كَاشِف
6:17
كَاشِفَ
kāşife
açacak
İsim
Etken
Eril
Mansûb İsim
وَإِنْ يَمْسَسْكَ اللَّهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُ إِلَّا هُوَ ۖ وَإِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Ve in yemseskellâhu bi durrin fe lâ kâşife lehu illâ huve, ve in yemseske bi hayrın fe huve alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).
Allah sana bir keder dokundurursa, onu O´ndan başka açacak yoktur. Eğer sana bir hayır dokundurursa, O, her şey üzerinde güç sahibidir.
|
كَاشِف
10:107
كَاشِفَ
kāşife
giderecek
İsim
Etken
Eril
Mansûb İsim
وَإِنْ يَمْسَسْكَ اللَّهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُ إِلَّا هُوَ ۖ وَإِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَادَّ لِفَضْلِهِ ۚ يُصِيبُ بِهِ مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۚ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
Ve in yemseskallâhu bidurrin fe lâ kâşife lehu illâ hû(hûve), ve in yuridke bi hayrin fe lâ râdde li fadlih(fadlihi), yusîbu bihî men yeşâu min ibâdih(ibâdihi), ve huvel gafûrur râhîm(râhîmu).
Allah sana bir zarar dokundurursa, onu kaldıracak olan başkası değil, yine O´dur. O sana bir hayır dilerse, O´nun lütfunu reddedecek yoktur. Kullarından dilediğini lütfuyla nasiplendirir. Gafûr´dur O, Rahîm´dir.
|
كَاشِف
44:15
كَاشِفُو
kāşifū
kaldırırız
İsim
Etken
Eril, Çoğul
Merfû` İsim
إِنَّا كَاشِفُو الْعَذَابِ قَلِيلًا ۚ إِنَّكُمْ عَائِدُونَ
İnnâ kâşifûl azâbi kalîlen innekum âidûn(âidûne).
Biz azabı biraz kaldırırız; siz eski halinize tekrar dönersiniz.
|
كَاشِفَة
53:58
كَاشِفَةٌ
kāşifetun
açacak kimse
İsim
Etken
Dişil
Merfû` İsim
Belirsiz
لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللَّهِ كَاشِفَةٌ
Leyse lehâ min dûnillâhi kâşifeh(kâşifetun).
Onu Allah´tan başka kaldıracak/uzaklaştıracak yok.
|
كَشَفَ
6:41
فَيَكْشِفُ
fe yekşifu
O da kaldırır
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
بَلْ إِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ إِلَيْهِ إِنْ شَاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ
Bel iyyâhu ted’ûne fe yekşifu mâ ted’ûne ileyhi in şâe ve tensevne mâ tuşrikûn(tuşrikûne).
Hayır, yalnız O´na yakarırsınız da O dilerse yakındığınız belayı uzaklaştırır. Ve siz, ortak koştuklarınızı unutuverirsiniz.
|
كَشَفَ
7:134
كَشَفْتَ
keşefte
kaldırırsan
Fiil
2. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَ ۖ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنِي إِسْرَائِيلَ
Ve lemmâ vakaa aleyhimur riczu kâlû yâ mûsed’u lenâ rabbeke bi mâ ahide indek(indeke), le in keşefte anner ricze le nu’minenne leke ve le nursilenne meake benî isrâîl(isrâîle).
Pislik üzerlerine çökünce şöyle dediler: "Ey Musa! Sana verdiği söze dayanarak Rabbine dua et. Şu pisliği üzerimizden kaldırırsa, sana kesinlikle inanacağız ve İsrailoğullarını seninle birlikte mutlaka göndereceğiz."
|
كَشَفَ
7:135
كَشَفْنَا
keşefnā
biz kaldırsak
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ إِلَىٰ أَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ إِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
Fe lemmâ keşefnâ anhumur ricze ilâ ecelin hum bâligûhu izâ hum yenkusûn(yenkusûne).
