أَلْقَىٰ
2:195
تُلْقُوا
tulḳū
kendinizi atmayın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
وَأَنْفِقُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا تُلْقُوا بِأَيْدِيكُمْ إِلَى التَّهْلُكَةِ ۛ وَأَحْسِنُوا ۛ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ
Ve enfikû fî sebîlillâhi ve lâ tulkû bi eydîkum ilet tehluketi, ve ahsinû, innallâhe yuhıbbul muhsinîn(muhsinîne).
Allah yolunda harcama yapın/nimetleri paylaşın; kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Güzel düşünüp güzel işler yapın. Çünkü Allah, güzellik sergileyenleri sever.
|
أَلْقَىٰ
3:44
يُلْقُونَ
yulḳūne
attıkları
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
ذَٰلِكَ مِنْ أَنْبَاءِ الْغَيْبِ نُوحِيهِ إِلَيْكَ ۚ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يُلْقُونَ أَقْلَامَهُمْ أَيُّهُمْ يَكْفُلُ مَرْيَمَ وَمَا كُنْتَ لَدَيْهِمْ إِذْ يَخْتَصِمُونَ
Zâlike min enbâil gaybi nûhîhi ileyk(ileyke), ve mâ kunte ledeyhim iz yulkûne eklâmehum eyyuhum yekfulu meryeme, ve mâ kunte ledeyhim iz yahtesımûn(yahtesımûne).
Bu, gayb haberlerindendir ki, sana vahyediyoruz. Onlar, Meryem´in bakımını kimin üstleneceğini belirlemek için kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Çekiştikleri sırada da yanlarında değildin.
|
أَلْقَىٰ
3:151
سَنُلْقِي
senulḳī
salacağız
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُوا بِاللَّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا ۖ وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ ۚ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ
Se nulkî fî kulûbillezîne keferûr ru’be bimâ eşrakû billâhi mâ lem yunezzil bihî sultânâ(sultânen), ve me’vâhumun nâr(nâru), ve bi’se mesvez zâlimîn(zâlimîne).
Allah´ın, kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah´a ortak koştukları için, küfre sapanların kalplerine korku salacağız. Barınakları ateştir onların. Ne kötüdür o zalimlerin varacakları yer!
|
أَلْقَىٰ
4:90
وَأَلْقَوْا
ve elḳav
ve isterlerse
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
إِلَّا الَّذِينَ يَصِلُونَ إِلَىٰ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ مِيثَاقٌ أَوْ جَاءُوكُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ أَنْ يُقَاتِلُوكُمْ أَوْ يُقَاتِلُوا قَوْمَهُمْ ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْ ۚ فَإِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَأَلْقَوْا إِلَيْكُمُ السَّلَمَ فَمَا جَعَلَ اللَّهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَبِيلًا
İllellezîne yasılûne ilâ kavmin beynekum ve beynehum mîsâkun ev câûkum hasıret sudûruhum en yukâtilûkum ev yukâtilû kavmehum ve lev şâellâhu le selletahum aleykum fe le kâtelûkum, fe inı’tezelûkum fe lem yukâtilûkum ve elkav ileykumus seleme, fe mâ cealallâhu lekum aleyhim sebîlâ(sebîlen).
Ancak sizinle aralarında antlaşma olan bir topluma sığınanlarla, kendi toplumlarıyla yahut sizinle savaşma konusunda yürekleri yetersiz kalıp da size gelenlere dokunmayın. Allah dileseydi onları elbette sizin üstünüze salardı, onlar da sizinle mutlaka savaşırlardı. O halde, sizden uzak durur, sizinle savaşmaz, size barış eli uzatırlarsa, artık Allah size, üzerlerine gitmek için bir yol vermemiştir.
|
أَلْقَىٰ
4:91
وَيُلْقُوا
ve yulḳū
ve istemezlerse
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
سَتَجِدُونَ آخَرِينَ يُرِيدُونَ أَنْ يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُوا قَوْمَهُمْ كُلَّ مَا رُدُّوا إِلَى الْفِتْنَةِ أُرْكِسُوا فِيهَا ۚ فَإِنْ لَمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُوا إِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّوا أَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ ۚ وَأُولَٰئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا مُبِينًا
Setecidûne âharîne yurîdûne en ye’menûkum ve ye’menû kavmehum kullemâ ruddû ilel fitneti urkisû fîhâ, fe in lem ya’tezilûkum ve yulkû ileykumus seleme ve yekuffû eydiyehum fe huzûhum vaktulûhum haysu sekıftumûhum ve ulâikum cealnâ lekum aleyhim sultânen mubînâ(mubînen).
Diğer bazılarını da bulacaksınız ki, hem sizden emin olmak hem de kendi toplumlarından emin olmak isterler. Ama fitneyle yüz yüze getirildiklerinde başaşağı içine dalarlar. Bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barışa gitmezler ve ellerini sizden çekmezlerse onları yakalayın, tuttuğunuz yerde öldürün. İşte böylelerinin üstüne gitmeniz için size açık bir izin ve kuvvet verilmiştir.
|
أَلْقَىٰ
4:94
أَلْقَىٰ
elḳā
veren
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَتَبَيَّنُوا وَلَا تَقُولُوا لِمَنْ أَلْقَىٰ إِلَيْكُمُ السَّلَامَ لَسْتَ مُؤْمِنًا تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَعِنْدَ اللَّهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ ۚ كَذَٰلِكَ كُنْتُمْ مِنْ قَبْلُ فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْكُمْ فَتَبَيَّنُوا ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ darabtum fî sebîlillâhi fe tebeyyenû ve lâ tekûlû li men elkâ ileykumus selâme leste mu’minâ(mu’minen) tebtegûne aradal hayâtid dunyâ fe indallâhi megânimu kesîreh(kesîretun), kezâlike kuntum min kablu fe mennellâhu aleykum fe tebeyyenû innallâhe kâne bimâ ta’melûne habîrâ(habîran).
Ey iman edenler! Allah yolunda gaza için dolaştığınızda, iyice anlayıp dinleyin de size selam verene/barış teklifi sunana "Sen mümin değilsin!" demeyin. İğreti hayatın menfaatine göz dikiyorsunuz ama Allah katında çok ganimetler vardır. Önceden siz de öyle idiniz ama Allah size lütufta bulundu. O halde, iyice araştırın, anlayın dinleyin. Çünkü Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.
|
أَلْقَىٰ
4:171
أَلْقَاهَا
elḳāhā
attığı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا فِي دِينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللَّهِ إِلَّا الْحَقَّ ۚ إِنَّمَا الْمَسِيحُ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللَّهِ وَكَلِمَتُهُ أَلْقَاهَا إِلَىٰ مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُ ۖ فَآمِنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ ۖ وَلَا تَقُولُوا ثَلَاثَةٌ ۚ انْتَهُوا خَيْرًا لَكُمْ ۚ إِنَّمَا اللَّهُ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ سُبْحَانَهُ أَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌ ۘ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ ۗ وَكَفَىٰ بِاللَّهِ وَكِيلًا
Yâ ehlel kitâbi lâ taglû fî dînikum ve lâ tekûlû alâllâhi illel hakk(hakka) innemel mesîhu îsebnu meryeme resûlullâhi ve kelimetuh(kelimetuhu), elkâhâ ilâ meryeme ve rûhun minh(minhu), fe âminû billâhi ve rusulih(rusulihî), ve lâ tekûlû selâseh(selâsetun) intehû hayran lekum innemâllâhu ilâhun vâhid(vâhidun), subhânehû en yekûne lehu veled(veledun), lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve kefâ billâhi vekîlâ(vekîlen).
Ey Ehlikitap! Dininizde aşırılığa gidip doymazlık etmeyin! Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin! Meryem oğlu İsa Mesih, Allah´ın resulü ve kelimesidir. Onu, kendisinden bir ruhla beraber Meryem´e atmıştır. Artık Allah´a ve resullerine inanın. "Üçtür!" demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah Vâhid´dir, tek ve biricik ilahtır. Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır O. Yalnız O´nundur göklerdekiler ve yerdekiler. Vekil olarak Allah yeter.
|
أَلْقَىٰ
5:64
وَأَلْقَيْنَا
ve elḳaynā
biz atmışızdır
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللَّهِ مَغْلُولَةٌ ۚ غُلَّتْ أَيْدِيهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُوا ۘ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَاءُ ۚ وَلَيَزِيدَنَّ كَثِيرًا مِنْهُمْ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَانًا وَكُفْرًا ۚ وَأَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاءَ إِلَىٰ يَوْمِ الْقِيَامَةِ ۚ كُلَّمَا أَوْقَدُوا نَارًا لِلْحَرْبِ أَطْفَأَهَا اللَّهُ ۚ وَيَسْعَوْنَ فِي الْأَرْضِ فَسَادًا ۚ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ
Ve kâletil yehûdu yedullâhi maglûleh(maglûletun) gullet eydîhim ve luınû bimâ kâlû bel yedâhu mebsûtatâni yunfıku keyfe yeşâ(yeşâû) ve leyezîdenne kesîran minhum mâ unzile ileyke min rabbike tugyanen ve kufrâ(kufren) ve elkaynâ beynehumul adâvete vel bagdâe ilâ yevmil kıyâmeh(kıyâmeti) kullemâ evkadû nâran lil harbi etfeehallâhu ve yes’avne fîl ardı fesâda(fesâden) vallâhu lâ yuhıbbul mufsidîn(mufsidîne).
Yahudiler dediler ki: "Allah´ın eli bağlıdır." Kendi elleri bağlandı/elleri bağlanasıcalar! Söylemiş oldukları yüzünden lanetlendiler. Söylediklerinin aksine, Allah´ın iki eli de alabildiğine açıktır; dilediği gibi bağışta bulunur. İnan olsun ki, Rabbinden sana indirilen, küfür ve taşkınlık yönünden onları iyice azdıracaktır. Onların arasına, ta kıyamet gününe kadar düşmanlık ve nefret atmışızdır. Ne zaman savaş için bir ateş yaksalar, Allah onu söndürür de onlar yeryüzünde yine bozgunculuğa koşarlar. Ama Allah, bozguncuları sevmez.
|
أَلْقَىٰ
7:107
فَأَلْقَىٰ
feelḳā
bunun üzerine attı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبِينٌ
Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
Bunun üzerine Musa, asasını yere attı; birden korkunç bir ejderha oluverdi o.
|
أَلْقَىٰ
7:115
تُلْقِيَ
tulḳiye
sen atacaksın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِمَّا أَنْ تُلْقِيَ وَإِمَّا أَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْقِينَ
Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkiye ve immâ en nekûne nahnul mulkîn(mulkîne).
