûl kufre alel îmâni, ve men yetevellehum minkum fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).

Ey iman edenler! Babalarınız ve kardeşleriniz, eğer imana karşı inkârı seviyorlarsa, onları dostlar edinmeyin. İçinizden onları dost edinenler zalimlerin ta kendileridirler.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 9:31     اتَّخَذُوا     İtteḣaƶū     edindiler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ وَالْمَسِيحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا إِلَٰهًا وَاحِدًا ۖ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ ۚ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ

İttehazû ahbârehum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâhi vel mesîhabne meryem(meryeme), ve mâ umirû illâ li ya´budû ilâhen vâhidâ (vâhiden),lâ ilâhe illâ huve, subhânehu ammâ yuşrikûn(yuşrikûne).

Allah´ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih´i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah´tan başkasına ibadet/kulluk etmemeleri emredilmişti. İlah yok o tek Allah´tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 9:98     يَتَّخِذُ     yetteḣiƶu     sayar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَمِنَ الْأَعْرَابِ مَنْ يَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ مَغْرَمًا وَيَتَرَبَّصُ بِكُمُ الدَّوَائِرَ ۚ عَلَيْهِمْ دَائِرَةُ السَّوْءِ ۗ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Ve minel a´râbi men yettehızu mâ yunfiku magremen ve yeterabbesu bi kumud devâir(devâire), aleyhim dâiretussev’ (dâiretussev’i), vallâhu semîun alîm(alîmun).

Çöl Araplarından öylesi vardır ki, infak ettiğini bir angarya/bir ceza ödeme sayar ve sizin başınıza belaların gelmesini bekler durur. En kötü bela onların başına olsun! Allah çok iyi işitir, çok iyi bilir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 9:99     وَيَتَّخِذُ     ve yetteḣiƶu     ve vesile sayar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَمِنَ الْأَعْرَابِ مَنْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَيَتَّخِذُ مَا يُنْفِقُ قُرُبَاتٍ عِنْدَ اللَّهِ وَصَلَوَاتِ الرَّسُولِ ۚ أَلَا إِنَّهَا قُرْبَةٌ لَهُمْ ۚ سَيُدْخِلُهُمُ اللَّهُ فِي رَحْمَتِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Ve minel a´râbî men yu´minu billâhi vel yevmil âhıri ve yettehızu mâ yunfiku kurubâtin indallâhi ve salavâtir resûl(resûli), e lâ innehâ kurbetunlehum, se yudhıluhumullâhu fî rahmetih(rahmetihî), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).

Çöl Araplarından bazıları da Allah´a ve âhiret gününe inanır, harcadığını Allah yanında yakınlıklara ve resulün dualarına vesîle edinir. Dikkat edin! O harcadıkları gerçekten kendileri için bir yakınlık vesîlesidir. Allah onları rahmetinin içine sokacaktır. Allah çok affedici, çok esirgeyicidir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 9:107     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     edinenler var
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْرِيقًا بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ وَإِرْصَادًا لِمَنْ حَارَبَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ مِنْ قَبْلُ ۚ وَلَيَحْلِفُنَّ إِنْ أَرَدْنَا إِلَّا الْحُسْنَىٰ ۖ وَاللَّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

Vellezînettehazû mesciden dırâren ve kufren ve tefrîkan beynel mu’minîne ve irsâden li men hâreballâhe ve resûlehu min kabl(kablu), ve le yahlifunne in erednâ illelhusnâ, vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn(kâzibûne).

Bir de şunlar var: Tutup bir mescit yapmışlardır: Zarar vermek için, nankörlük için, inananları fırkalara bölmek için, daha önceden Allah ve resulüyle savaşmış kişiye gözetleme yeri kurmak için. "İyilik ve güzellikten başka bir şey istemiş değiliz!" diye gerile gerile yemin de edecekler. Allah şahittir ki, onlar kesinlikle yalancıdırlar.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 10:68     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     edindi
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا ۗ سُبْحَانَهُ ۖ هُوَ الْغَنِيُّ ۖ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۚ إِنْ عِنْدَكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ بِهَٰذَا ۚ أَتَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

Kâlûttehazallâhu veleden subhâneh(subhânehu), huvel ganiy(ganiyyu), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı), in indekum min sultânin bi hâzâ, e tekûlûne alâllâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

"Allah çocuk edindi!" dediler. Hâşâ! Allah bundan arınmıştır! O Ganî´dir, hiçbir şeye muhtaç olmaz! Göklerdekiler de yerdekiler de O´nundur. Elinizde, söylediğinize ilişkin hiçbir kanıt yok. Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz?
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 11:92     وَاتَّخَذْتُمُوهُ     vetteḣaƶtumūhu     onu bıraktınız
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

قَالَ يَا قَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءَكُمْ ظِهْرِيًّا ۖ إِنَّ رَبِّي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ

Kâle yâ kavmi e rahtî eazzu aleykum minallâh(minallâhi), vettehaztumûhu verâekum zıhriyyâ(zıhriyyen), inne rabbî bi mâ ta’melûne muhît(muhîtun).

Dedi: "Ey toplumum! Sizce kabilem Allah´tan daha mı güçlü ve onurlu! Allah´ı arkanıza atıp dışlanmış hale getirdiniz. Rabbim, yapıp ettiklerinizi çepeçevre kuşatmıştır."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 12:21     نَتَّخِذَهُ     netteḣiƶehu     onu ediniriz
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِنْ مِصْرَ لِامْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَىٰ أَنْ يَنْفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا ۚ وَكَذَٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِنْ تَأْوِيلِ الْأَحَادِيثِ ۚ وَاللَّهُ غَالِبٌ عَلَىٰ أَمْرِهِ وَلَٰكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

Ve kâlellezîşterâhu min mısra limre’etihî ekrimî mesvâhu asâ en yenfeanâ ev nettehizehu veledâ(veleden), ve kezâlike mekkennâ li yûsufe fîl ardı ve li nuallimehu min te’vîlil ehâdîs(ehâdîsi), vallâhu gâlibun alâ emrihî ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemun(ya’lemune).

