أَطْغَيْ
50:27
أَطْغَيْتُهُ
eTğaytuhu
ben onu azdırmadım
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Tekil
Geçmiş Zaman
قَالَ قَرِينُهُ رَبَّنَا مَا أَطْغَيْتُهُ وَلَٰكِنْ كَانَ فِي ضَلَالٍ بَعِيدٍ
Kâle karînuhu rabbenâ mâ etgaytuhu ve lâkin kâne fî dalâlin baîdin.
Yoldaşı dedi ki: "Rabbimiz, onu ben azdırmadım. Onun kendisi, dönüşü olmayan bir sapıklık içindeydi."
|
أَطْغَىٰ
53:52
وَأَطْغَىٰ
ve eTğā
ve azgın
İsim
Eril, Tekil
Mansûb İsim
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا هُمْ أَظْلَمَ وَأَطْغَىٰ
Ve kavme nûhın min kabl(kablu), innehum kânû hum azleme ve atgâ.
Daha önce de Nûh kavmini. Çünkü onlar, evet onlar zulmettiler, azdılar.
|
طَّاغِيَة
69:5
بِالطَّاغِيَةِ
biT-Tāğiyeti
azgın bir vak’a ile
İsim
Etken
Dişil
Mecrûr İsim
فَأَمَّا ثَمُودُ فَأُهْلِكُوا بِالطَّاغِيَةِ
Fe emmâ semûdu fe uhlikû bit tâgıyeh(tâgıyeti).
Bunun üzerine Semûd, bir doğal felaket ile helâk edildi.
|
طَّٰغُوت
2:256
بِالطَّاغُوتِ
biT-Tāğūti
tağut (şeytan)ı
İsim
Mecrûr İsim
لَا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ ۖ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ ۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللَّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىٰ لَا انْفِصَامَ لَهَا ۗ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ
Lâ ikrâhe fîd dîni kad tebeyyener ruşdu minel gayy(gayyi), fe men yekfur bit tâgûti ve yu’min billâhi fe kadistemseke bil urvetil vuskâ, lenfisâme lehâ, vallâhu semîun alîm(alîmun).
Dinde baskı - zorlama - tiksindirme yoktur. Doğru ve güzel olan, çirkinlik ve sapıklıktan açık bir biçimde ayrılmıştır. Her kim tâğuta sırt dönüp Allah´a inanırsa hiç kuşkusuz sapasağlam bir kulpa yapışmış olur. Kopup parçalanması yoktur o kulpun. Allah, hakkıyla işiten, en iyi biçimde bilendir.
|
طَّٰغُوت
2:257
الطَّاغُوتُ
T-TTāğūtu
tağuttur
İsim
Merfû` İsim
اللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ ۖ وَالَّذِينَ كَفَرُوا أَوْلِيَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ ۗ أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Allâhu velîyyullezîne âmenû, yuhricuhum minez zulumâti ilen nûr(nûri), vellezîne keferû evliyâuhumut tâgûtu yuhricûnehum minen nûri ilâz zulumât(zulumâti), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).
Allah, iman sahiplerinin Velî´sidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların dostları tağuttur ki, kendilerini nurdan karanlıklara çıkarır. Bunlar cehennemin dostlarıdır. Orada sürekli kalacaklardır onlar.
|
طَّٰغُوت
4:51
وَالطَّاغُوتِ
ve TTāğūti
ve tağut’a
İsim
Mecrûr İsim
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُوا نَصِيبًا مِنَ الْكِتَابِ يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ وَيَقُولُونَ لِلَّذِينَ كَفَرُوا هَٰؤُلَاءِ أَهْدَىٰ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا سَبِيلًا
E lem tere ilellezîne ûtû nasîben minel kitâbi yu’minûne bil cibti vet tâgûti ve yekûlûne lillezîne keferû hâulâi ehdâ minellezîne âmenû sebîlâ(sebîlen).
Görmedin mi şu kendilerine Kitap´tan bir pay verilmiş olanları? Puta, tâğuta inanıyorlar; küfre batmışlar için, "Bunlar inananlardan daha doğru yoldadır!" diyorlar.
|
طَّٰغُوت
4:60
الطَّاغُوتِ
T-Tāğūti
tağuta
İsim
Mecrûr İsim
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا
E lem tere ilellezîne yez’umûne ennehum âmenû bimâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablike yurîdûne en yetehâkemû ilat tâgûti ve kad umirû en yekfurû bih(bihî) ve yurîduş şeytânu en yudıllehum dalâlen baîdâ(baîden).