Sihirbazlar şöyle dediler: "Ey Musa! Sen mi hünerini ortaya atacaksın yoksa biz mi hünerlerimizi sergileyelim?"
|
أَلْقَىٰ
7:116
أَلْقُوا
elḳū
siz atın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Emir Kipi
قَالَ أَلْقُوا ۖ فَلَمَّا أَلْقَوْا سَحَرُوا أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَاءُوا بِسِحْرٍ عَظِيمٍ
Kâle elkû fe lemmâ elkav seharû a’yunen nâsi vesterhebûhum ve câû bi sihrin azîm(azîmin).
"Siz sergileyin." dedi. Hünerlerini ortaya atınca, halkın gözlerini büyülediler, onları dehşete düşürdüler. Çok büyük bir büyü sergilediler.
|
أَلْقَىٰ
7:116
أَلْقَوْا
elḳav
atınca
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
قَالَ أَلْقُوا ۖ فَلَمَّا أَلْقَوْا سَحَرُوا أَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَاءُوا بِسِحْرٍ عَظِيمٍ
Kâle elkû fe lemmâ elkav seharû a’yunen nâsi vesterhebûhum ve câû bi sihrin azîm(azîmin).
"Siz sergileyin." dedi. Hünerlerini ortaya atınca, halkın gözlerini büyülediler, onları dehşete düşürdüler. Çok büyük bir büyü sergilediler.
|
أَلْقَىٰ
7:117
أَلْقِ
elḳi
at
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Emir Kipi
وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ مُوسَىٰ أَنْ أَلْقِ عَصَاكَ ۖ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ
Ve evhaynâ ilâ mûsâ en elkı asâke, fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
Biz de Musa´ya şöyle vahyettik: "Hadi at asanı!" Bir de ne görsünler, asa, onların ortaya getirdikleri şeyleri yalayıp yutuyor.
|
أَلْقَىٰ
7:120
وَأُلْقِيَ
ve ulḳiye
ve kapandılar
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ
Ve ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
Ve büyücüler secdeye kapandılar.
|
أَلْقَىٰ
7:150
وَأَلْقَى
ve elḳā
ve yere attı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسَىٰ إِلَىٰ قَوْمِهِ غَضْبَانَ أَسِفًا قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُونِي مِنْ بَعْدِي ۖ أَعَجِلْتُمْ أَمْرَ رَبِّكُمْ ۖ وَأَلْقَى الْأَلْوَاحَ وَأَخَذَ بِرَأْسِ أَخِيهِ يَجُرُّهُ إِلَيْهِ ۚ قَالَ ابْنَ أُمَّ إِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُونِي وَكَادُوا يَقْتُلُونَنِي فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْأَعْدَاءَ وَلَا تَجْعَلْنِي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Ve lemmâ recea mûsâ ilâ kavmihî gadbâne esifen kâle bi’semâ haleftumûnî min ba’dî, e aciltum emre rabbikum, ve elkal elvâha ve ehaze bi re’si ahîhi yecurruhû ileyh(ileyhi), kâlebne umme innel kavmestad’afûnî ve kâdû yaktulûnenî fe lâ tuşmit biyel a’dâe ve lâ tec’alnî meal kavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine döndüğünde şöyle dedi: "Benden sonra arkamdan ne kötü şeyler yaptınız! Rabbinizin emrini bekleyemediniz mi? Levhaları yere attı, kardeşinin başını tuttu, kendisine doğru çekiyordu. Kardeşi dedi ki: "Ey annem oğlu! Bu topluluk beni horlayıp hırpaladı. Nerdeyse canımı alıyorlardı. Bir de sen düşmanları bana güldürme. Beni şu zalim toplulukla bir tutma."
|
أَلْقَىٰ
8:12
سَأُلْقِي
seulḳī
ben salacağım
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلَائِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُوا الَّذِينَ آمَنُوا ۚ سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُوا الرُّعْبَ فَاضْرِبُوا فَوْقَ الْأَعْنَاقِ وَاضْرِبُوا مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ
İz yûhî rabbuke ilel melâiketi ennî meakum fe sebbitûllezîne âmenû, seulkî fî kulûbillezîne keferûr ru´be fadribû fevkal a´nâkı vadribû minhum kulle benân(benânin).
Rabbin, meleklere şöyle vahyediyordu: "Ben sizinle beraberim. İmanı olanları sağlamlaştırın. İnkâr edenlerin kalpleri içine korku salacağım; vurun boyunların üstüne, vurun onların her parmağına."
|
أَلْقَىٰ
10:80
أَلْقُوا
elḳū
atın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Emir Kipi
فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسَىٰ أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ
Fe lemmâ câes seharetu kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
Büyücüler gelince, Mûsa onlara şöyle dedi: "Ortaya koyma gücünde olduğunuz şeyleri sergileyin."
|
أَلْقَىٰ
10:81
أَلْقَوْا
elḳav
attıkları
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَلَمَّا أَلْقَوْا قَالَ مُوسَىٰ مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُ ۖ إِنَّ اللَّهَ سَيُبْطِلُهُ ۖ إِنَّ اللَّهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِدِينَ
Fe lemmâ elkav kâle mûsâ mâ ci’tum bihis sihr(sihru), innallâhe se yubtiluh(yubtiluhu), innallâhe lâ yuslihu amelel mufsidîn(mufsidîne).
Onlar hünerlerini ortaya koyunca Mûsa dedi ki: "Sergilediğiniz şey büyüdür. Allah onu mutlaka hükümsüz kılacaktır. Çünkü Allah, bozguncuların işini düzgün yürütmez."
|
أَلْقَىٰ
12:10
وَأَلْقُوهُ
veelḳūhu
onu atın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Emir Kipi
قَالَ قَائِلٌ مِنْهُمْ لَا تَقْتُلُوا يُوسُفَ وَأَلْقُوهُ فِي غَيَابَتِ الْجُبِّ يَلْتَقِطْهُ بَعْضُ السَّيَّارَةِ إِنْ كُنْتُمْ فَاعِلِينَ
Kâle kâilun minhum lâ taktulû yûsufe ve elkûhu fî gayâbetil cubbi yel-tekithu ba’dus seyyâreti in kuntum fâilîn(fâilîne).
İçlerinden söz alan biri şöyle konuştu: "Yûsuf´u öldürmeyin. Onu bir kuyunun dibine bırakın; gelip geçen kafilelerden biri onu bulup alır. Yapacaksanız böyle yapın!"
|
أَلْقَىٰ
12:93
فَأَلْقُوهُ
fe elḳūhu
koyun
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Emir Kipi
اذْهَبُوا بِقَمِيصِي هَٰذَا فَأَلْقُوهُ عَلَىٰ وَجْهِ أَبِي يَأْتِ بَصِيرًا وَأْتُونِي بِأَهْلِكُمْ أَجْمَعِينَ
Yezhebû bikamîsî hâzâ fe elkûhu alâ vechi ebî ye’ti basîrâ(basîran), ve’tûnî bi ehlikum ecma’în(ecma’îne).
"Şu gömleğimi götürün, babamın yüzü üstüne koyun ki, gözü görür hale gelsin. Ve sonra da bütün ailenizle toplanıp bana gelin."
|
أَلْقَىٰ
12:96
أَلْقَاهُ
elḳāhu
koyunca
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَلَمَّا أَنْ جَاءَ الْبَشِيرُ أَلْقَاهُ عَلَىٰ وَجْهِهِ فَارْتَدَّ بَصِيرًا ۖ قَالَ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ إِنِّي أَعْلَمُ مِنَ اللَّهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Fe lemmâ en câel beşîru elkâhu alâ vechihî fertedde basîrâ(basiran), kâle e lem ekul lekum innî a’lemu minallâhi mâ lâ ta’lemûn(ta’lemûne).
Müjdeci gelip gömleği yüzünün üstüne bırakınca, gözü derhal görür hale geldi. Yakub: "Ben size demedim mi? Allah´ın izniyle sizin bilmediklerinizi bilirim." diye konuştu.
|
أَلْقَىٰ
15:19
وَأَلْقَيْنَا
ve elḳaynā
ve attık
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ
Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ revâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli şey’in mevzûn(mevzûnin).
Yeri yayıp döşedik, ona kuvvetli dağlar diktik ve içinde ölçülü/ahenkli her şeyden bitirdik.
|
أَلْقَىٰ
16:15
وَأَلْقَىٰ
ve elḳā
ve attı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Ve elkâ fîl ardı revâsiye en temîde bikum ve enhâren ve subulen leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Sizi çalkayıp sarsar diye yerküreye ağır dağlar, ırmaklar, yollar koydu. İyiye ve doğruya ulaşmanız umulmaktadır.
|
أَلْقَىٰ
16:28
فَأَلْقَوُا
feelḳavu
diyerek
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
الَّذِينَ تَتَوَفَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ ظَالِمِي أَنْفُسِهِمْ ۖ فَأَلْقَوُا السَّلَمَ مَا كُنَّا نَعْمَلُ مِنْ سُوءٍ ۚ بَلَىٰ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ellezîne teteveffâhumul melâiketu zâlimî enfusihim fe elkavus seleme mâ kunnâ na’melu min sû’(sûin), belâ innallâhe alîmun bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Öz benliklerine zulmedip durdukları bir sırada, meleklerin vefat ettirdikleri kişiler şöyle diyerek teslim bayrağını çekerler: "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk." İş hiç de öyle değil. Allah, sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilmektedir.
|
أَلْقَىٰ
16:86
فَأَلْقَوْا
feelḳav
söz atarlar
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَإِذَا رَأَى الَّذِينَ أَشْرَكُوا شُرَكَاءَهُمْ قَالُوا رَبَّنَا هَٰؤُلَاءِ شُرَكَاؤُنَا الَّذِينَ كُنَّا نَدْعُو مِنْ دُونِكَ ۖ فَأَلْقَوْا إِلَيْهِمُ الْقَوْلَ إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ
Ve izâ raellezîne eşrekû şurekâehum kâlû rabbenâ hâulâi şurekâunellezîne kunnâ ned’û min dûnik(dûnike), fe elkav ileyhimul kavle innekum le kâzibûn(kâzibûne).