Onu satın alan Mısırlı, karısına şöyle dedi: "Ona iyi bak, kendisine güzel bir yer hazırla. Bize yararı dokunabilir. Belki de evlat ediniriz onu." İşte bu şekilde biz Yûsuf´a yeryüzünde imkân verip o toprağa yerleştirdik ki, ona olayların/haberlerin yorumunu öğretelim. Allah, kendi emrine Gâlib´dir/kendi emrine hükmeder. Ama insanların çokları bilmiyorlar.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 13:16     أَفَاتَّخَذْتُمْ     efātteḣaƶtum     mi edindiniz?
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

قُلْ مَنْ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ قُلِ اللَّهُ ۚ قُلْ أَفَاتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ لَا يَمْلِكُونَ لِأَنْفُسِهِمْ نَفْعًا وَلَا ضَرًّا ۚ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْأَعْمَىٰ وَالْبَصِيرُ أَمْ هَلْ تَسْتَوِي الظُّلُمَاتُ وَالنُّورُ ۗ أَمْ جَعَلُوا لِلَّهِ شُرَكَاءَ خَلَقُوا كَخَلْقِهِ فَتَشَابَهَ الْخَلْقُ عَلَيْهِمْ ۚ قُلِ اللَّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

Kul men rabbus semâvâti vel ard(ardı), kulillâh(kulillâhu), kul e fettehaztum min dûnihî evliyâe lâ yemlikûne li enfusihim nef’an ve lâ darrâ(darren), kul hel yestevil a’mâ vel basîru em hel testevîz zulumâtu ven nûr(nûru), em cealû lillâhi şurekâe halakû ke halkıhî fe teşâbehel halku aleyhim, kulillâhu hâliku kulli şey’in ve huvel vâhidul kahhâr(kahhâru).

De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kim?" De ki: "Allah." De ki: "O´nun yanında başka evliya mı/destekçiler mi edindiniz? Bunlar kendilerine bile yarar sağlayıp zarar verme gücünde değiller." De ki: "Körle gören yahut karanlıklarla ışık bir olur mu? Yoksa Allah´a, tıpkı O´nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da yaratış/yaratılanlar kendileri için benzeşir hale mi geldi?" De ki: "Allah´tır her şeyi yaratan, O´dur Vâhid ve Kahhâr olan."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 16:51     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     edinmeyin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَقَالَ اللَّهُ لَا تَتَّخِذُوا إِلَٰهَيْنِ اثْنَيْنِ ۖ إِنَّمَا هُوَ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَإِيَّايَ فَارْهَبُونِ

Ve kâlallâhu lâ tettehızû ilâheynisneyn(ilâheynisneyni), innemâ huve ilâhun vâhıd(vâhıdun), fe iyyâye ferhebûn(ferhebûne).

Allah buyurdu ki: "İki ilah edinmeyin; O sadece bir tek ilahtır. Yalnız benden korkun."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 16:67     تَتَّخِذُونَ     tetteḣiƶūne     elde edersiniz
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَمِنْ ثَمَرَاتِ النَّخِيلِ وَالْأَعْنَابِ تَتَّخِذُونَ مِنْهُ سَكَرًا وَرِزْقًا حَسَنًا ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

Ve min semerâtin nahîli vel a’nâbi tettehîzûne minhu sekeren ve rızkan hasenâ(hasenen), inne fî zâlike le âyeten li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).

Hurmalıkların meyvalarından, üzümlerden de sarhoş edici bir içecek ve güzel bir rızık elde edersiniz. İşte bunda, aklını işleten bir topluluk için kesin bir mucize vardır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 16:68     اتَّخِذِي     tteḣiƶī     edin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Dişil, Tekil  Emir Kipi      
    

وَأَوْحَىٰ رَبُّكَ إِلَى النَّحْلِ أَنِ اتَّخِذِي مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا وَمِنَ الشَّجَرِ وَمِمَّا يَعْرِشُونَ

Ve evhâ rabbuke ilen nahli enittehızî minel cibâli buyûten ve mineş şeceri ve mimmâ ya’rişûn(ya’rişûne).

Rabbin, balarısına şöyle vahyetti: "Dağlardan evler edin, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan da..."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 16:92     تَتَّخِذُونَ     tetteḣiƶūne     bir vasıta yaparak
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَا تَكُونُوا كَالَّتِي نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ أَنْكَاثًا تَتَّخِذُونَ أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ أَنْ تَكُونَ أُمَّةٌ هِيَ أَرْبَىٰ مِنْ أُمَّةٍ ۚ إِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللَّهُ بِهِ ۚ وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

Ve lâ tekûnû kelletî nekadat gazlehâ min ba’di kuvvetin enkâsâ(enkâsen), tettehızûne eymânekum dehalen beynekum en tekûne ummetun hiye erbâ min ummeh(ummetin), innemâ yeblûkumullâhu bih(bihî), ve le yubeyyinenne lekum yevmel kıyâmeti mâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).

Yeminleri bozmada, ipliğini kuvvetle büktükten sonra bozup parçalayan karı gibi olmayın. Bir topluluk ötekinden daha zengin ve kalabalık çıktığı için yeminlerinizi aranızda bir hile aracı yapıyorsunuz. Allah sizi bununla imtihan ediyor; ihtilafa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size açık bir biçimde elbette gösterecektir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 16:94     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     yapmayın
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَا تَتَّخِذُوا أَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ ۖ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

Ve lâ tettehızû eymânekum dehalen beynekum fe tezille kademun ba’de subûtihâ ve tezûkus sûe bimâ sadedtum an sebîlillâh(sebîlillâhi), ve lekum azâbun azîm(azîmun).

Yeminlerinizi aranızda hile ve aldatma aracı yapmayın; aksi halde, ayak sağlam bastıktan sonra kayar ve Allah yolundan alıkoyduğunuz için acıyı tadarsınız. Üstelik büyük bir azaba da uğrarsınız.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 17:2     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     edinmeyin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَآتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَنِي إِسْرَائِيلَ أَلَّا تَتَّخِذُوا مِنْ دُونِي وَكِيلًا

Ve âteynâ mûsel kitâbe ve cealnâhu huden li benî isrâîle ellâ tettehızû min dûnî vekîlâ(vekîlen).

Mûsa´ya Kitap´ı verdik ve onu, "benden başka bir vekil tutmayın" buyruğuyla Beniisrail´e bir kılavuz kıldık.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 17:40     وَاتَّخَذَ     vetteḣaƶe     ve edindi (kendisine)
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

أَفَأَصْفَاكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَنِينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلَائِكَةِ إِنَاثًا ۚ إِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلًا عَظِيمًا

E fe asfâkum rabbukum bil benîne vettehaze minel melâiketi inâsâ(inâsen), innekum le tekûlûne kavlen azîmâ(azîmen).