Şunları görmedin mi? Kendilerinin, sana indirilene de senden önce indirilene de inandıklarını sanarken, inkâr etmekle emrolundukları tağutu aralarında hakem yapmak istiyorlar. Zaten şeytan da onları geri dönülmez bir sapıklıkla sersem hale getirmek istiyor.
|
طَّٰغُوت
4:76
الطَّاغُوتِ
T-Tāğūti
tağut
İsim
Mecrûr İsim
الَّذِينَ آمَنُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ ۖ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُوا أَوْلِيَاءَ الشَّيْطَانِ ۖ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا
Ellezîne âmenû yukâtilûne fî sebîlillâh(sebîlillâhi) vellezîne keferû yukâtilûne fî sebîlit tâgûti fe kâtilû evliyâeş şeytân(şeytâni), inne keydeş şeytâni kâne daîfâ(daîfen).
İman edenler Allah yolunda savaşırlar; küfre sapanlarsa tağut yolunda savaşırlar. O halde, şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç kuşkusuz, şeytanın tuzağı çok zayıftır.
|
طَّٰغُوت
5:60
الطَّاغُوتَ
T-Tāğūte
Tâğût’a
İsim
Mansûb İsim
قُلْ هَلْ أُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذَٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللَّهِ ۚ مَنْ لَعَنَهُ اللَّهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَازِيرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ ۚ أُولَٰئِكَ شَرٌّ مَكَانًا وَأَضَلُّ عَنْ سَوَاءِ السَّبِيلِ
Kul hel unebbiukum bi şerrin min zâlike mesûbeten ındallâh(ındallâhi) men leanehullâhu ve gadıbe aleyhi ve ceale min humul kıredete vel hanâzîre ve abedet tâgût(tâgûte) ulâike şerrun mekânen ve edallu an sevâis sebîl(sebîli).
De ki: "Allah katında ceza olarak bundan daha kötüsünü size bildireyim mi? Allah´ın lanetlediği, üzerine gazap indirdiğidir o. Allah böylelerinden maymunlar, domuzlar ve tağut uşakları yapmıştır. İşte bunlardır yer bakımından daha kötü, yolun denge noktasını kaybetme bakımından daha şaşkın olanlar."
|
طَّٰغُوت
16:36
الطَّاغُوتَ
T-Tāğūte
tagutdan
İsim
Mansûb İsim
وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَسُولًا أَنِ اعْبُدُوا اللَّهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ ۖ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللَّهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُ ۚ فَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ
Ve le kad beasnâ fî kulli ummetin resûlen eni’budûllâhe vectenibût tâgût(tâgûte), fe minhum men hedallâhu ve minhum men hakkat aleyhid dalâleh(dalâletu), fe sîrû fîl ardı fanzurû keyfe kâne âkıbetul mukezzibîn(mukezzibîne).
Andolsun, biz her ümmette şöyle tebliğ yapan bir resul görevlendirdik: "Allah´a kulluk/ibadet edin, tâğutttan kaçının. Sonra bunlardan kimine Allah kılavuzluk etti, kimine de sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde gezip dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş görün.
|
طَّٰغُوت
39:17
الطَّاغُوتَ
T-Tāğūte
Tağut’a
İsim
Mansûb İsim
وَالَّذِينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ أَنْ يَعْبُدُوهَا وَأَنَابُوا إِلَى اللَّهِ لَهُمُ الْبُشْرَىٰ ۚ فَبَشِّرْ عِبَادِ
Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Tağuttan, ona kulluk etmekten kaçınıp Allah´a yönelenlere müjde var. Muştula kullarıma!
|
طَغْوَىٰ
91:11
بِطَغْوَاهَا
biTağvāhā
azgınlığı yüzünden
İsim
Eril
Mecrûr İsim
كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوَاهَا
Kezzebet semûdu bi tagvâhâ.
Semûd kavmi, azgınlığı yüzünden yalanladı.
|
طَغَىٰ
11:112
تَطْغَوْا
teTğav
aşırı gitmeyin
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا ۚ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
Festekim kemâ umirte ve men tâbe meake ve lâ tatgav, innehu bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).