Şirke sapanlar, ortak tuttuklarını gördüklerinde şöyle derler: "Rabbimiz, işte bunlar seni bırakıp da yalvarıp yakardığımız ortaklarımız." Bunun üzerine ortakları onlara şöyle söz dokundururlar: "Siz, yalancılarsınız, yalancılar!"
|
أَلْقَىٰ
16:87
وَأَلْقَوْا
ve elḳav
ve olurlar
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَأَلْقَوْا إِلَى اللَّهِ يَوْمَئِذٍ السَّلَمَ ۖ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ
Ve elkav ilallâhi yevme izinis seleme ve dalle anhum mâ kânû yefterûn(yefterûne).
O gün hepsi Allah huzurunda teslim bayrağı çekmiş, iftira aracı olarak kullandıklarının tümü onları ortada bırakıp kaybolmuştur.
|
أَلْقَىٰ
17:39
فَتُلْقَىٰ
fetulḳā
sonra atılırsın
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
2. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
ذَٰلِكَ مِمَّا أَوْحَىٰ إِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِ ۗ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ فَتُلْقَىٰ فِي جَهَنَّمَ مَلُومًا مَدْحُورًا
Zâlike mimmâ evhâ ileyke rabbuke minel hikmeh(hikmeti), ve lâ tec’al meallâhi ilâhen âhare fe tulkâ fî cehenneme melûmen medhûrâ(medhûren).
Bunlar, Rabbinin sana, hikmetten vahyetmiş olduklarıdır. Allah´ın yanına başka tanrı koyma ki, kınanmış ve kovulmuş bir halde cehenneme atılmayasın.
|
أَلْقَىٰ
20:19
أَلْقِهَا
elḳihā
(yere) at onu
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Emir Kipi
قَالَ أَلْقِهَا يَا مُوسَىٰ
Kâle elkıhâ yâ mûsâ.
Buyurdu: "Yere at onu ey Mûsa!"
|
أَلْقَىٰ
20:20
فَأَلْقَاهَا
feelḳāhā
onu attı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَأَلْقَاهَا فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَىٰ
Fe elkâhâ fe izâ hiye hayyetun tes’â.
O da onu attı. Bir de ne görsün, bir yılan olmuş o, koşuyor...
|
أَلْقَىٰ
20:39
وَأَلْقَيْتُ
ve elḳaytu
ve koydum
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Tekil
Geçmiş Zaman
أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِي وَعَدُوٌّ لَهُ ۚ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَىٰ عَيْنِي
Enıkzifîhi fît tâbûti fakzifîhi fîl yemmi felyulkıhil yemmu bis sâhıli ye’huzhu aduvvun lî ve aduvvun leh(lehu), ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.
"Onu tabuta koyup ırmağa bırak! Irmak onu sahile götürsün ki, benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri onu alsın. Üzerine kendimden bir sevgi bıraktım ki, gözümün önünde yetiştirilesin."
|
أَلْقَىٰ
20:39
فَلْيُلْقِهِ
felyulḳihi
onu bıraksın
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِي وَعَدُوٌّ لَهُ ۚ وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِنِّي وَلِتُصْنَعَ عَلَىٰ عَيْنِي
Enıkzifîhi fît tâbûti fakzifîhi fîl yemmi felyulkıhil yemmu bis sâhıli ye’huzhu aduvvun lî ve aduvvun leh(lehu), ve elkaytu aleyke mehabbeten minnî ve li tusnea alâ aynî.
"Onu tabuta koyup ırmağa bırak! Irmak onu sahile götürsün ki, benim de düşmanım, onun da düşmanı olan biri onu alsın. Üzerine kendimden bir sevgi bıraktım ki, gözümün önünde yetiştirilesin."
|
أَلْقَىٰ
20:65
أَلْقَىٰ
elḳā
atan
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِمَّا أَنْ تُلْقِيَ وَإِمَّا أَنْ نَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَىٰ
Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkıye ve immâ en nekûne evvele men elkâ.
Dediler: "Ey Mûsa, ya hünerini ortaya at yahut da ilk hüner sergileyen biz olacağız."
|
أَلْقَىٰ
20:65
تُلْقِيَ
tulḳiye
sen at
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِمَّا أَنْ تُلْقِيَ وَإِمَّا أَنْ نَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَلْقَىٰ
Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkıye ve immâ en nekûne evvele men elkâ.
Dediler: "Ey Mûsa, ya hünerini ortaya at yahut da ilk hüner sergileyen biz olacağız."
|
أَلْقَىٰ
20:66
أَلْقُوا
elḳū
siz atın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Emir Kipi
قَالَ بَلْ أَلْقُوا ۖ فَإِذَا حِبَالُهُمْ وَعِصِيُّهُمْ يُخَيَّلُ إِلَيْهِ مِنْ سِحْرِهِمْ أَنَّهَا تَسْعَىٰ
Kâle bel elkû, fe izâ hıbâluhum ve ısıyyuhum yuhayyelu ileyhi min sıhrihim ennehâ tes’â.
Mûsa dedi: "Hayır, siz atın!" Bir de ne görsün! Onların ipleri, sopaları, yaptıkları büyüler yüzünden, kendisine gerçekten koşuyorlarmış hayalini verdi.
|
أَلْقَىٰ
20:69
وَأَلْقِ
ve elḳi
ve at
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Emir Kipi
وَأَلْقِ مَا فِي يَمِينِكَ تَلْقَفْ مَا صَنَعُوا ۖ إِنَّمَا صَنَعُوا كَيْدُ سَاحِرٍ ۖ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُ حَيْثُ أَتَىٰ
Ve elkı mâ fî yemînike telkaf mâ sanaû, innemâ sanaû keydu sâhır(sâhırin), ve lâ yuflihus sâhıru haysu etâ.
"Sağ elindekini yere bırak! Onların, sanayi olarak ortaya çıkardıklarını yalayıp yutsun. Onların sanayi olarak ürettikleri sadece bir büyücünün hilesidir. Büyücü ise nereye gitse iflah etmez."
|
أَلْقَىٰ
20:70
فَأُلْقِيَ
feulḳiye
sonra kapandılar
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّدًا قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ هَارُونَ وَمُوسَىٰ
Fe ulkıyes seharatu succeden kâlû âmennâ bi rabbi hârûne ve mûsâ.
Bunun üzerine büyücüler secdelere kapanıp şöyle seslendiler: "Hârun´un ve Mûsa´nın Rabbine inandık!"
|
أَلْقَىٰ
20:87
أَلْقَى
elḳā
attı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
قَالُوا مَا أَخْلَفْنَا مَوْعِدَكَ بِمَلْكِنَا وَلَٰكِنَّا حُمِّلْنَا أَوْزَارًا مِنْ زِينَةِ الْقَوْمِ فَقَذَفْنَاهَا فَكَذَٰلِكَ أَلْقَى السَّامِرِيُّ
Kâlû mâ ahlefnâ mev’ıdeke bi melkinâ ve lâkinnâ hummilnâ evzâren min zînetil kavmi fe kazefnâhâ fe kezâlike elkâs sâmiriyy(sâmiriyyu).
Dediler ki: "Biz sana kendi irademizle/malımızla karşı çıkmadık. Olay şu: Bize o topluluğun süs eşyalarından bazıları yükletilmişti, onları kaldırıp attık; aynı şekilde Sâmirî de attı."
|
أَلْقَىٰ
22:52
أَلْقَى
elḳā
(bir düşünce) atmış
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّىٰ أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنْسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş şeytânu fî umniyyetih(umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkış şeytânu summe yuhkimullâhu âyâtih(âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o bir şey dilediğinde, şeytan onun düşünce ve dileği içine bir şey atmış olmasın. Ama Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi ayetlerini muhkemleştirir. Allah Alîm´dir, Hakîm´dir.
|
أَلْقَىٰ
22:52
يُلْقِي
yulḳī
attığı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ وَلَا نَبِيٍّ إِلَّا إِذَا تَمَنَّىٰ أَلْقَى الشَّيْطَانُ فِي أُمْنِيَّتِهِ فَيَنْسَخُ اللَّهُ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ ثُمَّ يُحْكِمُ اللَّهُ آيَاتِهِ ۗ وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ
Ve mâ erselnâ min kablike min resûlin ve lâ nebiyyin illâ izâ temennâ elkaş şeytânu fî umniyyetih(umniyyetihî), fe yensehullâhu mâ yulkış şeytânu summe yuhkimullâhu âyâtih(âyâtihî), vallâhu alîmun hakîm(hakîmun).
Biz senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki, o bir şey dilediğinde, şeytan onun düşünce ve dileği içine bir şey atmış olmasın. Ama Allah, şeytanın attığını siler, sonra kendi ayetlerini muhkemleştirir. Allah Alîm´dir, Hakîm´dir.
|
أَلْقَىٰ
22:53
يُلْقِي
yulḳī
attığı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
لِيَجْعَلَ مَا يُلْقِي الشَّيْطَانُ فِتْنَةً لِلَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْقَاسِيَةِ قُلُوبُهُمْ ۗ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَفِي شِقَاقٍ بَعِيدٍ
Li yec’ale mâ yulkış şeytânu fitneten lillezîne fî kulûbihim maradun vel kâsiyeti kulûbuhum, ve innez zâlimîne le fî şikâkın baîd(baîdin).
