KUR'AN HARİTASI

 ANASAYFA  KUR'AN  KÖKLER  ETİMOLOJİ  İLETİŞİM 


KÖK KELİMELER DİZİNİ

    

Zay-Lam-Lam      ظ ل ل 

Olmak, kalmak

Kur'an'da bu kökten türetilmiş kelimeler toplamda 33 kez geçiyor.

Gövde(ler)

9 kez ظَلَّ
14 kez ظِلّ
6 kez ظُلَّة
2 kez ظَلَّلْ
2 kez ظَلِيل

işaretine tıklayarak ilgili ayetin alternatif meallerine ve içerdiği diğer kelimelerin köklerine gidebilirsiniz.


ظَلَّ
[HyperLink1] 15:14     فَظَلُّوا     fe Zellū     olsalardı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَوْ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ بَابًا مِنَ السَّمَاءِ فَظَلُّوا فِيهِ يَعْرُجُونَ

Ve lev fetahnâ aleyhim bâben mines semâi fe zallû fîhi ya’rucûn(ya’rucûne).

Üzerlerine gökten bir kapı açsak da oradan yükseliyor olsalardı.
 


ظَلَّ
[HyperLink1] 16:58     ظَلَّ     Zelle     kesilir
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُمْ بِالْأُنْثَىٰ ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ

Ve izâ buşşire ehaduhum bil unsâ zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm(kezîmun).

Onlardan birine kız çocuk müjdelendiğinde yüzü simsiyah kesilir. Öfkeden kuduracak gibidir o.
 


ظَلَّ
[HyperLink1] 20:97     ظَلْتَ     Zelte     durup ısrarla
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

قَالَ فَاذْهَبْ فَإِنَّ لَكَ فِي الْحَيَاةِ أَنْ تَقُولَ لَا مِسَاسَ ۖ وَإِنَّ لَكَ مَوْعِدًا لَنْ تُخْلَفَهُ ۖ وَانْظُرْ إِلَىٰ إِلَٰهِكَ الَّذِي ظَلْتَ عَلَيْهِ عَاكِفًا ۖ لَنُحَرِّقَنَّهُ ثُمَّ لَنَنْسِفَنَّهُ فِي الْيَمِّ نَسْفًا

Kâle fezheb fe inne leke fîl hayâti en tekûle lâ misâse ve inne leke mev’ıden len tuhlefeh(tuhlefehu), vanzur ilâ ilâhikellezî zalte aleyhi âkifâ(âkifen), le nuharrikannehu summe le nensifennehu fîl yemmi nesfâ(nesfen).

Mûsa dedi: "Defol, çünkü sen, hayatın boyunca "bana dokunmayın" diyeceksin! Ve senin için asla kaytaramayacağın bir hesap zamanı da var. O başını bekleyip durduğun tanrına bir bak! Onu kesinlikle yakacağız, sonra da un ufak edip denize dökeceğiz."
 


ظَلَّ
[HyperLink1] 26:4     فَظَلَّتْ     feZellet     ve oluverir
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

إِنْ نَشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَاءِ آيَةً فَظَلَّتْ أَعْنَاقُهُمْ لَهَا خَاضِعِينَ

İn neşe’ nunezzil aleyhim mines semâi âyeten fe zallet a’nâkuhum lehâ hâdıîn(hâdıîne).

Eğer istersek gökten üzerlerine bir mucize indiririz de boyunları onun önünde perişanlıkla eğilip kalır.
 


ظَلَّ
[HyperLink1] 26:71     فَنَظَلُّ     feneZellu     duruyoruz
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قَالُوا نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَاكِفِينَ

Kâlû na’budu asnâmen fe nezallu lehâ âkifîn(âkifîne).

Dediler: "Birtakım putlara tapıyoruz. Onların önünde toplanıp tapınmaya devam edeceğiz."
 


ظَلَّ
[HyperLink1] 30:51     لَظَلُّوا     leZellū     başlarlar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَئِنْ أَرْسَلْنَا رِيحًا فَرَأَوْهُ مُصْفَرًّا لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِهِ يَكْفُرُونَ

Ve le in erselnâ rîhan fe raevhu musfarran le zallû min ba’dihî yekfurûn(yekfurûne).

Yemin olsun, bir rüzgâr göndersek de o yeri sararmış görseler, arkasından hiç şaşmadan nankörlük etmeye başlarlar.
 


