ضَيْف
11:78
ضَيْفِي
Deyfī
konuklarım
İsim
Eril
Mecrûr İsim
وَجَاءَهُ قَوْمُهُ يُهْرَعُونَ إِلَيْهِ وَمِنْ قَبْلُ كَانُوا يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ ۚ قَالَ يَا قَوْمِ هَٰؤُلَاءِ بَنَاتِي هُنَّ أَطْهَرُ لَكُمْ ۖ فَاتَّقُوا اللَّهَ وَلَا تُخْزُونِ فِي ضَيْفِي ۖ أَلَيْسَ مِنْكُمْ رَجُلٌ رَشِيدٌ
Ve câehu kavmuhu yuhreûne ileyhi ve min kablu kânû ya’melûnes seyyiât(seyyiâti), kâle yâ kavmi hâulâi benâtî hunne etharu lekum, fettekullâhe ve lâ tuhzûni fî dayfî, e leyse minkum raculun reşîd(reşîdun).
Lût´un kavmi koşarak onun yanına geldi. Bunlar daha önce de kötülükler yapmışlardı. Lût dedi ki: "Ey toplumum! İşte şunlar kızlarım. Onlar sizin için daha temiz. Allah´tan korkun da misafirlerim önünde beni rezil etmeyin. İçinizde olgun bir adam yok mu?"
|
ضَيْف
15:51
ضَيْفِ
Deyfi
konukları-
İsim
Eril
Mecrûr İsim
وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ
Ve nebbi’hum an dayfi ibrâhîm(ibrâhîme).
Onlara İbrahim´in misafirlerinden bahset.
|
ضَيْف
15:68
ضَيْفِي
Deyfī
benim konuğumdur
İsim
Eril
Merfû` İsim
قَالَ إِنَّ هَٰؤُلَاءِ ضَيْفِي فَلَا تَفْضَحُونِ
Kâle inne hâulâi dayfî fe lâ tefdahûn(tefdahûni).
Lût dedi: "Bunlar benim konuklarımdır, aman beni utandırmayın!"
|
ضَيْف
51:24
ضَيْفِ
Deyfi
misafirlerinin
İsim
Eril
Mecrûr İsim
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ
Hel etâke hadîsu dayfi ibrâhîmel mukremîn(mukremîne).
Geldi mi sana İbrahim´in ikram edilen konuklarının haberi?
|
ضَيْف
54:37
ضَيْفِهِ
Deyfihi
onun konukları-
İsim
Eril
Mecrûr İsim
وَلَقَدْ رَاوَدُوهُ عَنْ ضَيْفِهِ فَطَمَسْنَا أَعْيُنَهُمْ فَذُوقُوا عَذَابِي وَنُذُرِ
Ve lekad râvedûhu an dayfihî fe tamesnâ a’yunehum fe zûkû azâbî ve nuzur(nuzuri).
Yemin olsun, Lût´un misafirlerinden nefislerini tatmin etmek istemişlerdi de onların gözlerini silme kör etmiştik. Hadi, tadın azabımı ve uyarılarımı?
|
يُضَيِّفُ
18:77
يُضَيِّفُوهُمَا
yuDeyyifūhumā
onları konuklamaktan
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
فَانْطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا أَتَيَا أَهْلَ قَرْيَةٍ اسْتَطْعَمَا أَهْلَهَا فَأَبَوْا أَنْ يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا فِيهَا جِدَارًا يُرِيدُ أَنْ يَنْقَضَّ فَأَقَامَهُ ۖ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَاتَّخَذْتَ عَلَيْهِ أَجْرًا
Fentalekâ, hattâ izâ eteyâ ehle karyetin istat’amâ ehlehâ fe ebev en yudayyifûhumâ fe vecedâ fîhâ cidâren yurîdu en yenkadda fe ekâmeh(ekâmehu), kâle lev şi’te lettehazte aleyhi ecrâ(ecren).
Yine yola koyuldular. Biraz sonra bir kente geldiler. Kent halkından yemek istediler, ama onlar bu ikisini konuk etmekten çekindiler. Orada, yıkılmayı bekleyen bir duvara rastladılar; genç adam tuttu onu onardı. Mûsa "İsteseydin buna karşılık bir ücret elbette alırdın." dedi.
|