Bu, Allah´ın; şeytanın attığını, kalplerinde hastalık olanlara, gönülleri katılaşanlara bir fitne yapması içindir. Zalimler, geri dönülmez bir ayrılık ve kopuş içindedirler.
|
أَلْقَىٰ
25:8
يُلْقَىٰ
yulḳā
atılmalı
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
أَوْ يُلْقَىٰ إِلَيْهِ كَنْزٌ أَوْ تَكُونُ لَهُ جَنَّةٌ يَأْكُلُ مِنْهَا ۚ وَقَالَ الظَّالِمُونَ إِنْ تَتَّبِعُونَ إِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا
Ev yulkâ ileyhi kenzun ev tekûnu lehu cennetunye’kulu minhâ, ve kâlez zâlimûne in tettebiûne illâ raculen meshûrâ(meshûran).
"Yahut ona bir hazine gönderilmeli, yahut ürününden yediği bir bahçesi olmalı değil miydi?" O zalimler şunu da söylediler: "Sizler büyülenmiş bir adamdan başkasının ardı sıra gitmiyorsunuz."
|
أَلْقَىٰ
25:13
أُلْقُوا
ulḳū
atıldıkları
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَإِذَا أُلْقُوا مِنْهَا مَكَانًا ضَيِّقًا مُقَرَّنِينَ دَعَوْا هُنَالِكَ ثُبُورًا
Ve izâ ulkû minhâ mekânen dayyıkan mukarrenîne deav hunâlike subûrâ(subûran).
Elleri boyunlarına bağlı olarak onun dar bir yerine atıldıklarında, orada haykırırlar: "Nerdesin ey ölüm!"
|
أَلْقَىٰ
26:32
فَأَلْقَىٰ
feelḳā
sonra attı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبِينٌ
Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
O da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa korkunç bir ejderha oluvermiş.
|
أَلْقَىٰ
26:43
أَلْقُوا
elḳū
atın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Emir Kipi
قَالَ لَهُمْ مُوسَىٰ أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ
Kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
Mûsa onlara dedi ki: "Atacağınız şeyi atın!"
|
أَلْقَىٰ
26:44
فَأَلْقَوْا
feelḳav
sonra attılar
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَأَلْقَوْا حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ الْغَالِبُونَ
Fe elkav hıbâlehum ve ısıyyehum ve kâlû bi izzeti fir’avne innâ le nahnul gâlibûn(gâlibûne).
Bunun üzerine onlar, iplerini ve değneklerini ortaya attılar ve dediler: "Firavun´un onur ve yüceliği aşkına biz, evet biz galip geleceğiz."
|
أَلْقَىٰ
26:45
فَأَلْقَىٰ
feelḳā
attı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَأَلْقَىٰ مُوسَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ
Fe elkâ mûsâ asâhu fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
Mûsa da asasını attı. Bir de ne görsünler, o onların hüner olarak ortaya getirdikleri şeyleri yalayıp yutuyor.
|
أَلْقَىٰ
26:46
فَأُلْقِيَ
feulḳiye
derhal kapandılar
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ
Fe ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
Bunun üzerine büyücüler, secdelere kapandılar.
|
أَلْقَىٰ
26:223
يُلْقُونَ
yulḳūne
kulak verirler
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ
Yulkûnes sem’a ve ekseruhum kâzibûn(kâzibûne).
Kulak kabartırlar ama çoğu yalancılardır onların.
|
أَلْقَىٰ
27:10
وَأَلْقِ
veelḳi
ve at
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Emir Kipi
وَأَلْقِ عَصَاكَ ۚ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّىٰ مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ ۚ يَا مُوسَىٰ لَا تَخَفْ إِنِّي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَ
Ve elkı asâk(asâke), fe lemmâ reâhâ tehtezzu ke ennehâ cânnun vellâ mudbiren ve lem yuakkıb, yâ mûsâ lâ tehaf innî lâ yehâfu ledeyyel murselûn(murselûne).
"Asanı bırak!" Bunun üzerine Mûsa, asayı çevik bir yılan gibi titreyip kıvrılır görünce gerisin geri kaçtı ve arkasına bakmadı. "Korkma ey Mûsa, benim. Benim huzurumda, elçi olarak gönderilenler korkmaz."
|
أَلْقَىٰ
27:28
فَأَلْقِهْ
fe elḳih
ve at
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Emir Kipi
اذْهَبْ بِكِتَابِي هَٰذَا فَأَلْقِهْ إِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ
İzheb bi kitâbî hâzâ fe elkıh ileyhim summe tevelle anhum fenzur mâzâ yerciûn(yerciûne).
"Şu yazımı götürüp onlara at. Sonra onlardan uzaklaş da bak bakalım, nasıl davranacaklar."
|
أَلْقَىٰ
27:29
أُلْقِيَ
ulḳiye
bırakıldı
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
قَالَتْ يَا أَيُّهَا الْمَلَأُ إِنِّي أُلْقِيَ إِلَيَّ كِتَابٌ كَرِيمٌ
Kâlet yâ eyyuhel meleu innî ulkıye ileyye kitâbun kerîm(kerîmun).
Melike dedi ki: "Ey ileri gelenler, bana önemli bir mektup bırakıldı."
|
أَلْقَىٰ
28:7
فَأَلْقِيهِ
feelḳīhi
onu bırak
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Dişil, Tekil
Emir Kipi
وَأَوْحَيْنَا إِلَىٰ أُمِّ مُوسَىٰ أَنْ أَرْضِعِيهِ ۖ فَإِذَا خِفْتِ عَلَيْهِ فَأَلْقِيهِ فِي الْيَمِّ وَلَا تَخَافِي وَلَا تَحْزَنِي ۖ إِنَّا رَادُّوهُ إِلَيْكِ وَجَاعِلُوهُ مِنَ الْمُرْسَلِينَ
Ve evhaynâ ilâ ummi mûsâ en erdıîh(erdıîhi), fe izâ hıfti aleyhi fe elkîhi fîl yemmi ve lâ tehâfî ve lâ tahzenî, innâ râddûhu ileyki ve câılûhu minel murselîn(murselîne).
Mûsa´nın annesine şunu vahyettik: "Emzir onu! Onun aleyhinde bir korku hissedince de nehire bırakıver onu. Korkma, üzülme! Kuşkun olmasın ki, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu resullerden biri yapacağız."
|
أَلْقَىٰ
28:31
أَلْقِ
elḳi
at
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Emir Kipi
وَأَنْ أَلْقِ عَصَاكَ ۖ فَلَمَّا رَآهَا تَهْتَزُّ كَأَنَّهَا جَانٌّ وَلَّىٰ مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْ ۚ يَا مُوسَىٰ أَقْبِلْ وَلَا تَخَفْ ۖ إِنَّكَ مِنَ الْآمِنِينَ
Ve en elkı asâk(asâke), fe lemmâ reâhâ tehtezzu keennehâ cânnun vellâ mudbiren ve lem yuakkıb, yâ mûsâ akbil ve lâ tehaf, inneke minel âminîn(âminîne).
"Asanı at!" Asanın çevik bir yılan gibi titreyip kıvrıldığını görünce gerisin geri döndü; arkaya bile bakmadı. "Geri dön ey Mûsa, korkma! Güven içinde olanlardansın."
|
أَلْقَىٰ
28:86
يُلْقَىٰ
yulḳā
vahyolunacağını
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَمَا كُنْتَ تَرْجُو أَنْ يُلْقَىٰ إِلَيْكَ الْكِتَابُ إِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ ۖ فَلَا تَكُونَنَّ ظَهِيرًا لِلْكَافِرِينَ
Ve mâ kunte tercû en yulkâ ileykel kitâbu illâ rahmeten min rabbike fe lâ tekûnenne zahîren lil kâfirîn(kâfirîne).
Sen bu Kitap´ın sana indirileceği ummuyordun; Rabbinden bir rahmet olarak geldi. O halde küfre sapanlara sakın destekçi olma.
|
أَلْقَىٰ
31:10
وَأَلْقَىٰ
ve elḳā
ve attı
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
خَلَقَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ وَأَلْقَىٰ فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ ۚ وَأَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ
Halakas semâvâti bi gayri amedin terevnehâ ve elkâ fîl ardı revâsiye en temîde bikum ve besse fîhâ min kulli dâbbeh(dâbbetin), ve enzelnâ mines semâi mâen fe enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm(kerîmin).
Gökleri direksiz, desteksiz yarattı; görüyorsunuz onları. Ve yeryüzüne, sizi çalkalayıp sendeletmesin diye ağırlıklar, dayanaklar bıraktı ve orada her çeşit hayvanı yaydı. Gökten bir su indirdik de orada her türlü cömert ve bereketli çifti filizlendirdik.
|
أَلْقَىٰ
37:97
فَأَلْقُوهُ
fe elḳūhu
ve onu atın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Emir Kipi
قَالُوا ابْنُوا لَهُ بُنْيَانًا فَأَلْقُوهُ فِي الْجَحِيمِ
Kâlûbnû lehu bunyânen fe elkûhu fîl cahîm(cahîmi).
Dediler: "Şunun için bir bina yapın da bunu ateşin ortasına fırlatın!"
|
أَلْقَىٰ
38:34
وَأَلْقَيْنَا
ve elḳaynā
ve bıraktık
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَلَقَدْ فَتَنَّا سُلَيْمَانَ وَأَلْقَيْنَا عَلَىٰ كُرْسِيِّهِ جَسَدًا ثُمَّ أَنَابَ
Ve lekad fetennâ suleymâne ve elkaynâ alâ kursiyyihî ceseden summe enâb(enâbe).
Yemin olsun ki biz, Süleyman´ı imtihan ettik, tahtının üstüne bir ceset bıraktık da o, tövbe ile Allah´a yöneldi.
|
أَلْقَىٰ
40:15
يُلْقِي
yulḳī
indirir
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَىٰ مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ
Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
O Refî´dir, dereceleri yükseltendir; arşın sahibidir. Buluşma günü hakkında uyarmak için emrinden olan Rûh´u kullarından dilediğine indirir.
|
أَلْقَىٰ
41:40
يُلْقَىٰ
yulḳā
atılan
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
إِنَّ الَّذِينَ يُلْحِدُونَ فِي آيَاتِنَا لَا يَخْفَوْنَ عَلَيْنَا ۗ أَفَمَنْ يُلْقَىٰ فِي النَّارِ خَيْرٌ أَمْ مَنْ يَأْتِي آمِنًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۚ اعْمَلُوا مَا شِئْتُمْ ۖ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ
İnnellezîne yulhıdûne fî âyâtinâ lâ yahfevne aleynâ, e fe men yulkâ fîn nâri hayrun em men ye’tî âminen yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), i’melû mâ şi’tum innehu bimâ ta’melûne basîr(basîrun).