O halde sen, emrolunduğun gibi dosdoğru yürü! Seninle birlikte tövbe edenler de... Sakın aşırılık edip azmayın! O, yapmakta olduklarınızı görüyor.
|
طَغَىٰ
20:24
طَغَىٰ
Tağā
azdı
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
اذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ
İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
"Firavun´a git; çünkü o, azdı."
|
طَغَىٰ
20:43
طَغَىٰ
Tağā
azdı
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
اذْهَبَا إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ
İzhebâ ilâ fir’avne innehu tagâ.
"Firavun´a gidin, çünkü o azdı."
|
طَغَىٰ
20:45
يَطْغَىٰ
yeTğā
iyice azar
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
قَالَا رَبَّنَا إِنَّنَا نَخَافُ أَنْ يَفْرُطَ عَلَيْنَا أَوْ أَنْ يَطْغَىٰ
Kâlâ rabbenâ innenâ nehâfu en yefruta aleynâ ev en yatgâ.
Dediler ki: "Rabbimiz, onun aleyhimizde bir taşkınlık yapmasından yahut yine azmasından korkuyoruz."
|
طَغَىٰ
20:81
تَطْغَوْا
teTğav
taşkınlık etmeyin
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فِيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبِي ۖ وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبِي فَقَدْ هَوَىٰ
Kulû min tayyibâti mâ rezaknâkum ve lâ tatgav fîhi fe yahılle aleykum gadabî ve men yahlil aleyhi gadabî fe kad hevâ.
Size verdiğimiz rızkın temizlerinden yiyin! Bu konuda azgınlık etmeyin! Yoksa öfkem üzerinize çöker. Ve kimin üstüne öfkem inerse o uçuruma gider.
|
طَغَىٰ
53:17
طَغَىٰ
Tağā
azmadı
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَىٰ
Mâ zâgal basaru ve mâ tegâ.
Göz ne kayıp şaştı ne azıp haddi aştı.
|
طَغَىٰ
55:8
تَطْغَوْا
teTğav
taşkınlık etmeyin
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
أَلَّا تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ
Ellâ tatgav fîl mîzân(mîzâni).
Azgınlık etmeyin ölçü ve tartıda, saptırmayın mizanı.
|
طَغَىٰ
69:11
طَغَى
Tağā
kabarınca
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
إِنَّا لَمَّا طَغَى الْمَاءُ حَمَلْنَاكُمْ فِي الْجَارِيَةِ
İnnâ lemmâ tagal mâu hamelnâkum fîl câriyeh(câriyeti).
Su azıp köpürdüğünde, biz sizi o akıp gidende taşıdık,
|
طَغَىٰ
79:17
طَغَىٰ
Tağā
azdı
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
اذْهَبْ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ إِنَّهُ طَغَىٰ
İzheb ilâ fir’avne innehu tagâ.
"Firavun´a git! İyice azdı o."
|
طَغَىٰ
79:37
طَغَىٰ
Tağā
azmışsa
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَأَمَّا مَنْ طَغَىٰ
Fe emmâ men tagâ.
Artık azmış olan,
|
طَغَىٰ
89:11
طَغَوْا
Tağav
azmışlardı
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
الَّذِينَ طَغَوْا فِي الْبِلَادِ
Ellezîne tagav fîl bilâd(bilâdi).
Bunlar, ülkelerde azıp zulmetmişlerdi.
|
طَغَىٰ
96:6
لَيَطْغَىٰ
leyeTğā
azar
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
كَلَّا إِنَّ الْإِنْسَانَ لَيَطْغَىٰ
Kellâ innel insâne le yatgâ.
İş, sanıldığı gibi değil! İnsan gerçekten azar:
|
طُغْيَٰن
2:15
طُغْيَانِهِمْ
Tuğyānihim
taşkınları
İsim
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
اللَّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Allâhu yestehziu bihim ve yemudduhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah onlarla alay ediyor ve onları, kendi azgınlıkları içinde bocalar bir halde sürüklüyor.
|
طُغْيَٰن
5:64
طُغْيَانًا
Tuğyānen
azgınlığını
İsim
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللَّهِ مَغْلُولَةٌ ۚ غُلَّتْ أَيْدِيهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُوا ۘ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَاءُ ۚ وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِنْهُمْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا ۚ وَأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ ۚ كُلَّمَا أَوْقَدُوا نَارًا لِلْحَرْبِ أَطْفَأَهَا اللَّهُ ۚ وَيَسْعَوْنَ فِي الْأَرْضِ فَسَادًا ۚ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
Ve kâletil yehûdu yedullâhi maglûleh(maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâ(yeşâû) ve leyezîdenne kesîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ(kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran lil harbi etfeehallâhu ve yes’avne fîl ardı fesâda(fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn(mufsidîne).