Dolduracakları bir süreye kadar kendilerinden azabı kaldırdığımızda, hemen yeminlerini bozdular.
|
كَشَفَ
10:12
كَشَفْنَا
keşefnā
giderdiğimizde
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَائِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَىٰ ضُرٍّ مَسَّهُ ۚ كَذَٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Ve izâ messel insâned durru deânâ li cenbihî ev kâiden ev kâimâ(kâimen), fe lemmâ keşefnâ anhu durrehu merre ke’en lem yed’unâ ilâ durrin messeh(messehu), kezâlike zuyyine lil musrifîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
İnsanlara zorluk dokunduğu zaman; yan yatarken, otururken, ayaktayken bize yalvarır. Ama sıkıntısını çözdüğümüzde, kendisine dokunan bir zorluk yüzünden bize hiç yalvarmamış gibi çekip gider. Haksızlığa/aşırılığa sapanlara, yapmakta oldukları, işte böyle süslü gösterilmiştir.
|
كَشَفَ
10:98
كَشَفْنَا
keşefnā
kaldırdık
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ آمَنَتْ فَنَفَعَهَا إِيمَانُهَا إِلَّا قَوْمَ يُونُسَ لَمَّا آمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ إِلَىٰ حِينٍ
Fe lev lâ kânet karyetun âmenet fe nefeahâ îmânuhâ, illâ kavme yûnus(yûnuse), lemmâ âmenû keşefnâ anhum azâbel hızyi fîl hayâtid dunyâ ve metta’nâhum ilâ hîn(hînin).
Bir kent inansa da imanı kendisine yarar sağlasa ya! Yûnus´un kavmi müstesna. Onlar inanınca, dünya hayatında rezillik azabını üstlerinden kaldırmış ve kendilerini belirli bir süreye kadar nimetlendirmiştik.
|
كَشَفَ
16:54
كَشَفَ
keşefe
kaldırdığı
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
ثُمَّ إِذَا كَشَفَ الضُّرَّ عَنْكُمْ إِذَا فَرِيقٌ مِنْكُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَ
Summe iza keşefad durra ankum izâ ferîkun minkum bi rabbihim yuşrikûn(yuşrikûne).
Sonra da zorluk ve kederi sizden kaldırdığında, içinizden bir zümre kendi Rablerine hemen ortak koşuverir,
|
كَشَفَ
21:84
فَكَشَفْنَا
fe keşefnā
ve kaldırdık
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِهِ مِنْ ضُرٍّ ۖ وَآتَيْنَاهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرَىٰ لِلْعَابِدِينَ
Festecebnâ lehu fe keşefnâ mâ bihî min durrin ve âteynâhu ehlehu ve mislehum meahum rahmeten min ındinâ ve zikrâ lil âbidîn(âbidîne).
Hemen cevap verdik ona, kendisindeki derdi kaldırdık. Tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenler için bir hatırlatma olarak, ona ailesini ve beraberinde benzerlerini de verdik.
|
كَشَفَ
23:75
وَكَشَفْنَا
ve keşefnā
ve kaldırsaydık
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَلَوْ رَحِمْنَاهُمْ وَكَشَفْنَا مَا بِهِمْ مِنْ ضُرٍّ لَلَجُّوا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Ve lev rahımnâhum ve keşefnâ mâ bihim min durrin le leccû fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Eğer biz onlara acıyıp da üstlerindeki sıkıntıyı kaldırsaydık, azgınlıkları içinde sersem sersem bocalamaya devam edeceklerdi.
|
كَشَفَ
27:44
وَكَشَفَتْ
ve keşefet
ve sıvadı
Fiil
3. şahıs, Dişil, Tekil
Geçmiş Zaman
قِيلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَ ۖ فَلَمَّا رَأَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَا ۚ قَالَ إِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَارِيرَ ۗ قَالَتْ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي وَأَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمَانَ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Kîle lehadhulîs sarh(sarha), fe lemmâ raethu hasibethu lucceten ve keşefet an sâkayhâ, kâle innehu sarhun mumerradun min kavârîr(kavârîra), kâlet rabbi innî zalemtu nefsî ve eslemtu mea suleymâne lillâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Ona denildi: "Köşke gir!" Melike onu görünce su sandı ve baldırlarını açtı. Süleyman dedi ki: "O, cilalı sırçadan yapılmış bir parlak avlu/zemindir." Melike dedi: "Rabbim, doğrusu ben öz benliğime zulmetmişim. Artık Süleyman´la birlikte, âlemlerin Rabbi olan Allah´a teslim oluyorum."