Ayetlerimiz hakkında eğri ile doğruyu birbirine katanlar, bize gizli kalmazlar. Şimdi, ateşin içine atılan mı hayırlıdır, kıyamet günü güven içinde gelen mi? Dilediğinizi yapın. O, yapıp ettiklerinizi iyice görmektedir.
|
أَلْقَىٰ
43:53
أُلْقِيَ
ulḳiye
atılmalı
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَلَوْلَا أُلْقِيَ عَلَيْهِ أَسْوِرَةٌ مِنْ ذَهَبٍ أَوْ جَاءَ مَعَهُ الْمَلَائِكَةُ مُقْتَرِنِينَ
Fe lev lâ ulkıye aleyhi esviretun min zehebin ev câe meahul melâiketu mukterinîn(mukterinîne).
"Ona altın bilezikler atılmalı, yanında/hizmetinde melekler bulunmalı değil miydi?"
|
أَلْقَىٰ
50:7
وَأَلْقَيْنَا
ve elḳaynā
ve attık
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَالْأَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَأَلْقَيْنَا فِيهَا رَوَاسِيَ وَأَنْبَتْنَا فِيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ
Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ revâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli zevcin behîcin.
Yeryüzünü de biz uzatıp yaydık; denge noktaları yerleştirdik ona ve bitirdik onda, bakanları hayran bırakan her türlü çifti.
|
أَلْقَىٰ
50:24
أَلْقِيَا
elḳiyā
haydi ikiniz atın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, İkil
Emir Kipi
أَلْقِيَا فِي جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ
Elkıyâ fî cehenneme kulle keffârin anîdin.
Siz, ikiniz! Tüm nankörleri, inatçıları cehenneme atın!
|
أَلْقَىٰ
50:26
فَأَلْقِيَاهُ
feelḳiyāhu
bundan dolayı onu atın
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, İkil
Emir Kipi
الَّذِي جَعَلَ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ فَأَلْقِيَاهُ فِي الْعَذَابِ الشَّدِيدِ
Ellezî ceale meallâhi ilâhen âhara fe elkıyâhu fîl azâbiş şedîdi.
O ki, Allah´ın yanına başka bir ilah koydu. Artık atın onu, o şiddetli azabın içine!
|
أَلْقَىٰ
50:37
أَلْقَى
elḳā
veren
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَذِكْرَىٰ لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ
İnne fî zâlike le zikrâ li men kâne lehu kalbun ev elkâs sem’a ve huve şehîdun.
Hiç kuşkusuz, bunda, kalbi olan yahut tam bir tanık olarak kulak veren için mutlak bir öğüt vardır.
|
أَلْقَىٰ
54:25
أَأُلْقِيَ
eulḳiye
-mı bırakıldı?
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
أَأُلْقِيَ الذِّكْرُ عَلَيْهِ مِنْ بَيْنِنَا بَلْ هُوَ كَذَّابٌ أَشِرٌ
E ulkıyez zikru aleyhi min beyninâ bel huve kezzâbun eşir(eşirun).
"Aramızdan öğüt ona mı verildi? Hayır, o yalancı küstahın biridir."
|
أَلْقَىٰ
60:1
تُلْقُونَ
tulḳūne
siz iletiyorsunuz
Fiil
İf’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ ۙ أَنْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِي ۚ تُسِرُّونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنْتُمْ ۚ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû aduvvî ve aduvvekum evliyâe, tulkûne ileyhim bil meveddeti ve kad keferû bi mâ câekum minel hakk(hakkı), yuhricûner resûle ve iyyâkum en tû’minû billâhi rabbikum, in kuntum harectum cihâden fî sebîlî vebtigâe merdâtî tusirrûne ileyhim bil meveddeti ve ene a’lemu bi mâ ahfeytum ve mâ a’lentum, ve men yef’alhu minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).
Ey iman sahipleri! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar yerine tutmayın! Onlar, size Hak´tan geleni inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah´a inandığınız için Peygamber´i ve sizi yurdunuzdan çıkardıkları halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz. Benim yolumda gayret sarf etmek, benim hoşnutluğumu kazanmak için seferber olduğunuz halde, içinizde onlara sevgi gizliyorsunuz. Sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da en iyi ben bilirim. Sizden kim bunu yaparsa denge yolundan sapmış olur.
|
أَلْقَىٰ
67:7
أُلْقُوا
ulḳū
atıldıkları
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
إِذَا أُلْقُوا فِيهَا سَمِعُوا لَهَا شَهِيقًا وَهِيَ تَفُورُ
İzâ ulkû fîhâ semiû lehâ şehîkan ve hiye tefûr(tefûru).
Onun içine atıldıklarında, onun derinden gelen sesini işitirler. Feveran etmektedir o.
|
أَلْقَىٰ
67:8
أُلْقِيَ
ulḳiye
atıldıkça
Fiil
İf’al Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ ۖ كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِيرٌ
Tekâdu temeyyezu minel gayz(gayzi), kullemâ ulkıye fîhâ fevcun seelehum hazenetuhâ e lem ye’tikum nezîr(nezîrun).
Öfkesinden çatlayacak hale gelir. İçine bir güruh atıldıkça, onun bekçileri bunlara sorarlar: "Size hiçbir uyarıcı gelmedi mi?"
|
أَلْقَىٰ
73:5
سَنُلْقِي
senulḳī
bırakacağız
Fiil
İf’al Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
إِنَّا سَنُلْقِي عَلَيْكَ قَوْلًا ثَقِيلًا
İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ(sekîlen).
Doğrusu, biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.
|
أَلْقَىٰ
75:15
أَلْقَىٰ
elḳā
ortaya atsa (da)
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَلَوْ أَلْقَىٰ مَعَاذِيرَهُ
Ve lev elkâ meâzîreh(meâzîrehu).
Dökse de ortaya tüm mazeretlerini.
|
أَلْقَىٰ
84:4
وَأَلْقَتْ
ve elḳat
dışarı atıp
Fiil
İf’al Kalıbı
3. şahıs, Dişil, Tekil
Geçmiş Zaman
وَأَلْقَتْ مَا فِيهَا وَتَخَلَّتْ
Ve elkat mâ fîhâ ve tehallet.
Ve içindekini atıp boşaldığı,
|
تَّلَاق
40:15
التَّلَاقِ
t-telāḳi
buluşma
İsim
Tefâ’ul Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
رَفِيعُ الدَّرَجَاتِ ذُو الْعَرْشِ يُلْقِي الرُّوحَ مِنْ أَمْرِهِ عَلَىٰ مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ لِيُنْذِرَ يَوْمَ التَّلَاقِ
Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
O Refî´dir, dereceleri yükseltendir; arşın sahibidir. Buluşma günü hakkında uyarmak için emrinden olan Rûh´u kullarından dilediğine indirir.
|
تِلْقَاء
7:47
تِلْقَاءَ
tilḳā'e
tarafına
Mekan Zarfı
Eril
Mansûb İsim
وَإِذَا صُرِفَتْ أَبْصَارُهُمْ تِلْقَاءَ أَصْحَابِ النَّارِ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
Ve izâ surifet ebsâruhum tilkâe ashâbin nâri kâlû rabbenâ lâ tec´alnâ mealkavmiz zâlimîn(zâlimîne).
Gözleri ateş halkı tarafına çevrildiğinde de şöyle yakardılar: "Ey Rabbimiz, bizleri, zalimler topluluğuyla birleştirme."
|
تِلْقَاء
10:15
تِلْقَاءِ
tilḳā'i
tarafımdan
İsim
Eril
Mecrûr İsim
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ ۙ قَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَٰذَا أَوْ بَدِّلْهُ ۚ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَاءِ نَفْسِي ۖ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ ۖ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena´ti bi kur´ânin gayri hâzâ ev beddilh(beddilhu), kul mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).
Ayetlerimiz onlara açık seçik parçalar halinde okunduğu zaman, bize ulaşmayı ummayanlar şöyle dediler: "Bundan başka bir Kur´an getir yahut bunu değiştir." De ki: "Onu kendiliğimden değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkuya düşerim."
|
تِلْقَاء
28:22
تِلْقَاءَ
tilḳā'e
tarafına
İsim
Eril
Mansûb İsim
وَلَمَّا تَوَجَّهَ تِلْقَاءَ مَدْيَنَ قَالَ عَسَىٰ رَبِّي أَنْ يَهْدِيَنِي سَوَاءَ السَّبِيلِ
Ve lemmâ teveccehe tilkâe medyene kâle asâ rabbî en yehdiyenî sevâes sebîl(sebîli).
Medyen tarafına yönelince şöyle dedi: "Umarım Rabbim beni isabetli bir yola kılavuzlar."
|
تَلَقَّىٰ
2:37
فَتَلَقَّىٰ
feteleḳḳā
derken aldı
Fiil
Tefa’ul Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَتَلَقَّىٰ آدَمُ مِنْ رَبِّهِ كَلِمَاتٍ فَتَابَ عَلَيْهِ ۚ إِنَّهُ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
Fe telekkâ âdemu min rabbihî kelimâtin fe tâbe aleyh(aleyhi), innehu huvet tevvâbur rahîm(rahîmu).
Bunun üzerine Âdem, Rabb´inden bazı kelimeler öğrenip belledi de O´na yöneldi. O da onun tövbesini kabul etti. Gerçekten de O, evet O, Tevvâb´dır, tövbeleri cömertçe kabul eder; Rahîm´dir, rahmetini cömertçe yayar.
|
تَلَقَّىٰ
21:103
وَتَتَلَقَّاهُمُ
ve teteleḳḳāhumu
onları şöyle karşılar
Fiil
Tefa’ul Kalıbı
2. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
لَا يَحْزُنُهُمُ الْفَزَعُ الْأَكْبَرُ وَتَتَلَقَّاهُمُ الْمَلَائِكَةُ هَٰذَا يَوْمُكُمُ الَّذِي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ
Lâ yahzunuhumul fezeul ekberu ve tetelakkâhumul melâikeh(melâiketu), hâzâ yevmukumullezî kuntum tûadûn(tûadûne).