Yahudiler dediler ki: "Allah´ın eli bağlıdır." Kendi elleri bağlandı/elleri bağlanasıcalar! Söylemiş oldukları yüzünden lanetlendiler. Söylediklerinin aksine, Allah´ın iki eli de alabildiğine açıktır; dilediği gibi bağışta bulunur. İnan olsun ki, Rabbinden sana indirilen, küfür ve taşkınlık yönünden onları iyice azdıracaktır. Onların arasına, ta kıyamet gününe kadar düşmanlık ve nefret atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yaksalar, Allah onu söndürür de onlar yeryüzünde yine bozgunculuğa koşarlar. Ama Allah, bozguncuları sevmez.
|
طُغْيَٰن
5:68
طُغْيَانًا
Tuğyānen
azgınlık
İsim
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلَىٰ شَيْءٍ حَتَّىٰ تُقِيمُوا التَّوْرَاةَ وَالْإِنْجِيلَ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ ۗ وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِنْهُمْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا ۖ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ
Kul yâ ehlel kitâbi! lestum alâ şey’in hattâ tukîmût Tevrâte vel İncîle ve mâ unzile ileykum min rabbikum ve le yezîdenne kesîren minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufr(kufren), fe lâ te’se alâl kavmil kâfirîn(kâfirîne).
De ki: "Ey Ehlikitap! Siz, Tevrat´ı, İncil´i ve Rabbinizden size indirileni tam uygulamadıkça hiçbir şey değilsiniz." Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun küfür ve azlığını elbette artıracaktır. Küfre batan topluluk için tasalanma artık.
|
طُغْيَٰن
6:110
طُغْيَانِهِمْ
Tuğyānihim
azgınlıkları
İsim
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَنُقَلِّبُ أَفْئِدَتَهُمْ وَأَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِهِ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Ve nukallibu ef’idetehum ve ebsârehum kemâ lem yu’minû bihî evvele merretin ve nezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Biz onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilk seferinde buna iman etmedikleri gibi bırakırız kendilerini de azgınlıkları içinde körü körüne bocalar dururlar.
|
طُغْيَٰن
7:186
طُغْيَانِهِمْ
Tuğyānihim
azgınlıkları
İsim
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
مَنْ يُضْلِلِ اللَّهُ فَلَا هَادِيَ لَهُ ۚ وَيَذَرُهُمْ فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Men yudlilillâhu fe lâ hâdiye leh(lehu), ve yezeruhum fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah´ın şaşırttığına kimse kılavuzluk edemez. O bırakır onları ki, kudurgunlukları içinde bocalayıp dursunlar.
|
طُغْيَٰن
10:11
طُغْيَانِهِمْ
Tuğyānihim
taşkınlıkları içinde
İsim
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَلَوْ يُعَجِّلُ اللَّهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُمْ بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ إِلَيْهِمْ أَجَلُهُمْ ۖ فَنَذَرُ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Ve lev yuaccilullâhu lin nâsiş şerresti’câlehum bil hayri le kudiye ileyhim eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah, insanlara şerri, onların hayrı acele istedikleri gibi çabucak verseydi, ecellerinin onlara ulaşmasına çoktan hükmedilmiş olurdu. Ama biz, bize kavuşmayı ummayanları kendi azgınlıkları içinde körü körüne bocalamaya bırakırız.
|
طُغْيَٰن
17:60
طُغْيَانًا
Tuğyānen
azgınlıklarından
İsim
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
وَإِذْ قُلْنَا لَكَ إِنَّ رَبَّكَ أَحَاطَ بِالنَّاسِ ۚ وَمَا جَعَلْنَا الرُّؤْيَا الَّتِي أَرَيْنَاكَ إِلَّا فِتْنَةً لِلنَّاسِ وَالشَّجَرَةَ الْمَلْعُونَةَ فِي الْقُرْآنِ ۚ وَنُخَوِّفُهُمْ فَمَا يَزِيدُهُمْ إِلَّا طُغْيَانًا كَبِيرًا
Ve iz kulnâ leke inne rabbeke ehâta bin nâs(nâsi), ve mâ cealner ru’yâlletî ereynâke illâ fitneten lin nâsi veş şeceretel mel’ûnete fîl kur’ân(kur’âni), ve nuhavvifuhum fe mâ yezîduhum illâ tugyânen kebîrâ(kebîren).