Rabbiniz, oğulları seçip size özgüledi de kendisi meleklerden kızlar mı edindi? Gerçekten siz çok dehşet verici bir söz söylüyorsunuz!
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 17:73     لَاتَّخَذُوكَ     lātteḣaƶūke     seni edinirlerdi
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُ ۖ وَإِذًا لَاتَّخَذُوكَ خَلِيلًا

Ve in kâdû le yeftinûneke anillezî evhaynâ ileyke li tefteriye aleynâ gayreh(gayrehu) ve izen lettehazûke halîlâ(halîlen).

Az kalsın seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak ondan gayrısını bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi. İşte o takdirde seni dost edinirlerdi.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 17:111     يَتَّخِذْ     yetteḣiƶ     edinmeyen
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ ۖ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا

Ve kulil hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fîl mulki ve lem yekun lehu veliyyun minez zulli ve kebbirhu tekbîrâ(tekbîren).

Şöyle de: "Hamt, o Allah´a özgüdür ki, çocuk edinmemiştir; mülk ve yönetiminde ortağı yoktur; âcizlik yüzünden dost edinmemiştir." Ve tekbir edip yücelt O´nu!
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:4     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     edindi
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَيُنْذِرَ الَّذِينَ قَالُوا اتَّخَذَ اللَّهُ وَلَدًا

Ve yunzirellezîne kâlûttehazellâhu veledâ(veleden).

Ve "Allah bir çocuk edindi" diyenleri uyarsın diye indirdi onu.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:15     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     edindiler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

هَٰؤُلَاءِ قَوْمُنَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ آلِهَةً ۖ لَوْلَا يَأْتُونَ عَلَيْهِمْ بِسُلْطَانٍ بَيِّنٍ ۖ فَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَىٰ عَلَى اللَّهِ كَذِبًا

Hâulâi kavmunettehazû min dûnihî âliheh(âliheten), lev lâ ye´tûne aleyhim bi sultânin beyyin(beyyinin), fe men azlemu mimmenifterâ alâllâhi kezibâ(keziben).

"Şunlar, şu kavmimiz O´ndan başka ilahlar edindiler. Onlar hakkında açık bir kanıt getirselerdi ya! Yalan düzerek Allah´a iftira edenden daha zalim kim olabilir?!"
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:21     لَنَتَّخِذَنَّ     lenetteḣiƶenne     mutlaka yapacağız
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَكَذَٰلِكَ أَعْثَرْنَا عَلَيْهِمْ لِيَعْلَمُوا أَنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَأَنَّ السَّاعَةَ لَا رَيْبَ فِيهَا إِذْ يَتَنَازَعُونَ بَيْنَهُمْ أَمْرَهُمْ ۖ فَقَالُوا ابْنُوا عَلَيْهِمْ بُنْيَانًا ۖ رَبُّهُمْ أَعْلَمُ بِهِمْ ۚ قَالَ الَّذِينَ غَلَبُوا عَلَىٰ أَمْرِهِمْ لَنَتَّخِذَنَّ عَلَيْهِمْ مَسْجِدًا

Ve kezâlike a´sernâ aleyhim li ya´lemû enne va´dallâhi hakkun ve ennes sâate lâ reybe fîhâ, iz yetenâzeûne beynehum emrehum fe kâlûbnû aleyhim bunyânâ(bunyânen), rabbuhum a´lemu bihim, kâlellezîne galebû alâ emrihim le nettehızenne aleyhim mescidâ(mesciden).

Böylece insanları onlar hakkında bilgilendirdik ki, Allah´ın vaadinin hak, kıyamet saatinin de kuşkusuz olduğunu bilsinler. Çünkü onlar, aralarında mağara yaranının durumunu tartışıyorlardı. "Onların üstüne bir bina kurun." dediler. Rableri onları daha iyi bilir. Onlar hakkında görüşleri galip gelenlerse şöyle dediler: "Üzerlerine mutlaka bir mescit edineceğiz."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:50     أَفَتَتَّخِذُونَهُ     efetetteḣiƶūnehu     siz onu mu ediniyorsunuz?
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ ۗ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ ۚ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلًا

Ve iz kulnâ lil melâiketiscudû li âdeme fe secedû illâ iblîs(iblîse), kâne minel cinni fe feseka an emri rabbih(rabbihî), e fe tettehızûnehu ve zurriyyetehû evliyâe min dûnî ve hum lekum aduvv(aduvvun), bi´se liz zâlimîne bedelâ(bedelen).

Hani, biz meleklere "Âdem´e secde edin" demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, benim beri yanımdan, onu ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:56     وَاتَّخَذُوا     vetteḣaƶū     ve edindiler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا مُبَشِّرِينَ وَمُنْذِرِينَ ۚ وَيُجَادِلُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ ۖ وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَمَا أُنْذِرُوا هُزُوًا

Ve mâ nursilul murselîne illâ mubeşşirîne ve munzirîn(munzirîne), ve yucâdilullezîne keferû bil bâtılı li yudhıdû bihil hakka vettehazû âyâtî ve mâ unzirû huzuvâ(huzuven).

Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise bâtıla yapışarak onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:61     فَاتَّخَذَ     fetteḣaƶe     (balık) tuttu
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَلَمَّا بَلَغَا مَجْمَعَ بَيْنِهِمَا نَسِيَا حُوتَهُمَا فَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ سَرَبًا

Fe lemmâ belega mecmea beynihimâ nesiyâ hûtehumâ fettehaze sebîlehu fîl bahri serebâ(sereben).

Bu ikisi, iki denizin birleştiği yere vardıklarında, balıklarını unuttular. Bunun üzerine balık da denizde bir deliğe doğru yola koyuldu.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:63     وَاتَّخَذَ     vetteḣaƶe     ve tuttu
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

قَالَ أَرَأَيْتَ إِذْ أَوَيْنَا إِلَى الصَّخْرَةِ فَإِنِّي نَسِيتُ الْحُوتَ وَمَا أَنْسَانِيهُ إِلَّا الشَّيْطَانُ أَنْ أَذْكُرَهُ ۚ وَاتَّخَذَ سَبِيلَهُ فِي الْبَحْرِ عَجَبًا

Kâle eraeyte iz eveynâ ilas sahrati fe innî nesîtul hût(hûte), ve mâ ensânîhu illeş şeytânu en ezkureh(ezkurehu), vettehaze sebîlehu fîl bahri acebâ(aceben).