O en büyük korku onları tasalandırmaz. Melekler onları şöyle karşılarlar: "Bu size o vaat edilen gününüzdür!"
|
تَلَقَّىٰ
24:15
تَلَقَّوْنَهُ
teleḳḳavnehu
siz onu alıveriyorsunuz
Fiil
Tefa’ul Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
إِذْ تَلَقَّوْنَهُ بِأَلْسِنَتِكُمْ وَتَقُولُونَ بِأَفْوَاهِكُمْ مَا لَيْسَ لَكُمْ بِهِ عِلْمٌ وَتَحْسَبُونَهُ هَيِّنًا وَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ عَظِيمٌ
İz telâkkavnehu bi elsinetikum ve tekûlûne bi efvâhikum mâ leyse lekum bihî ilmun ve tahsebûnehu heyyinen ve huve indallâhi azîm(azîmun).
O zaman siz, onu dillerinizle birbirinize yetiştiriyordunuz ve ağızlarınızla, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyi söylüyor, üstelik bunu önemsiz sanıyordunuz. Oysaki Allah katında o, çok büyük bir günahtı.
|
تَلَقَّىٰ
50:17
يَتَلَقَّى
yeteleḳḳā
kaydetmektedir
Fiil
Tefa’ul Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ
İz yetelakkâl mutelakkîyâni anil yemîni ve aniş şimâli kaîdun.
Sağında ve solunda oturmuş iki görevli, kayıt yapmaktadır.
|
لَقُ
2:14
لَقُوا
leḳū
rastladıkları
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا إِلَىٰ شَيَاطِينِهِمْ قَالُوا إِنَّا مَعَكُمْ إِنَّمَا نَحْنُ مُسْتَهْزِئُونَ
Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halev ilâ şeyâtînihim, kâlû innâ meakum, innemâ nahnu mustehziûn(mustehziûne).
Bunlar iman etmiş olanlarla yüz yüze geldiklerinde, "îman ettik" derler. Kendi şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise söyledikleri şudur: "Hiç kuşkunuz olmasın biz sizinleyiz. Gerçek olan şu ki, biz alay edip duran kişileriz."
|
لَقُ
2:76
لَقُوا
leḳū
rastladıkları
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَإِذَا لَقُوا الَّذِينَ آمَنُوا قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ إِلَىٰ بَعْضٍ قَالُوا أَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَاجُّوكُمْ بِهِ عِنْدَ رَبِّكُمْ ۚ أَفَلَا تَعْقِلُونَ
Ve izâ lekûllezîne âmenû kâlû âmennâ, ve izâ halâ ba’duhum ilâ ba’din kâlû e tuhaddisûnehum bi mâ fetehallâhu aleykum li yuhâccûkum bihî inde rabbikum e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
İnanmış olanlarla karşılaştıklarında, "İnandık" derler. Baş başa kaldıklarında ise şöyle konuşurlar: "Allah´ın size açtığını, Rabb´iniz katında sizinle tartışmada kanıt yapsınlar diye onlara söylüyor musunuz? Aklınızı işletmeyecek misiniz?"
|
لَقُ
3:119
لَقُوكُمْ
leḳūkum
sizinle karşılaştıkları
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
هَا أَنْتُمْ أُولَاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلَا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمُ الْأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ ۚ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
Siz öyle kişilersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Ve Kitap´ın tümüne inanırsınız. Onlar ise sizinle karşılaştıklarında "İnandık!" derler; başbaşa kaldıklarında size öfkelerinden parmak uçlarını ısırırlar. De ki onlara: "Öfkenizle geberin!" Allah, göğüslerin içindekini çok iyi bilmektedir.
|
لَقُ
3:143
تَلْقَوْهُ
telḳavhu
onunla karşılaşmadan
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
وَلَقَدْ كُنْتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِنْ قَبْلِ أَنْ تَلْقَوْهُ فَقَدْ رَأَيْتُمُوهُ وَأَنْتُمْ تَنْظُرُونَ
Ve lekad kuntum temennevnel mevte min kabli en telkavhu, fe kad raeytumûhu ve entum tenzurûn(tenzurûne).
Yemin olsun ki siz, onunla karşılaşmadan önce ölümü arzuluyordunuz. İşte gördünüz onu ve bakıp duruyorsunuz.
|
لَقُ
8:15
لَقِيتُمُ
leḳītumu
karşılaşırsanız
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا زَحْفًا فَلَا تُوَلُّوهُمُ الْأَدْبَارَ
Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ lekîtumullezîne keferû zahfen fe lâ tuvellûhumul edbâr(edbâre).
Ey iman edenler! İnkâr edenlerle savaşmak üzere karşılaştığınızda, sakın onlara arkalarınızı dönmeyin!
|
لَقُ
8:45
لَقِيتُمْ
leḳītum
karşılaştığınız
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا لَقِيتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللَّهَ كَثِيرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ lekîtum fieten fesbutû vezkurullâhe kesîren leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey inananlar! Bir düşman topluluğu ile karşılaştığınızda sebat edin. Allah´ı çok anın ki zafere ulaşabilesiniz.
|
لَقُ
9:77
يَلْقَوْنَهُ
yelḳavnehu
kendisiyle karşılaşacakları
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
فَأَعْقَبَهُمْ نِفَاقًا فِي قُلُوبِهِمْ إِلَىٰ يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَا أَخْلَفُوا اللَّهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ
Fe a’kabehum nifâkan fî kulûbihim ilâ yevmi yelkavnehu bi mâ ahlefullâhe mâ vaadûhu ve bi mâ kânû yekzibûn(yekzibûne).
Nihayet Allah, kendisine verdikleri söze ters düştüklerinden, yalana sapıp durduklarından, huzuruna çıkacakları güne kadar onların kalplerine ikiyüzlülük yerleştirdi.
|
لَقُ
17:13
يَلْقَاهُ
yelḳāhu
bulacağı
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَكُلَّ إِنْسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فِي عُنُقِهِ ۖ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنْشُورًا
Ve kulle insânin elzemnâhu tâirehu fî unukıh(unukıhî), ve nuhricu lehu yevmel kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ(menşûren).
Her insanın uğursuzluk kuşunu onun boynuna takmışızdır. Kıyamet günü kendisine, önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız:
|
لَقُ
18:62
لَقِينَا
leḳīnā
çektik
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَلَمَّا جَاوَزَا قَالَ لِفَتَاهُ آتِنَا غَدَاءَنَا لَقَدْ لَقِينَا مِنْ سَفَرِنَا هَٰذَا نَصَبًا
Fe lemmâ câvezâ kâle li fetâhu âtinâ gadâenâ lekad lekînâ min seferinâ hâzâ nasabâ(nasaben).
Orayı geçtiklerinde Mûsa, genç arkadaşına dedi ki: "Hadi, getir şu sabah yemeğimizi. Vallahi bu yolculuğumuz yüzünden epey çektik."
|
لَقُ
18:74
لَقِيَا
leḳiyā
rastladılar
Fiil
3. şahıs, Eril, İkil
Geçmiş Zaman
فَانْطَلَقَا حَتَّىٰ إِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُ قَالَ أَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍ لَقَدْ جِئْتَ شَيْئًا نُكْرًا
Fentalekâ, hattâ izâ lekıyâ gulâmen fe katelehu kâle e katelte nefsen zekiyyeten bi gayri nefs(nefsin), lekad ci’te şey’en nukrâ(nukren).
Yine yola koyuldular. Bir süre sonra bir oğlana rastgeldiler; tuttu onu öldürdü. Mûsa dedi: "Tertemiz bir insanı, bir cana karşılık olmaksızın öldürdün ha!? Vallahi çok kötü bir iş yaptın!"
|
لَقُ
19:59
يَلْقَوْنَ
yelḳavne
onlar bulacaklardır
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ أَضَاعُوا الصَّلَاةَ وَاتَّبَعُوا الشَّهَوَاتِ ۖ فَسَوْفَ يَلْقَوْنَ غَيًّا
Fe halefe min ba’dihim halfun edâus salâte vettebeûş şehevâti fe sevfe yelkavne gayyâ(gayyen).
Ama arkalarından öyle bir nesil geldi ki; namazı yitirdiler, şehvetlere uydular. Bunlar, azgınlıklarının cezasını bulacaklardır.
|
لَقُ
25:68
يَلْقَ
yelḳa
bulur
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَٰهًا آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ ۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَٰلِكَ يَلْقَ أَثَامًا
Vellezîne lâ yed’ûne meallâhi ilâhen âhara ve lâ yaktulûnen nefselletî harremallâhu illâ bil hakkı ve lâ yeznûn(yeznûne), ve men yef’al zâlike yelka esâmâ(esâmen).
Onlar Allah´ın yanında bir başka ilaha yakarmazlar/davet etmezler. Allah´ın saygıya layık kıldığı canı haksız yere almazlar. Zina etmezler. Bunları yapan cezaya çarpılır.
|
لَقُ
33:44
يَلْقَوْنَهُ
yelḳavnehu
kendisine kavuştukları
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌ ۚ وَأَعَدَّ لَهُمْ أَجْرًا كَرِيمًا
Tehiyyetuhum yevme yelkavnehu selâm(selâmun), ve eadde lehum ecren kerîmâ(kerîmen).