Hani, sana: "Rabbin, insanları çepeçevre kuşatmıştır." demiştik. Sana gösterdiğimiz o rüyayı da Kur´an´da lanetlenmiş bulunan o ağacı/soyu da insanları sınamak dışında bir sebeple göndermedik. Biz onları korkutuyoruz ama bu onların kudurganlığını artırmaktan başka bir katkı sağlamıyor.
|
طُغْيَٰن
18:80
طُغْيَانًا
Tuğyānen
azgınlık
İsim
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
وَأَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ أَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَشِينَا أَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَانًا وَكُفْرًا
Ve emmel gulâmu fe kâne ebevâhu mu’mineyni fe haşînâ en yurhikahumâ tugyânen ve kufrâ(kufren).
"Oğlan çocuğa gelince: Onun anası babası inanmış kişilerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk."
|
طُغْيَٰن
23:75
طُغْيَانِهِمْ
Tuğyānihim
azgınlıklarında
İsim
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Ve lev rahımnâhum ve keşefnâ mâ bihim min durrin le leccû fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Eğer biz onlara acıyıp da üstlerindeki sıkıntıyı kaldırsaydık, azgınlıkları içinde sersem sersem bocalamaya devam edeceklerdi.
|
طَٰغِين
37:30
طَاغِينَ
Tāğīne
azgın
Sıfat
Etken
Eril, Çoğul
Mansûb İsim
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ ۖ بَلْ كُنْتُمْ قَوْمًا طَاغِينَ
Ve mâ kâne lenâ aleykum min sultân(sultânin), bel kuntum kavmen tâgîn(tâgîne).
"Bizim size karşı bir sultamız yoktu. İşin esası şu ki siz azmış bir topluluktunuz."
|
طَٰغِين
52:32
طَاغُونَ
Tāğūne
azgın
Sıfat
Etken
Eril, Çoğul
Merfû` İsim
أَمْ تَأْمُرُهُمْ أَحْلَامُهُمْ بِهَٰذَا ۚ أَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
Em te’muruhum ahlâmuhum bi hâzâ em hum kavmun tâgûn (tâgûne).
Acaba bunu onlara hayalleri mi emrediyor yoksa bunlar azmış bir topluluk mu?
|
طَٰغِين
38:55
لِلطَّاغِينَ
liTTāğīne
azgınlara vardır
İsim
Etken
Eril, Çoğul
Mecrûr İsim
هَٰذَا ۚ وَإِنَّ لِلطَّاغِينَ لَشَرَّ مَآبٍ
Hâzâ, ve inne lit tâgıyne le şerre meâb(meâbin).
Bu, budur! Azgınlara da kötü bir gelecek vardır elbette!
|
طَٰغِين
51:53
طَاغُونَ
Tāğūne
azgın
İsim
Etken
Eril, Çoğul
Merfû` İsim
أَتَوَاصَوْا بِهِ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
E tevâsav bih(bihî), bel hum kavmun tâgûn(tâgûne).
Bunu aralarında vasiyetleştiler mi? Hayır, azıp sapmış bir topluluk bunlar.
|
طَٰغِين
68:31
طَاغِينَ
Tāğīne
azgınlarmışız
İsim
Etken
Eril, Çoğul
Mansûb İsim
قَالُوا يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا طَاغِينَ
Kâlû yâ veylenâ innâ kunnâ tâgîn(tâgîne).
"Yazıklar olsun bize, dediler, biz gerçekten azgınlarmışız."
|
طَٰغِين
78:22
لِلطَّاغِينَ
liTTāğīne
azgınların
İsim
Etken
Eril, Çoğul
Mecrûr İsim
لِلطَّاغِينَ مَآبًا
Lit tâgîne meâbâ(meâben).
Azgınlar için bir barınak.
|