Genç adam dedi: "Bak sen şu işe, hani kayaya sığınmıştık ya, işte o sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamı bana unutturan, şeytandan başkası değildi. Balık, denizin içinde acaip bir biçimde yolunu tuttu."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:77     لَاتَّخَذْتَ     lātteḣaƶte     alırdın
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَانْطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَنْ يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَنْ يَنْقَضَّ فَأَقَامَهُ ۖ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَاتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا

Fentalekâ, hattâ izâ eteyâ ehle karyetin istat’amâ ehlehâ fe ebev en yudayyifûhumâ fe vecedâ fîhâ cidâren yurîdu en yenkadda fe ekâmeh(ekâmehu), kâle lev şi’te lettehazte aleyhi ecrâ(ecren).

Yine yola koyuldular. Biraz sonra bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmayı bekleyen bir duvara rastladılar; genç adam tuttu onu onardı. Mûsa "İsteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın." dedi.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:86     تَتَّخِذَ     tetteḣiƶe     davranırsın
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ فِي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْمًا ۗ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ إِمَّا أَنْ تُعَذِّبَ وَإِمَّا أَنْ تَتَّخِذَ فِيهِمْ حُسْنًا

Hattâ izâ belega magribeş şemsi vecedehâ tagrubu fî aynin hamietin ve vecede indehâ kavmâ(kavmen), kulnâ yâ zel karneyni immâ en tuazzibe ve immâ en tettehıze fîhim husnâ(husnen).

Nihayet, Güneş´in battığı yere varınca onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında bir de kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn, ya bunlara azap edersin ya da haklarında güzel bir tavrı esas alırsın."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:102     يَتَّخِذُوا     yetteḣiƶū     kendilerine edineceklerini
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَفَحَسِبَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنْ يَتَّخِذُوا عِبَادِي مِنْ دُونِي أَوْلِيَاءَ ۚ إِنَّا أَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ نُزُلًا

E fe hasibellezîne keferû en yettehızû ibâdî min dûnî evliyâ’(evliyâe), innâ a’tednâ cehenneme lil kâfirîne nuzulâ(nuzulen).

Küfre sapanlar, beni bırakıp da kullarımı veliler edineceklerini mi sandılar. Biz cehennemi bir konuk evi olarak inkârcılar için hazırladık.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 18:106     وَاتَّخَذُوا     vetteḣaƶū     ve edinmeleri
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

ذَٰلِكَ جَزَاؤُهُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُوا آيَاتِي وَرُسُلِي هُزُوًا

Zâlike cezâuhum cehennemu bimâ keferû vettehazû âyâtî ve rusulî huzuvâ(huzuven).

İşte böyle! Cezaları cehennemdir. Çünkü nankörlük ettiler; ayetlerimi ve resullerini eğlence aracı yaptılar.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 19:17     فَاتَّخَذَتْ     fetteḣaƶet     çekmişti
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَاتَّخَذَتْ مِنْ دُونِهِمْ حِجَابًا فَأَرْسَلْنَا إِلَيْهَا رُوحَنَا فَتَمَثَّلَ لَهَا بَشَرًا سَوِيًّا

Fettehazet min dûnihim hicâben fe erselnâ ileyhâ rûhanâ fe temessele lehâ beşeren seviyyâ(seviyyen).

Onlarla arasına bir perde çekmişti. Biz de ruhumuzu ona göndermiştik de o kendisine sapasağlam bir insan şeklinde görünmüştü.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 19:35     يَتَّخِذَ     yetteḣiƶe     edinmek
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

مَا كَانَ لِلَّهِ أَنْ يَتَّخِذَ مِنْ وَلَدٍ ۖ سُبْحَانَهُ ۚ إِذَا قَضَىٰ أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

Mâ kâne lillâhi en yettehıze min veledin subhâneh(subhânehu), izâ kadâ emren fe innemâ yekûlu lehu kun fe yekûn(yekûnu).

Bir oğul edinmek Allah´a asla yakışmaz. O´nun şanı yücedir. Bir iş ve oluşa karar verdi mi, ona sadece "Ol!" der, o hemen oluverir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 19:78     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     aldı mı?
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

أَطَّلَعَ الْغَيْبَ أَمِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَٰنِ عَهْدًا

Ettalaal gaybe emittehaze inder rahmâni ahdâ(ahden).

Bu adam gaybı mı öğrendi, yoksa Rahman katında bir söz mü aldı?
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 19:81     وَاتَّخَذُوا     vetteḣaƶū     ve edindiler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزًّا

Vettehazû min dûnillâhi âliheten li yekûnû lehum ızzâ(ızzen).

Kendilerine onur ve destek olsunlar diye Allah dışında ilahlar edindiler.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 19:87     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     alan
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

لَا يَمْلِكُونَ الشَّفَاعَةَ إِلَّا مَنِ اتَّخَذَ عِنْدَ الرَّحْمَٰنِ عَهْدًا

Lâ yemlikûneş şefâate illâ menittehaze inder rahmâni ahdâ(ahden).

Rahman katında söz almış olandan başkaları şefaat imkânı bulamazlar.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 19:88     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     edindi
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَٰنُ وَلَدًا

Ve kâluttehazer rahmânu veledâ(veleden).

"Rahman çocuk edindi." dediler.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 19:92     يَتَّخِذَ     yetteḣiƶe     edinmek
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَمَا يَنْبَغِي لِلرَّحْمَٰنِ أَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًا

Ve mâ yenbagî lir rahmâni en yettehıze veledâ(veleden).

Rahman´a çocuk edinmek yakışmaz.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 21:17     نَتَّخِذَ     netteḣiƶe     edinmek
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَوْ أَرَدْنَا أَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا إِنْ كُنَّا فَاعِلِينَ

Lev erednâ en nettehıze lehven lettehaznâhu min ledunnâ in kunnâ fâ’ılîn(fâ’ılîne).

Eğer bir eğlence edinmek isteseydik onu kendi katımızdan edinirdik. Ama böyle yapanlar değildik/yapsaydık öyle yapardık.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 21:17     لَاتَّخَذْنَاهُ     lātteḣaƶnāhu     edinirdik
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

لَوْ أَرَدْنَا أَنْ نَتَّخِذَ لَهْوًا لَاتَّخَذْنَاهُ مِنْ لَدُنَّا إِنْ كُنَّا فَاعِلِينَ

Lev erednâ en nettehıze lehven lettehaznâhu min ledunnâ in kunnâ fâ’ılîn(fâ’ılîne).

Eğer bir eğlence edinmek isteseydik onu kendi katımızdan edinirdik. Ama böyle yapanlar değildik/yapsaydık öyle yapardık.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 21:21     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     edindiler mi?
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

أَمِ اتَّخَذُوا آلِهَةً مِنَ الْأَرْضِ هُمْ يُنْشِرُونَ

Emittehazu âliheten minel ardı hum yunşirûn(yunşirûne).