Kendisine kavuştukları gün onların esenlik dilekleri şöyledir: "Selam!" O, onlar için seçkin ve bereketli bir ödül hazırlamıştır.
|
لَقُ
47:4
لَقِيتُمُ
leḳītumu
karşılaştığınız
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَإِذَا لَقِيتُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّىٰ إِذَا أَثْخَنْتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّىٰ تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا ۚ ذَٰلِكَ وَلَوْ يَشَاءُ اللَّهُ لَانْتَصَرَ مِنْهُمْ وَلَٰكِنْ لِيَبْلُوَ بَعْضَكُمْ بِبَعْضٍ ۗ وَالَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَنْ يُضِلَّ أَعْمَالَهُمْ
Fe izâ lekîtumullezîne keferû fe darber rikâb(rikâbi), hattâ izâ eshantumûhum fe şuddûl vesâk(vesâka), fe immâ mennen ba’du ve immâ fidâen hattâ tedaal harbu evzârehâ, zalik(zalike), ve lev yeşâullâhu lentasara minhum ve lâkin li yebluve ba’dakum bi ba’d(ba’din), vellezîne kutilû fî sebîlillâhi fe len yudille a’mâlehum.
Küfre batmışlarla burun buruna geldiğinizde, boyunlar vurulur. Nihayet onları bastırıp sindirdiğinizde, antlaşma bağını sıkı bağlayın. Artık bundan sonrası ya bir bağışlama ya bir fidyedir. Nihayet, harp, ağırlıklarını yere bırakır. İşte böyle! Eğer Allah dileseydi, onlardan öç alırdı. Ama kiminizi kiminizle denemek için böyledir. Allah yolunda öldürülenlerin amelleri asla göz ardı edilmeyecektir.
|
لِقَاء
6:31
بِلِقَاءِ
biliḳā'i
huzuruna çıkmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِلِقَاءِ اللَّهِ ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلَىٰ مَا فَرَّطْنَا فِيهَا وَهُمْ يَحْمِلُونَ أَوْزَارَهُمْ عَلَىٰ ظُهُورِهِمْ ۚ أَلَا سَاءَ مَا يَزِرُونَ
Kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâh(likâillâhi) hattâ izâ câethumus sâatu bagteten kâlû yâ hasretenâ alâ mâ farratnâ fîhâ ve hum yahmilûne evzârehum alâ zuhûrihim, e lâ sâe mâ yezirûn(yezirûne).
Allah´ın huzuruna varmayı yalanlayanlar, gerçekten hüsrana uğramıştır. Sonunda o saat ansızın kendilerine gelip çatınca, sırtlarında günahlarını taşır bir halde şöyle demişlerdir: "Dünya hayatında düşdüğümüz aşırılıklardan dolayı vay hasretimize!" Dikkat edin! Ne kötü şeylerdir taşıyıp durdukları.
|
لِقَاء
6:130
لِقَاءَ
liḳā'e
karşılaşacağınıza dair
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَٰذَا ۚ قَالُوا شَهِدْنَا عَلَىٰ أَنْفُسِنَا ۖ وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُوا كَافِرِينَ
Yâ ma’şerel cinni vel insi e lem ye’tikum rusulun minkum yakussûne aleykum âyâtî ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû şehidnâ alâ enfusinâ ve garrethumul hayâtud dunyâ ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn(kâfirîne).
Ey cinler ve insanlar topluluğu! İçinizden, size ayetlerimi anlatan ve şu gününüzle yüz yüze geleceğiniz hususunda sizi uyaran resuller gelmedi mi? "Kendi aleyhimize tanıklık ettik." dediler. İğreti hayat onları aldattı da küfre saptıklarına ilişkin, öz benlikleri aleyhinde tanıklık ettiler.
|
لِقَاء
6:154
بِلِقَاءِ
biliḳā'i
kavuşacaklarına
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
ثُمَّ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ تَمَامًا عَلَى الَّذِي أَحْسَنَ وَتَفْصِيلًا لِكُلِّ شَيْءٍ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ يُؤْمِنُونَ
Summe âteynâ mûsel kitâbe tamâmen alellezî ahsene ve tafsîlen li kulli şey’in ve huden ve rahmeten leallehum bi likâi rabbihim yu’minûn(yu’minûne).
Sonra, güzel davrananlara nimetimizi tamamlamak, her şeyi ayrıntılı kılmak, bir kılavuz ve rahmet olmak üzere Mûsa´ya o Kitap´ı verdik ki onlar Rablerine kavuşacaklarına inanabilsinler.
|
لِقَاء
7:51
لِقَاءَ
liḳā'e
karşılaşacaklarını
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
الَّذِينَ اتَّخَذُوا دِينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا ۚ فَالْيَوْمَ نَنْسَاهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَاءَ يَوْمِهِمْ هَٰذَا وَمَا كَانُوا بِآيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
Ellezînettehazû dînehum lehven ve leiben ve garrethumul hayâtud dunyâ, felyevme nensâhum kemâ nesû likâe yevmihim hâzâ ve mâ kânû bi âyâtinâ yechadûn(yechadûne).
Onlar kendi dinlerini eğlence ve oyun haline getirdiler, iğreti hayat onları aldattı. Onlar bugüne kavuşacaklarını unutmuşlardı. Ayetlerimize karşı direniyorlardı. Bugün de biz onları unutuyoruz.
|
لِقَاء
7:147
وَلِقَاءِ
veliḳā'i
ve kavuşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَالَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ ۚ هَلْ يُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Vellezîne kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhireti habitat a’mâluhum, hel yuczevne illâ mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ayetlerimizi ve ahirete varılacağını yalan sayanların tüm yaptıkları boşa gitmiştir. Bulacakları karşılık, yapıp ürettiklerinden başkası olmayacaktır.
|
لِقَاء
10:7
لِقَاءَنَا
liḳā'enā
bize kavuşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
إِنَّ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّوا بِهَا وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ
İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme´ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).
Şu bir gerçek ki, bize kavuşmayı ummayanlar, iğreti hayatla tatmin bulup onunla rahatlayanlar ve ayetlerimizden uzaklaşıp gaflete dalanlar,
|
لِقَاء
10:11
لِقَاءَنَا
liḳā'enā
bize kavuşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
وَلَوْ يُعَجِّلُ اللَّهُ لِلنَّاسِ الشَّرَّ اسْتِعْجَالَهُمْ بِالْخَيْرِ لَقُضِيَ إِلَيْهِمْ أَجَلُهُمْ ۖ فَنَذَرُ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا فِي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ
Ve lev yuaccilullâhu lin nâsiş şerresti’câlehum bil hayri le kudiye ileyhim eceluhum, fe nezerullezîne lâ yercûne likâenâ fî tugyânihim ya’mehûn(ya’mehûne).
Allah, insanlara şerri, onların hayrı acele istedikleri gibi çabucak verseydi, ecellerinin onlara ulaşmasına çoktan hükmedilmiş olurdu. Ama biz, bize kavuşmayı ummayanları kendi azgınlıkları içinde körü körüne bocalamaya bırakırız.
|
لِقَاء
10:15
لِقَاءَنَا
liḳā'enā
bize kavuşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ ۙ قَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَٰذَا أَوْ بَدِّلْهُ ۚ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَاءِ نَفْسِي ۖ إِنْ أَتَّبِعُ إِلَّا مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ ۖ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne lâ yercûne likâena´ti bi kur´ânin gayri hâzâ ev beddilh(beddilhu), kul mâ yekûnu lî en ubeddilehû min tilkâi nefsî, in ettebiu illâ mâ yûhâ ileyy(ileyye), innî ehâfu in asaytu rabbî azâbe yevmin azîm(azîmin).
Ayetlerimiz onlara açık seçik parçalar halinde okunduğu zaman, bize ulaşmayı ummayanlar şöyle dediler: "Bundan başka bir Kur´an getir yahut bunu değiştir." De ki: "Onu kendiliğimden değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkuya düşerim."
|
لِقَاء
10:45
بِلِقَاءِ
biliḳā'i
kavuşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ كَأَنْ لَمْ يَلْبَثُوا إِلَّا سَاعَةً مِنَ النَّهَارِ يَتَعَارَفُونَ بَيْنَهُمْ ۚ قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِلِقَاءِ اللَّهِ وَمَا كَانُوا مُهْتَدِينَ
Ve yevme yahşuruhum keen lem yelbesû illâ sâaten minen nehâri yete ârefûne beynehum, kad hasirellezîne kezzebû bi likâillâhi ve mâ kânû muhtedîn(muhtedîne).
Onları huzuruna toplayacağı gün, gündüzün bir saatinden başka, dünyada durmamış gibidirler; aralarında tanışırlar. Allah´a kavuşmayı yalanlayıp da doğru yolu tutmamış bulunanlar, hüsrana uğramışlardır.
|
لِقَاء
13:2
بِلِقَاءِ
biliḳā'i
karşılaşacağınıza
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى ۚ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ يُفَصِّلُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne)."
Allah odur ki, gökleri direksiz yükseltmiştir; görüyorsunuz onları... Sonra arş üzerine egemen olmuştur. Güneş´i ve Ay´ı da boyun eğdirmiştir. Bunların tümü belirlenmiş bir vakte kadar akar dururlar. Oluşu yönlendirir, çekip çevirir O... Ayetleri birer birer gözler önüne serer ki, Rabbinize kavuşacağınıza açık seçik inanasınız.
|
لِقَاء
18:105
وَلِقَائِهِ
veliḳāihi
ve O’na kavuşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
أُولَٰئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَائِهِ فَحَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَلَا نُقِيمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَزْنًا
Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).
Bunlar, Rablerinin ayetlerini ve O´na ulaşmayı inkâr etmişler de bütün amelleri boşa çıkmıştır. Bu yüzden kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız/onlara hiçbir değer vermeyiz.
|
لِقَاء
18:110
لِقَاءَ
liḳā'e
kavuşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
قُلْ إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحَىٰ إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَٰهُكُمْ إِلَٰهٌ وَاحِدٌ ۖ فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا
Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhid(vâhidun), fe men kâne yercû likâe rabbihî fel ya’mel amelen sâlihan ve lâ yuşrik bi ıbâdeti rabbihî ehadâ(ehaden).