ظَلَّ
[HyperLink1] 42:33     فَيَظْلَلْنَ     feyeZlelne     sonra kalırlar
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

إِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرِّيحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلَىٰ ظَهْرِهِ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ

İn yeşe’ yuskinir rîha fe yazlelne revâkide alâ zahrih(zahrihi), inne fî zâlike le âyâtin li kulli sabbârin şekûr(şekûrin).

Dilerse rüzgârı durdurur da o akıp giden gemiler denizin sırtında donmuş gibi kalırlar. Gereğince sabreden, gereğince şükreden herkes için bütün bunlarda elbette ki ibretler vardır.
 


ظَلَّ
[HyperLink1] 43:17     ظَلَّ     Zelle     kesilir
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذَا بُشِّرَ أَحَدُهُمْ بِمَا ضَرَبَ لِلرَّحْمَٰنِ مَثَلًا ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَدًّا وَهُوَ كَظِيمٌ

Ve izâ buşşire ehaduhum bi mâ darabe lir rahmâni meselen zalle vechuhu musvedden ve huve kezîm(kezîmun).

Onlardan biri, Rahman´a benzer gösterdiği/Rahman´a isnat ettiği kız evlatla müjdelendiğinde, yüzü simsiyah kesilir de öfkeden yutkunur durur.
 


ظَلَّ
[HyperLink1] 56:65     فَظَلْتُمْ     feZeltum     dururdunuz
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

لَوْ نَشَاءُ لَجَعَلْنَاهُ حُطَامًا فَظَلْتُمْ تَفَكَّهُونَ

Lev neşâu le cealnâhu hutâmen fe zaltum tefekkehûn(tefekkehûne).

Dileseydik, onu kuru bir çöp haline getirirdik de başlardınız şu şekilde gevelemeye:
 


ظِلّ
[HyperLink1] 4:57     ظِلًّا     Zillen     bir gölgeye
 
İsim         Eril    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ لَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ ۖ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلًّا ظَلِيلًا

Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti senudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve nudhıluhum zıllen zalîlâ(zalîlen).

İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Hep orada kalacaklardır, sonsuza dek. Orada kendileri için tertemiz eşler de olacaktır. Ve onları, en güzel biçimde serinleten bir gölgeye kavuşturacağız.
 


ظِلّ
[HyperLink1] 13:15     وَظِلَالُهُمْ     ve Zilāluhum     ve gölgeleri de
 
İsim         Eril, Çoğul    Merfû` İsim    
    

وَلِلَّهِ يَسْجُدُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ طَوْعًا وَكَرْهًا وَظِلَالُهُمْ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ ۩

Ve lillâhi yescudu men fis semâvâti vel ardı tav’an ve kerhen ve zilâluhum bil guduvvi vel âsâl(âsâli). (SECDE ÂYETİ)

Göklerde ve yerde kim varsa gölgeleriyle birlikte ister istemez ve sabah-akşam Allah´a secde eder.
 


ظِلّ
[HyperLink1] 13:35     وَظِلُّهَا     ve Zilluhā     ve gölgesi de
 
İsim         Eril    Merfû` İsim    
    

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ ۖ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ۖ أُكُلُهَا دَائِمٌ وَظِلُّهَا ۚ تِلْكَ عُقْبَى الَّذِينَ اتَّقَوْا ۖ وَعُقْبَى الْكَافِرِينَ النَّارُ

Meselul cennetilletî vuidel muttekûn(muttekûne), tecrî min tahtihel enhâr(enhâru), ukuluhâ dâimun ve zilluhâ, tilke ukbellezînettekav ve ukbel kâfirînen nâr(nâru).

Sakınıp korunanlara vaat edilen cennetin temsilî anlatımı şu: Altından ırmaklar akar, yemişleri de sürekli, gölgesi de. İşte korunup sakınanların son yurdu. Kâfirlerin son yurdu ise ateş...
 


ظِلّ
[HyperLink1] 16:48     ظِلَالُهُ     Zilāluhu     gölgelerinin
 
İsim         Eril, Çoğul    Merfû` İsim    
    

أَوَلَمْ يَرَوْا إِلَىٰ مَا خَلَقَ اللَّهُ مِنْ شَيْءٍ يَتَفَيَّأُ ظِلَالُهُ عَنِ الْيَمِينِ وَالشَّمَائِلِ سُجَّدًا لِلَّهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ

E ve lem yerev ilâ mâ halakallâhu min şey’in yetefeyyeu zilâluhu anil yemîni veş şemâili succeden lillâhi ve hum dâhırûn(dâhırûne).

Bakıp görmediler mi, Allah´ın yarattığı şeylerin gölgeleri bile, sağ ve sollarından boyunları bükük bir halde, Allah için secdelere kapanarak dönüyor.
 