Yoksa yerden bazı ilahlar edindiler de topraktan çıkarıp diriltme işini onlar mı yapacak?
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 21:24     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     mı edindiler?
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

أَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ آلِهَةً ۖ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ ۖ هَٰذَا ذِكْرُ مَنْ مَعِيَ وَذِكْرُ مَنْ قَبْلِي ۗ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ الْحَقَّ ۖ فَهُمْ مُعْرِضُونَ

Emittehazû min dûnihî âliheh(âliheten), kul hâtû burhânekum, hâzâ zikru men maiye ve zikru men kablî, bel ekseruhum lâ ya’lemûnel hakka fehum mu’ridûn(mu’ridûne).

Yoksa O´nun dışında bazı ilahlar mı edindiler? De ki: "Susturucu delilinizi getirin! Benimle beraber olanların da benden öncekilerin de Zikir´i budur. Ne yazık ki onların çokları hakkı bilmezler; bu yüzden de yüz çevirirler."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 21:26     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     edindi
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَقَالُوا اتَّخَذَ الرَّحْمَٰنُ وَلَدًا ۗ سُبْحَانَهُ ۚ بَلْ عِبَادٌ مُكْرَمُونَ

Ve kâlûttehazer rahmânu veleden subhâneh(subhânehu), bel ıbâdun mukremûn(mukremûne).

"Rahman çocuk edindi" dediler. Hâşâ, bundan arınmıştır O! Onlar, lütuflandırılmış kullardır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 21:36     يَتَّخِذُونَكَ     yetteḣiƶūneke     seni edinmezler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِذَا رَآكَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَٰذَا الَّذِي يَذْكُرُ آلِهَتَكُمْ وَهُمْ بِذِكْرِ الرَّحْمَٰنِ هُمْ كَافِرُونَ

Ve izâ reâkellezîne keferû in yettehızûneke illâ huzuvâ(huzuven), e hâzellezî yezkuru âlihetekum, ve hum bi zikrir rahmâni hum kâfirûn(kâfirûne).

O küfredenler seni gördüklerinde, seni şu şekilde alaya almaktan başka birşey yapmazlar: "İlahlarınızı diline dolayan bu mu?" Ama Rahman´ın zikrini/Kur´an´ı bizzat onlar örtüp inkâr ediyorlar.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 23:91     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     edinmemiştir
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

مَا اتَّخَذَ اللَّهُ مِنْ وَلَدٍ وَمَا كَانَ مَعَهُ مِنْ إِلَٰهٍ ۚ إِذًا لَذَهَبَ كُلُّ إِلَٰهٍ بِمَا خَلَقَ وَلَعَلَا بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ ۚ سُبْحَانَ اللَّهِ عَمَّا يَصِفُونَ

Mettehazallâhu min veledin ve mâ kâne meahu min ilâhin izen le zehebe kullu ilâhin bimâ halaka ve le alâ ba’duhum alâ ba’d(ba’dın), subhânallâhi ammâ yasıfûn(yasıfûne).

Allah, çocuk filan edinmemiştir. O´nunla beraber herhangi bir ilah da yoktur. Eğer böyle olsaydı, her ilah kendi yarattığını yok ederdi ve mutlaka biri ötekine üstün gelmeye çalışırdı. Allah´ın şanı onların nitelendirmelerinden yücedir, arınmıştır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 23:110     فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ     fetteḣaƶtumūhum     siz onları aldınız
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّىٰ أَنْسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ

Fettehaztumûhum sıhriyyen hattâ ensevkum zikrî ve kuntum minhum tadhakûn(tadhakûne).

Siz onları alaya aldınız. Öyle ki, zikrimi/Kur´anımı size unutturdular. Siz onlara hep gülüyordunuz.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 25:2     يَتَّخِذْ     yetteḣiƶ     O edinmemiştir
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيرًا

Ellezî lehu mulkus semâvâti vel ardı ve lem yettehız veleden ve lem yekûn lehu şerîkun fîl mulki ve halaka kulle şey’in fe kadderahu takdîrâ(takdîren).

Göklerin ve yerin mülk ve saltanatı yalnız O´nundur. Çocuk edinmemiştir O. Mülk ve saltanatında ortak yoktur O´na. Herşeyi yaratmış ve herşeye bir ölçü ve oluş tarzı takdir etmiştir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 25:3     وَاتَّخَذُوا     vetteḣaƶū     ve edindiler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ آلِهَةً لَا يَخْلُقُونَ شَيْئًا وَهُمْ يُخْلَقُونَ وَلَا يَمْلِكُونَ لِأَنْفُسِهِمْ ضَرًّا وَلَا نَفْعًا وَلَا يَمْلِكُونَ مَوْتًا وَلَا حَيَاةً وَلَا نُشُورًا

Vettehazû min dûnihî âliheten lâ yahlukûne şey’en ve hum yuhlekûne ve lâ yemlikûne li enfusihim darran ve lâ nef’an ve lâ yemlikûne mevten ve lâ hayâten ve lâ nuşûrâ(nuşûren).

Böyleyken O´nun dışında bir takım ilahlar edindiler. Hiçbir şey yaratamaz bunlar. Kendileri yaratılmışlardır zaten... Kendi benlikleri için bile ne bir zarara güç yetirebilirler ne bir yarara. Ne bir ölüme güçleri yeter ne bir dirime ne de kabirden çıkarıp hesap sormaya.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 25:18     نَتَّخِذَ     netteḣiƶe     edinmek
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قَالُوا سُبْحَانَكَ مَا كَانَ يَنْبَغِي لَنَا أَنْ نَتَّخِذَ مِنْ دُونِكَ مِنْ أَوْلِيَاءَ وَلَٰكِنْ مَتَّعْتَهُمْ وَآبَاءَهُمْ حَتَّىٰ نَسُوا الذِّكْرَ وَكَانُوا قَوْمًا بُورًا

Kâlû subhâneke mâ kâne yenbegî lenâ en nettehıze min dûnike min evliyâe ve lâkin metta’tehum ve âbâehum hattâ nesûz zikre, ve kânû kavmen bûra(bûren).

Derler ki: "Tespih ederiz seni; seni bırakıp da başka dostlar edinmek bize yaraşmazdı. Ama sen onları ve atalarını öylesine nimetlendirdin ki, zikiri/Kur´an´ı unuttular ve helâke giden bir topluluk oldular."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 25:27     اتَّخَذْتُ     tteḣaƶtu     ben edineydim
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَيَوْمَ يَعَضُّ الظَّالِمُ عَلَىٰ يَدَيْهِ يَقُولُ يَا لَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلًا

Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli sebîlâ(sebîlen).