|
كَشَفَ
27:62
وَيَكْشِفُ
ve yekşifu
ve kaldıran
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
أَمَّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَ الْأَرْضِ ۗ أَإِلَٰهٌ مَعَ اللَّهِ ۚ قَلِيلًا مَا تَذَكَّرُونَ
Emmen yucîbul mudtarra izâ deâhu ve yekşifus sûe ve yec’alukum hulefâel ard(ardı), e ilâhun meallâh(meallâhi), kalîlen mâ tezekkerûn(tezekkerûne).
Yoksa zorda kalan yalvardığında, onun imdadına yetişip sıkıntı ve kaderi kaldıran, sizi yeryüzünün hükmedenleri kılan mı hayırlı? Allah´ın yanında bir ilah daha var mı? Ne kadar da az ibret alıyorsunuz!
|
كَشَفَ
43:50
كَشَفْنَا
keşefnā
biz kaldırınca
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
Fe lemmâ keşefnâ an humul azâbe izâ hum yenkusûn(yenkusûne).
Fakat kendilerinden azabı kaldırdığımızda hemen yan çizmeye başladılar.
|
كَشَفَ
44:12
اكْشِفْ
kşif
kaldır
Fiil
2. şahıs, Eril, Tekil
Emir Kipi
رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ إِنَّا مُؤْمِنُونَ
Rabbenekşif annel azâbe innâ mû’minûn(mû’minûne).
"Ey Rabbimiz, kaldır bizden bu azabı. Biz gerçekten müminleriz."
|
كَشَفَ
50:22
فَكَشَفْنَا
fekeşefnā
biz açtık
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
لَقَدْ كُنْتَ فِي غَفْلَةٍ مِنْ هَٰذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَاءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ
Lekad kunte fî gafletin min hâzâ fe keşefnâ anke gıtâeke fe besarukel yevme hadîdun.
Yemin olsun, sen bundan gaflet içindeydin. Ama perdeni üstünden kaldırıverdik. Bugün gözün keskin mi keskin.
|
كَشَفَ
68:42
يُكْشَفُ
yukşefu
açılacağı, sıvanacağı
Fiil
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
يَوْمَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُونَ
Yevme yukşefu an sâkın ve yud’avne iles sucûdi fe lâ yestetîûn(yestetîûne).
Baldırın çıplak kalacağı, secdelere çağrılacakları gün, onu da yapamayacaklar.
|
كَشْف
17:56
كَشْفَ
keşfe
gidermeye
İsim
Eril
Mansûb İsim
قُلِ ادْعُوا الَّذِينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِهِ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْوِيلًا
Kulid’ûllezîne zeamtum min dûnihî fe lâ yemlikûne keşfed durri ankum ve lâ tahvîlâ(tahvîlen).
De ki: "O´nun berisinden bel bağladıklarınızı çağırın; onlar, başınızdaki zorluk ve sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler."
|
كَٰشِفَٰت
39:38
كَاشِفَاتُ
kāşifātu
kaldıracaklar
İsim
Etken
Dişil, Çoğul
Mecrûr İsim
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ ۚ قُلْ أَفَرَأَيْتُمْ مَا تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ ۚ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ ۖ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ
Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda le yekûlunnallâh(yekûlunnallâhu), kul e fe raeytum mâ ted’ûne min dûnillâhi in erâdeniyallâhu bi durrin hel hunne kâşifâtu durrihi ev erâdenî bi rahmetin hel hunne mumsikâtu rahmetih(rahmetihi), kul hasbiyallâh(hasbiyallâhu), aleyhi yetevekkelul mutevekkılûn(mutevekkılûne).
Onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, yemin olsun "Allah!" diyecekler. De onlara: "Peki Allah dışındaki yakardıklarınız hakkında ne diyorsunuz? Allah bana bir zarar vermek istese, O´nun vereceği zararı uzaklaştırabilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilese, O´nun rahmetini tutabilirler mi?" De ki: "Bana Allah yeter! Tevekkül edenler O´na dayanıp güvenirler."
|