ظِلّ
[HyperLink1] 16:81     ظِلَالًا     Zilālen     gölgeler
 
İsim         Eril, Çoğul    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

وَاللَّهُ جَعَلَ لَكُمْ مِمَّا خَلَقَ ظِلَالًا وَجَعَلَ لَكُمْ مِنَ الْجِبَالِ أَكْنَانًا وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَابِيلَ تَقِيكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابِيلَ تَقِيكُمْ بَأْسَكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ

Vallâhu ceale lekum mimmâ halaka zılâlen ve ceale lekum minel cibâli eknânen ve ceale lekum serâbîle tekîkumul harra ve serâbîle tekîkum be’sekum, kezâlike yutimmu ni’metehu aleykum leallekum tuslimûn(tuslimûne).

Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler oluşturdu. Dağlardan sizin için sığınak evler yaptı. Sizin için, sıcaktan koruyacak elbiselerle savaşta koruyacak elbiseler de yaptı. İşte nimetini üzerinizde böyle tamamlıyor ki, O´na teslim olup esenliğe ulaşabilesiniz.
 


ظِلّ
[HyperLink1] 25:45     الظِّلَّ     Z-Zille     gölgeyi
 
İsim         Eril    Mansûb İsim    
    

أَلَمْ تَرَ إِلَىٰ رَبِّكَ كَيْفَ مَدَّ الظِّلَّ وَلَوْ شَاءَ لَجَعَلَهُ سَاكِنًا ثُمَّ جَعَلْنَا الشَّمْسَ عَلَيْهِ دَلِيلًا

E lem tere ilâ rabbike keyfe meddez zıll(zılle), ve lev şâe le cealehu sâkinâ(sâkinen), summe cealneş şemse aleyhi delîlâ(delîlen).

Görmedin mi Rabbini, nasıl uzatmıştır gölgeyi? Eğer dileseydi, onu elbette hareketsiz kılardı. Sonra nasıl Güneş´i ona delil yapmışız!
 


ظِلّ
[HyperLink1] 28:24     الظِّلِّ     Z-Zilli     gölgeye
 
İsim         Eril    Mecrûr İsim    
    

فَسَقَىٰ لَهُمَا ثُمَّ تَوَلَّىٰ إِلَى الظِّلِّ فَقَالَ رَبِّ إِنِّي لِمَا أَنْزَلْتَ إِلَيَّ مِنْ خَيْرٍ فَقِيرٌ

Fe sekâ lehumâ summe tevellâ ilez zılli fe kâle rabbi innî limâ enzelte ileyye min hayrin fakîr(fakîrun).

Bunun üzerine Mûsa, onların sulama işini yaptı. Sonra gölgeye çekilip şöyle dedi: "Rabbim, bana indireceğin her nimeti bekleyen bir çaresizim."
 


ظِلّ
[HyperLink1] 35:21     الظِّلُّ     Z-Zillu     gölge (ile)
 
İsim         Eril    Merfû` İsim    
    

وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُ

Ve lez zıllu ve lel harûr(harûru).

Gölge ile sıcaklık da aynı değildir.
 


ظِلّ
[HyperLink1] 36:56     ظِلَالٍ     Zilālin     gölgelerde
 
İsim         Eril, Çoğul    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِئُونَ

Hum ve ezvâcuhum fî zılâlin alel erâiki muttekiûn(muttekiûne).

Kendileri ve eşleri, gölgeliklerde, koltuklar üzerinde yaslanmışlardır.
 


ظِلّ
[HyperLink1] 56:30     وَظِلٍّ     ve Zillin     ve gölge(ler)
 
İsim         Eril    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

وَظِلٍّ مَمْدُودٍ

Ve zıllin memdûd(memdûdin).

Uzayan gölgeler,
 


ظِلّ
[HyperLink1] 56:43     وَظِلٍّ     ve Zillin     ve gölgededirler
 
İsim         Eril    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

وَظِلٍّ مِنْ يَحْمُومٍ

Ve zıllin min yahmûm(yahmûmin).

Simsiyah bir gölge altındadırlar.
 


ظِلّ
[HyperLink1] 76:14     ظِلَالُهَا     Zilāluhā     onun gölgeleri
 
İsim         Eril, Çoğul    Merfû` İsim    
    

وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا

Ve dâniyeten aleyhim zılâluhâ ve zullilet kutûfuhâ tezlîlâ(tezlîlen).

Bahçenin gölgeleri üzerlerine eğilmiştir. Ve bahçenin meyveleri iyice yaklaştırılmşıtır.
 