O gün zalim, ellerini ısırarak diyecek ki: "Ne olurdu, resulle birlikte bir yol tutsaydım."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 25:28     أَتَّخِذْ     etteḣiƶ     ben tutmasaydım
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَا وَيْلَتَىٰ لَيْتَنِي لَمْ أَتَّخِذْ فُلَانًا خَلِيلًا

Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).

"Ah, ne olurdu, falancayı dost edinmeseydim."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 25:30     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     bıraktılar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَقَالَ الرَّسُولُ يَا رَبِّ إِنَّ قَوْمِي اتَّخَذُوا هَٰذَا الْقُرْآنَ مَهْجُورًا

Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(mehcûran).

Resul de şöyle der: "Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur´an´ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 25:41     يَتَّخِذُونَكَ     yetteḣiƶūneke     seni yapmıyorlar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِذَا رَأَوْكَ إِنْ يَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَٰذَا الَّذِي بَعَثَ اللَّهُ رَسُولًا

Ve iza reavke in yettehızûneke illâ huzuvâ(huzuven), e hâzellezî beasallâhu resûlâ(resûlen).

Seni gördüklerinde, şu şekilde alaya almaktan başka şey yapmazlar: "Allah´ın, resul olarak gönderdiği şu mu?"
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 25:43     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     edinen
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَٰهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا

E raeyte menittehaze ilâhehu hevâh(hevâhu), e fe ente tekûnu aleyhi vekîlâ(vekîlen).

İğreti arzusunu ilah edinen kişiyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 25:57     يَتَّخِذَ     yetteḣiƶe     tutmak
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قُلْ مَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِلَّا مَنْ شَاءَ أَنْ يَتَّخِذَ إِلَىٰ رَبِّهِ سَبِيلًا

Kul mâ es’elukum aleyhi min ecrin illâ men şâe en yettehıze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen).

De ki: "Onun karşılığında sizden bir ücret istemiyorum; ancak Rabbine varmak için bir yol tutmayı dileyenler istiyorum."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 26:29     اتَّخَذْتَ     tteḣaƶte     edinirsen
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَٰهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ

Kâle leinittehazte ilâhen gayrî le ec’alenneke minel mescûnîn(mescûnîne).

Dedi: "Benden başka ilah edinirsen, yemin olsun seni zındanlıklar arasına atarım."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 26:129     وَتَتَّخِذُونَ     ve tetteḣiƶūne     ve ediniyorsunuz
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ

Ve tettehızûne mesânia leallekum tahludûn(tahludûne).

"Sanayi üreten yerler edinerek sonsuzlaşmak ümidine mi düşüyorsunuz?"
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 28:9     نَتَّخِذَهُ     netteḣiƶehu     onu ediniriz
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَقَالَتِ امْرَأَتُ فِرْعَوْنَ قُرَّتُ عَيْنٍ لِي وَلَكَ ۖ لَا تَقْتُلُوهُ عَسَىٰ أَنْ يَنْفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ

Ve kâletimraetu fir’avne kurretu aynin lî ve lek(leke), lâ taktulûhu asâ en yenfeanâ ev nettehızehu veleden ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).

Firavun´un karısı şöyle dedi: "Benim için de senin için de bir göz aydınlığıdır bu. Öldürmeyin onu, bize yararı olabilir, yahut onu çocuk ediniriz." Onlar işin farkında olmuyorlardı.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 29:25     اتَّخَذْتُمْ     tteḣaƶtum     siz edindiniz
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَقَالَ إِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْثَانًا مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ ثُمَّ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضًا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِرِينَ

Ve kâle innemettehaztum min dûnillâhi evsânen meveddete beynikum fîl hayâtid dunyâ, summe yevmel kıyâmeti yekfuru ba’dukum bi ba’dın ve yel’anu ba’dukum ba’dan ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).

İbrahim dedi: "Şu bir gerçek ki, siz dünya hayatında aranızda sevgi oluşturmak için Allah´ın berisinden putlar edindiniz. Sonra, kıyamet gününde birbirinizi tanımaz olacaksınız, bazınız bazınıza lanet edecek. Hepinizin varacağı yer cehennemdir; hiçbir yardımcınız da olmayacaktır."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 29:41     اتَّخَذَتْ     tteḣaƶet     edinen
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا ۖ وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ ۖ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût(ankebûti), ittehazet beytâ(beyten) ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût(ankebûti), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).

Allah´ın berisinden veliler edinenlerin durumu, bir ev edinen dişi örümceğin durumuna benzer. Ve evlerin en güvensizi/en zayıfı elbette ki dişi örümceğin evidir. Keşke bilselerdi!
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 29:41     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     edinen(lerin)
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

مَثَلُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِ اتَّخَذَتْ بَيْتًا ۖ وَإِنَّ أَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِ ۖ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ

Meselullezînettehazû min dûnillâhi evliyâe ke meselil ankebût(ankebûti), ittehazet beytâ(beyten) ve inne evhenel buyûti le beytul ankebût(ankebûti), lev kânû ya’lemûn(ya’lemûne).

Allah´ın berisinden veliler edinenlerin durumu, bir ev edinen dişi örümceğin durumuna benzer. Ve evlerin en güvensizi/en zayıfı elbette ki dişi örümceğin evidir. Keşke bilselerdi!
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 31:6     وَيَتَّخِذَهَا     ve yetteḣiƶehā     ve onu edinmek için
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْتَرِي لَهْوَ الْحَدِيثِ لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَيَتَّخِذَهَا هُزُوًا ۚ أُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ

Ve minen nâsi men yeşterî lehvel hadîsi li yudılle an sebîlillâhi bi gayri ilmin ve yettehızehâ huzuvâ(huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).

İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah yolundan bilgisizce saptırmak için hadis/laf eğlencesi satın alır ve onu alay konusu edinir. İşte böylelerine rezil edici bir azap vardır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 35:6     فَاتَّخِذُوهُ     fetteḣiƶūhu     siz de onu edinin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمْ عَدُوٌّ فَاتَّخِذُوهُ عَدُوًّا ۚ إِنَّمَا يَدْعُو حِزْبَهُ لِيَكُونُوا مِنْ أَصْحَابِ السَّعِيرِ

İnneş şeytâne lekum aduvvun fettehızûhu aduvvâ(aduvven), innemâ yed’û hızbehu li yekûnû min ashâbis seîr(seîri).

Şu bir gerçek ki, şeytan sizin için bir düşmandır. O halde siz de onu düşman tutun. Hiç kuşkusuz, o kendi hizbini cehennem yâranından olmaları için çağırır durur.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 36:23     أَأَتَّخِذُ     eetteḣiƶu     edinir miyim?
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَأَتَّخِذُ مِنْ دُونِهِ آلِهَةً إِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمَٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلَا يُنْقِذُونِ

E ettehızu min dûnihî âliheten in yuridnir rahmânu bi durrin lâ tugni annî şefâatuhum şey’en ve lâ yunkızûn(yunkızûni).

"O´ndan başka tanrılar mı edineyim ben? Eğer Rahman bana bir zorluk/zarar dilerse onların şefaati benden hiçbir şeyi savamaz; beni kurtaramazlar."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 36:74     وَاتَّخَذُوا     vetteḣaƶū     ve edindiler
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَ

Vettehazû min dûnillâhi âliheten leallehum yunsarûn(yunsarûne).

Kendilerine yardım edilir ümidiyle Allah´tan başka ilahlar edindiler.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 38:63     أَتَّخَذْنَاهُمْ     etteḣaƶnāhum     hani onları edinirdik
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

أَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِيًّا أَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْأَبْصَارُ

Ettehaznâhum sıhriyyen em zâgat anhumul ebsâr(ebsâru).

"Onları alaya alırdık; yoksa gözler onlardan kaydı mı?"
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 39:3     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     edinen
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ ۚ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَىٰ إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ

E lâ lillâhid dînul hâlis(hâlisu), vellezînettehazû min dûnihî evliyâ, mâ na’buduhum illâ li yukarribûnâ ilallâhi zulfâ, innallâhe yahkumu beynehum fî mâ hum fîhi yahtelifûn(yahtelifûne), innallâhe lâ yehdî men huve kâzibun keffâr(keffârun).

Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı duru din yalnız ve yalnız Allah´ındır! O´ndan başkasını veliler edinerek, "biz onlara, bizi Allah´a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 39:4     يَتَّخِذَ     yetteḣiƶe     edinmek
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَوْ أَرَادَ اللَّهُ أَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًا لَاصْطَفَىٰ مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ ۚ سُبْحَانَهُ ۖ هُوَ اللَّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ

Lev erâdallâhu en yettehıze veleden lastafâ mimmâ yahluku mâ yeşâu subhâneh(subhânehu), huvallâhul vâhıdul kahhâr(kahhâru).

Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, yaratmakta olduklarından dilediğini seçerdi. Böyle birşeyden arınmıştır O. Allah´tır, Vahid´dir, Kahhar´dır O.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 39:43     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     -mi edindiler?
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

أَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ شُفَعَاءَ ۚ قُلْ أَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْئًا وَلَا يَعْقِلُونَ

Emittehazû min dûnillâhi şufeâe, kul e ve lev kânû lâ yemlikûne şey’en ve lâ ya’kılûn(ya’kılûne).

Yoksa Allah´tan başka şefaatçılar mı edindiler? De ki: "Onlar hiçbir şeye sahip olmayan/hiçbir şeye gücü yetmeyen, aklını da işletmeyen varlıklar olsalar da mı?"
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 42:6     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     edinen(leri)
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ اللَّهُ حَفِيظٌ عَلَيْهِمْ وَمَا أَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَكِيلٍ

Vellezînettehazû min dûnihî evliyâllâhu hafîzun aleyhim ve mâ ente aleyhim bi vekîl(vekîlin).

O´nun berisinden veliler edinenlere gelince, onlar üzerine gözcü de Allah´tır. Sen değilsin onlara vekil.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 42:9     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     edindiler (mi?)
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

أَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِيَاءَ ۖ فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِي الْمَوْتَىٰ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Emittehazû min dûnihî evliyâe, fallâhu huvel velîyyu ve huve yuhyîl mevtâ ve huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Yoksa O´ndan başka veliler mi edindiler? Allah! O´dur gerçek dost. Ölüleri O diriltir. O herşeye güç yetirir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 43:16     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     kendisine aldı (mı?)
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

أَمِ اتَّخَذَ مِمَّا يَخْلُقُ بَنَاتٍ وَأَصْفَاكُمْ بِالْبَنِينَ

Emittehaze mimmâ yahluku benâtin ve asfâkum bil benîn(benîne).

Yoksa Allah, yarattıklarından kızları kendine ayırdı da oğullarla seçkinleşmeyi size mi bıraktı?
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 43:32     لِيَتَّخِذَ     liyetteḣiƶe     edinmeleri için
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَ ۚ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّا ۗ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ

E hum yaksimûne rahmete rabbik(rabbike), nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum fîl hayâtid dunyâve refa’nâ ba’dahum fevka ba’dın derecâtin li yettehıze ba’duhum ba’dan suhriyyâ(suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecmaûn(yecmaûne).

Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Ve onların kimini kimine derecelerle üstün kıldık ki, bazısı bazısını tutup çalıştırsın. Rabbinin rahmeti, onların derleyip topladıklarından daha hayırlıdır.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 45:9     اتَّخَذَهَا     tteḣaƶehā     onu edinir
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذَا عَلِمَ مِنْ آيَاتِنَا شَيْئًا اتَّخَذَهَا هُزُوًا ۚ أُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ

Ve izâ alime min âyâtinâ şey’enittehazehâ huzuvâ(huzuven), ulâike lehum azâbun muhîn(muhînun).

Ayetlerimizden birşeyin bilgisine ulaşınca, alaya aldı onu. İşte onlar içindir horlayıp yere batıran bir azap.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 45:10     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     edindikleri
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

مِنْ وَرَائِهِمْ جَهَنَّمُ ۖ وَلَا يُغْنِي عَنْهُمْ مَا كَسَبُوا شَيْئًا وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ أَوْلِيَاءَ ۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

Min verâihim cehennem(cehennemu), ve lâ yugnî anhum mâ kesebû şey’en ve lâ mattehazû min dûnillâhi evliyâe, ve lehum azâbun azîm(azîmun).

Arkalarından cehennem! Kazanmış oldukları da Allah dışında edindikleri veliler de onlara hiçbir yarar sağlamayacaktır. Çok büyük bir azap vardır onlar için.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 45:23     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     edinen
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَٰهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَىٰ عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَىٰ سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَىٰ بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَنْ يَهْدِيهِ مِنْ بَعْدِ اللَّهِ ۚ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ

E fe reeyte menittehaze ilâhehu hevâhu ve edallehullâhu alâ ilmin ve hateme alâ sem’ihî ve kalbihî ve ceale alâ basarihî gışâveh(gışâveten), fe men yehdîhi min ba’dillâh(ba’dillâhi), e fe lâ tezekkerûn(tezekkerûne).