ظِلّ
[HyperLink1] 77:30     ظِلٍّ     Zillin     bir gölgeye
 
İsim         Eril    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

انْطَلِقُوا إِلَىٰ ظِلٍّ ذِي ثَلَاثِ شُعَبٍ

İntalikû ilâ zıllin zî selâsi şuâb(şuâbin).

Haydi, üç çatallı gölgeye gidin!
 


ظِلّ
[HyperLink1] 77:41     ظِلَالٍ     Zilālin     gölgeler
 
İsim         Eril, Çoğul    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي ظِلَالٍ وَعُيُونٍ

İnnel muttekîne fî zılâlin ve uyûn(uyûnin).

Takvaya sarılanlar gölgeler altında, su kaynaklarındadır.
 


ظُلَّة
[HyperLink1] 2:210     ظُلَلٍ     Zulelin     gölgeler
 
İsim         Eril, Çoğul    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

هَلْ يَنْظُرُونَ إِلَّا أَنْ يَأْتِيَهُمُ اللَّهُ فِي ظُلَلٍ مِنَ الْغَمَامِ وَالْمَلَائِكَةُ وَقُضِيَ الْأَمْرُ ۚ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ

Hel yenzurûne illâ en ye’tiyehumullâhu fî zulelin minel gamâmi vel melâiketu ve kudiyel emr(emru), ve ilâllâhi turceul umûr(umûru).

Onlar, Allah´ın ve meleklerin buluttan gölgeler içinde kendilerine gelmesini ve işin bitirilmesini mi bekliyorlar? Bütün iş ve oluşlar sonunda Allah´a döndürülür.
 


ظُلَّة
[HyperLink1] 7:171     ظُلَّةٌ     Zulletun     bir gölge
 
İsim         Dişil    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

وَإِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَأَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّوا أَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا فِيهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Ve iz netaknel cebele fevkahum ke ennehu zulletun ve zannû ennehu vâkıun bihim, huzû mâ âteynâkum bi kuvvetin vezkurû mâ fîhi leallekum tettekûn(tettekûne).

Bir zaman, dağı tepelerine bir gölgelik gibi çekmiştik de onu üstlerine düşüyor sanmışlardı. "Size verdiğimizi kuvvetle tutun ve içindekini hatırınızdan çıkarmayın ki korunabilesiniz."
 


ظُلَّة
[HyperLink1] 26:189     الظُّلَّةِ     Z-Zulleti     gölge
 
İsim         Dişil    Mecrûr İsim    
    

فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ

Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmiz zulleh(zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm(azîmin).

Onu yalanladılar; bunun üzerine o gölgelik gününün azabı onları yakalayıverdi. O, gerçekten büyük bir günün azabıydı.
 


ظُلَّة
[HyperLink1] 31:32     كَالظُّلَلِ     kāZZuleli     gölgeler gibi
 
İsim         Eril, Çoğul    Mecrûr İsim    
    

وَإِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْ إِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ ۚ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ

Ve izâ gaşiyehum mevcun kez zuleli deavûllâhe muhlisîne lehud dîn(dîne), fe lemmâ neccâhum ilel berri fe minhum muktesıd(muktesidun), ve mâ yechadu bi âyâtinâ illâ kullu hattârin kefûr(kefûrin).

Kara bulutlar gibi dalga kendilerini kuşattığı zaman; Allah´a, dini O´na özgüleyerek yalvarırlar. Fakat onları karaya çıkarıp kurtarınca, içlerinden sadece bir kısmı doğru yolu tutar. Bizim ayetlerimize, gaddar nankörlerin tümünden başkası karşı çıkmaz.
 


ظُلَّة
[HyperLink1] 39:16     ظُلَلٌ     Zulelun     gölgeler
 
İsim         Eril, Çoğul    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

لَهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِنَ النَّارِ وَمِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌ ۚ ذَٰلِكَ يُخَوِّفُ اللَّهُ بِهِ عِبَادَهُ ۚ يَا عِبَادِ فَاتَّقُونِ

Lehum min fevkıhim zulelun minen nâri ve min tahtihim zulel(zulelun), zâlike yuhavvifullâhu bihî ıbâdeh(ıbâdetu), yâ ıbâdi fettekûn(fettekûni).

Onların üstlerinde ateşten gölgeler, altlarında da gölgeler vardır. İşte Allah, kullarını bundan korkmaya çağırıyor. "Ey kullarım, benden korkun!"
 


ظُلَّة
[HyperLink1] 39:16     ظُلَلٌ     Zulelun     (ateşten) gölgeler
 
İsim         Eril, Çoğul    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

لَهُمْ مِنْ فَوْقِهِمْ ظُلَلٌ مِنَ النَّارِ وَمِنْ تَحْتِهِمْ ظُلَلٌ ۚ ذَٰلِكَ يُخَوِّفُ اللَّهُ بِهِ عِبَادَهُ ۚ يَا عِبَادِ فَاتَّقُونِ

Lehum min fevkıhim zulelun minen nâri ve min tahtihim zulel(zulelun), zâlike yuhavvifullâhu bihî ıbâdeh(ıbâdetu), yâ ıbâdi fettekûn(fettekûni).

Onların üstlerinde ateşten gölgeler, altlarında da gölgeler vardır. İşte Allah, kullarını bundan korkmaya çağırıyor. "Ey kullarım, benden korkun!"
 


ظَلَّلْ
[HyperLink1] 2:57     وَظَلَّلْنَا     ve Zellelnā     ve gölgelendirdik
 
Fiil  Tef’il Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَظَلَّلْنَا عَلَيْكُمُ الْغَمَامَ وَأَنْزَلْنَا عَلَيْكُمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ ۖ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ ۖ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَٰكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

Ve zallelnâ aleykumul gamâme ve enzelnâ aleykumul menne ves selvâ kulû min tayyibâti mâ razaknâkum ve mâ zalemûnâ ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).

Ve bulutu üstünüze gölgelik yaptık ve size kudret helvasıyla bıldırcın indirdik: "rızk olarak size verdiklerimizin, en temizlerinden yiyin." dedik. Onlar zulmü bize yapmadılar, onlar kendi benliklerine zulmetmekteydiler.
 


ظَلَّلْ
[HyperLink1] 7:160     وَظَلَّلْنَا     ve Zellelnā     ve gölge yaptık
 
Fiil  Tef’il Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَقَطَّعْنَاهُمُ اثْنَتَيْ عَشْرَةَ أَسْبَاطًا أُمَمًا ۚ وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ إِذِ اسْتَسْقَاهُ قَوْمُهُ أَنِ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ ۖ فَانْبَجَسَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْنًا ۖ قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَشْرَبَهُمْ ۚ وَظَلَّلْنَا عَلَيْهِمُ الْغَمَامَ وَأَنْزَلْنَا عَلَيْهِمُ الْمَنَّ وَالسَّلْوَىٰ ۖ كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ ۚ وَمَا ظَلَمُونَا وَلَٰكِنْ كَانُوا أَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

Ve katta’nâhumusnetey aşrete esbâtan umemâ(umemen), ve evhaynâ ilâ mûsâ izisteskâhu kavmuhu enıdrıb bi asâkel hacer(hacere), fenbeceset minhusnetâ aşrete aynâ(aynen), kad alime kullu unâsin meşrebehum, ve zallelnâ aleyhimul gamame ve enzelnâ aleyhimul menne ves selvâ, kulû min tayyibâti mâ rezaknâkum, ve mâ zâlemûnâ ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn(yazlimûne).

Biz onları, oniki torun kabileye ayırdık. Toplumu kendisinden su istediğinde de Musa´ya, "asanı taşa vur" diye vahyettik. Taştan, oniki göze fışkırdı. Her oymak, su içeceği yeri belledi. Onların üzerlerine bulutları gölgelik yaptık, kendilerine kudret helvası ve bıldırcın indirdik. "Yiyiniz size verdiğimiz rızıkların temizlerinden!" onlar bize zulmetmediler, ama öz benliklerine zulmediyorlardı.
 


ظَلِيل
[HyperLink1] 4:57     ظَلِيلًا     Zelīlen     (hiç güneş sızmayan) eşsiz
 
Sıfat         Eril, Tekil    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ لَهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ ۖ وَنُدْخِلُهُمْ ظِلًّا ظَلِيلًا

Vellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti senudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), lehum fîhâ ezvâcun mutahharatun ve nudhıluhum zıllen zalîlâ(zalîlen).

İman edip hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Hep orada kalacaklardır, sonsuza dek. Orada kendileri için tertemiz eşler de olacaktır. Ve onları, en güzel biçimde serinleten bir gölgeye kavuşturacağız.
 


ظَلِيل
[HyperLink1] 77:31     ظَلِيلٍ     Zelīlin     gölgelendirmez
 
Sıfat         Eril, Tekil    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

لَا ظَلِيلٍ وَلَا يُغْنِي مِنَ اللَّهَبِ

Lâ zalîlin ve lâ yugnî minel leheb(lehebi).

Ne gölgelendirir ne alevden korur.