Kendisinin ilahı olarak kendi duygu ve arzusunu almış kişiyi gördün mü? Allah onu bir ilim üzerine saptırmış, kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış, gözünün üstüne de bir perde çekmiştir. Allah´tan sonra ona kim kılavuzluk edecektir. Hâlâ düşünüp ibret almıyor musunuz?
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 45:35     اتَّخَذْتُمْ     tteḣaƶtum     edindiniz
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

ذَٰلِكُمْ بِأَنَّكُمُ اتَّخَذْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ هُزُوًا وَغَرَّتْكُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا ۚ فَالْيَوْمَ لَا يُخْرَجُونَ مِنْهَا وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

Zâlikum bi ennekumuttehaztum âyâtillâhi huzuven ve garretkumul hayâtud dunyâ, fel yevme lâ yuhrecûne minhâ ve lâ hum yusta’tebûn(yusta’tebûne).

Bunun sebebi şudur: "Siz, Allah´ın ayetlerini eğlence aracı yaptınız, dünya hayatı sizi aldattı/gurura itti. Bugün ateşten çıkarılmayacaklar, özür dilemeleri de kabul edilmeyecek."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 46:28     اتَّخَذُوا     tteḣaƶū     edindikleri
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

فَلَوْلَا نَصَرَهُمُ الَّذِينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ قُرْبَانًا آلِهَةً ۖ بَلْ ضَلُّوا عَنْهُمْ ۚ وَذَٰلِكَ إِفْكُهُمْ وَمَا كَانُوا يَفْتَرُونَ

Fe lev lâ nasare humullezînettehâzu min dûnillâhi kurbânen âliheh(âliheten), bel dallû anhum, ve zâlike ifkuhum ve mâ kânû yefterûn(yefterûne).

Allah´ın yanında yakınlık sağlamak için edindikleri ilahlar, onlara yardım etseydi ya! Tam aksine, onlardan uzaklaşıp kayboldular. Bu, onların yalanları, uydurup durduklarıydı.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 58:16     اتَّخَذُوا     İtteḣaƶū     yaptılar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

اتَّخَذُوا أَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ فَلَهُمْ عَذَابٌ مُهِينٌ

İttehazû eymânehum cunneten fe saddû an sebîlillâhi fe lehum azâbun muhîn(muhînun).

Yeminlerini kalkan edinip Allah´ın yolundan alıkoydular. Küçük düşürücü bir azap var onlar için.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 60:1     تَتَّخِذُوا     tetteḣiƶū     edinmeyin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ ۙ أَنْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِي ۚ تُسِرُّونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنْتُمْ ۚ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû aduvvî ve aduvvekum evliyâe, tulkûne ileyhim bil meveddeti ve kad keferû bi mâ câekum minel hakk(hakkı), yuhricûner resûle ve iyyâkum en tû’minû billâhi rabbikum, in kuntum harectum cihâden fî sebîlî vebtigâe merdâtî tusirrûne ileyhim bil meveddeti ve ene a’lemu bi mâ ahfeytum ve mâ a’lentum, ve men yef’alhu minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).

Ey iman sahipleri! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar yerine tutmayın! Onlar, size Hak´tan geleni inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah´a inandığınız için Peygamber´i ve sizi yurdunuzdan çıkardıkları halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz. Benim yolumda gayret sarf etmek, benim hoşnutluğumu kazanmak için seferber olduğunuz halde, içinizde onlara sevgi gizliyorsunuz. Sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da en iyi ben bilirim. Sizden kim bunu yaparsa denge yolundan sapmış olur.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 63:2     اتَّخَذُوا     İtteḣaƶū     yaptılar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

اتَّخَذُوا أَيْمَانَهُمْ جُنَّةً فَصَدُّوا عَنْ سَبِيلِ اللَّهِ ۚ إِنَّهُمْ سَاءَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

İttehazû eymânehum cunneten fe saddû an sebîlillâh(sebîlillâhi), innehum sâe mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

Yeminlerini bir kalkan edinip Allah´ın yolundan alıkoydular. Onların yapmakta oldukları ne kötüdür!
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 72:3     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     O edinmemiştir
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَأَنَّهُ تَعَالَىٰ جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلَا وَلَدًا

Ve ennehu teâlâ ceddu rabbinâ mettehaze sâhıbeten ve lâ veledâ(veleden).

"Rabbimizin adı/kudreti/işi/gayreti çok yücedir. O, ne bir dişi dost edinmiştir ne de bir çocuk."
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 73:9     فَاتَّخِذْهُ     fetteḣiƶhu     yalnız O’nu edin
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Tekil  Emir Kipi      
    

رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ فَاتَّخِذْهُ وَكِيلًا

Rabbul meşrıkı vel magribi lâ ilâhe illâ huve fettehızhu vekîlâ(vekîlen).

Doğunun ve batının Rabbidir O. Tanrı yoktur O´ndan başka. O´nu vekil et!
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 73:19     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     tutar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

إِنَّ هَٰذِهِ تَذْكِرَةٌ ۖ فَمَنْ شَاءَ اتَّخَذَ إِلَىٰ رَبِّهِ سَبِيلًا

İnne hâzihî tezkirah(tezkiretun), fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen).

Bu, bir öğüt verici, düşündürücüdür. Dileyen, Rabbine doğru, bir yol edinir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 76:29     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     tutar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

إِنَّ هَٰذِهِ تَذْكِرَةٌ ۖ فَمَنْ شَاءَ اتَّخَذَ إِلَىٰ رَبِّهِ سَبِيلًا

İnne hâzihî tezkireh(tezkiretun), fe men şâettehaze ilâ rabbihî sebîlâ(sebîlen).

İşte bu, bir hatırlatıcı ve düşündürücüdür. Dileyen, Rabbine doğru, bir yol edinir.
 


ٱتَّخَذَ
[HyperLink1] 78:39     اتَّخَذَ     tteḣaƶe     tutar
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

ذَٰلِكَ الْيَوْمُ الْحَقُّ ۖ فَمَنْ شَاءَ اتَّخَذَ إِلَىٰ رَبِّهِ مَآبًا

Zâlikel yevmul hakk(hakku), femen şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).

İşte budur hak olan gün! Artık dileyen, Rabbine varacak bir yol tutsun!