De ki: "Ben de sizin gibi bir insanım. Ancak, tanrınızın bir tek tanrı olduğu bana vahyediliyor. O halde, Rabbine kavuşmayı uman, hayra ve barışa yönelik iş yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi O´na ortak koşmasın."
|
لِقَاء
23:33
بِلِقَاءِ
biliḳā'i
buluşmasını
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِهِ الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِلِقَاءِ الْآخِرَةِ وَأَتْرَفْنَاهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا مَا هَٰذَا إِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يَأْكُلُ مِمَّا تَأْكُلُونَ مِنْهُ وَيَشْرَبُ مِمَّا تَشْرَبُونَ
Ve kâlel meleu min kavmihillezîne keferû ve kezzebû bi likâil âhıreti ve etrafnâhum fîl hayâtid dunyâ mâ hâzâ illâ beşerun mislukum ye’kulu mimmâ te’kulûne minhu yeşrebu mimmâ teşrabûn(teşrabûne).
Toplumunun, dünya hayatında servet ve refaha ulaştırdığımız halde inkâra sapıp âhiretteki buluşmayı yalanlayan kodaman takımı şöyle dedi: "Bu adam, sadece sizin gibi bir insan; yemekte olduğunuzdan yiyor, içmekte olduğunuzdan içiyor."
|
لِقَاء
25:21
لِقَاءَنَا
liḳā'enā
bizimle karşılaşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا لَوْلَا أُنْزِلَ عَلَيْنَا الْمَلَائِكَةُ أَوْ نَرَىٰ رَبَّنَا ۗ لَقَدِ اسْتَكْبَرُوا فِي أَنْفُسِهِمْ وَعَتَوْا عُتُوًّا كَبِيرًا
Ve kâlellezîne lâ yercûne likâenâ lev lâ unzile aleynel melâiketu ev nerâ rabbenâ, lekad istekberû fî enfusihim ve atev utuvven kebîrâ(kebîren).
Bize kavuşmayı ummayanlar dediler ki: "Üstümüze melekler inse, yahut Rabbimizi görsek olmaz mı?" Yemin olsun ki, kendi benliklerinde büyüklük kuruntusuna düştüler ve korkunç bir biçimde azdılar.
|
لِقَاء
29:5
لِقَاءَ
liḳā'e
ile buluşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
مَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ اللَّهِ فَإِنَّ أَجَلَ اللَّهِ لَآتٍ ۚ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Men kâne yercû likâallâhi fe inne ecelallâhi leât(leâtin), ve huves semîul alîm(alîmu).
Allah´a kavuşmayı umanlara gelince, şu bir gerçek ki, Allah´ın belirlediği vakit mutlaka gelecektir. O, Semî´dir, Alîm´dir.
|
لِقَاء
29:23
وَلِقَائِهِ
veliḳāihi
ve O’nunla buluşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَالَّذِينَ كَفَرُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَلِقَائِهِ أُولَٰئِكَ يَئِسُوا مِنْ رَحْمَتِي وَأُولَٰئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Vellezîne keferû bi âyâtillâhi ve likâihî ulâike yeisû min rahmetî ve ulâike lehum azâbun elîm(elîmun).
Allah´ın ayetlerini ve Allah´a varmayı inkâr edenler, işte onlar, rahmetimden ümidi kesmişlerdir. Ve bunlar için acıklı bir azap öngörülmüştür.
|
لِقَاء
30:8
بِلِقَاءِ
biliḳā'i
kavuşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فِي أَنْفُسِهِمْ ۗ مَا خَلَقَ اللَّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا إِلَّا بِالْحَقِّ وَأَجَلٍ مُسَمًّى ۗ وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ
E ve lem yetefekkerû fî enfusihim, mâ halakallâhus semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ illâ bil hakkı ve ecelin musemmâ(musemmen) ve inne kesîran minen nâsi bi likâi rabbihim le kâfirûn(kâfirûne).
Kendi benliklerinin içinde olup bitenleri de mi düşünmediler! Allah gökleri, yeri ve bu ikisi arasındakileri ancak hak üzere ve belirlenmiş bir süreye bağlı olarak yaratmıştır. Şu da bir gerçek ki, insanlardan çokları Rablerine kavuşmayı gerçekten inkâr ediyorlar.
|
لِقَاء
30:16
وَلِقَاءِ
veliḳā'i
ve buluşmasını
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَلِقَاءِ الْآخِرَةِ فَأُولَٰئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
Ve emmellezîne keferû ve kezzebû bi âyâtinâ ve likâil âhıreti fe ulâike fîl azâbi muhdarûn(muhdarûne).
İnkâr edip ayetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalanlayanlara gelince, onlar azabın içinde hazır bulundurulurlar.
|
لِقَاء
32:10
بِلِقَاءِ
biliḳā'i
kavuşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَقَالُوا أَإِذَا ضَلَلْنَا فِي الْأَرْضِ أَإِنَّا لَفِي خَلْقٍ جَدِيدٍ ۚ بَلْ هُمْ بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ
Ve kâlû e izâ dalelnâ fîl ardı e innâ le fî halkın cedîd(cedîdin), bel hum bi likâi rabbihim kâfirûn(kâfirûne).
Şöyle dediler: "Toprakta kaybolup gittiğimiz zaman mı, o zaman mı yeni bir yaratılış içinde olacağız!" Gerçek şu ki, onlar herşeyden önce, Rablerinin huzuruna varmayı inkâr ediyorlar.
|
لِقَاء
32:14
لِقَاءَ
liḳā'e
karşılaşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
فَذُوقُوا بِمَا نَسِيتُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَٰذَا إِنَّا نَسِينَاكُمْ ۖ وَذُوقُوا عَذَابَ الْخُلْدِ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Fe zûkû bi mâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ, innâ nesînâkum ve zûkû azâbel huldi bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
"Bu gününüzü unutmuş olmanın karşılığını tadın. Kuşkusuz, biz de sizi unuttuk. Yaptıklarınıza karşılık sonsuzluk azabını tadın."
|
لِقَاء
32:23
لِقَائِهِ
liḳāihi
onun ulaşması-
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُنْ فِي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَائِهِ ۖ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَنِي إِسْرَائِيلَ
Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fe lâ tekun fî miryetin min likâihî ve cealnâhu huden li benî isrâîl(isrâîle).
Yemin olsun ki, Mûsa´ya Kitap´ı vermiştik. Böyleyken sen ona kavuşacağından kuşkuda olma! Biz onu İsrailoğullarına bir kılavuz yapmıştık.
|
لِقَاء
39:71
لِقَاءَ
liḳā'e
kavuşacağınıza
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
وَسِيقَ الَّذِينَ كَفَرُوا إِلَىٰ جَهَنَّمَ زُمَرًا ۖ حَتَّىٰ إِذَا جَاءُوهَا فُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَتْلُونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِ رَبِّكُمْ وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَٰذَا ۚ قَالُوا بَلَىٰ وَلَٰكِنْ حَقَّتْ كَلِمَةُ الْعَذَابِ عَلَى الْكَافِرِينَ
Vesîkallezîne keferû ilâ cehenneme zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ futihat ebvâbuhâ, ve kâle lehum hazenetuhâ e lem ye’tikum rusulun minkum yetlûne aleykum âyâti rabbikum ve yunzirûnekum likâe yevmikum hâzâ, kâlû belâ ve lâkin hakkat kelimetul azâbi alel kâfirîn(kâfirîne).
İnkar edenler bölük bölük cehenneme sevk edilirler. Oraya geldiklerinde onun kapıları açılır ve cehennem bekçileri onlara şöyle derler: "Size, içinizden resuller gelmedi mi ki, Rabbinizin ayetlerini karşınızda okusunlar ve sizi şu gününüze kavuşmanız hususunda uyarsınlar?" Onlar: "Evet, derler, geldiler ama inkarcılar hakkında azap hükmü hak oldu."
|
لِقَاء
41:54
لِقَاءِ
liḳā'i
kavuşmak-
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
أَلَا إِنَّهُمْ فِي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَاءِ رَبِّهِمْ ۗ أَلَا إِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُحِيطٌ
E lâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, e lâ innehu bi kulli şey’in muhît(muhîtun).
Dikkat edin, onlar Rablerine kavuşma konusunda bir şüphe içindedirler. Gözünüzü açın! Allah Muhît´tir, herşeyi çepeçevre kuşatmıştır.
|
لِقَاء
45:34
لِقَاءَ
liḳā'e
karşılaşmayı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
وَقِيلَ الْيَوْمَ نَنْسَاكُمْ كَمَا نَسِيتُمْ لِقَاءَ يَوْمِكُمْ هَٰذَا وَمَأْوَاكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِرِينَ
Ve kîlel yevme nensâkum kemâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ ve me’vâkumun nâru ve mâ lekum min nâsırîn(nâsırîne).
Şöyle denilir: "Unutuyoruz sizi bugün! Tıpkı sizin, bugününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi. İşte böyle! Sığınağınız ateştir; hiçbir yardımcınız da olmayacaktır."
|
لَقَّىٰ
25:75
وَيُلَقَّوْنَ
ve yuleḳḳavne
ve karşılanacaklardır
Fiil
Tef’il Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
أُولَٰئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَا صَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةً وَسَلَامًا
Ulâike yuczevnel gurfete bi mâ saberû ve yulekkavne fîhâ tahiyyeten ve selâmâ(selâmen).
İşte bunlar, sabretmiş olmalarına karşılık yüksek konaklarla ödüllendirilirler. Ve o konaklarda sağlık dileğiyle ve selamla karşılanırlar.
|
لَقَّىٰ
27:6
لَتُلَقَّى
letuleḳḳā
sana verilmektedir
Fiil
Tef’il Kalıbı
Edilgen
2. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَإِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْآنَ مِنْ لَدُنْ حَكِيمٍ عَلِيمٍ
Ve inneke le tulekkal kur’âne minledun hakîmin alîm(alîmin).
Emin ol ki, sen bu Kur´an´a Hakîm ve Alîm bir kudret tarafından muhatap kılınıyorsun.
|
لَقَّىٰ
28:80
يُلَقَّاهَا
yuleḳḳāhā
buna kavuşturulmaz
Fiil
Tef’il Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللَّهِ خَيْرٌ لِمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا وَلَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الصَّابِرُونَ
Ve kâlellezîne ûtûl ilme veylekum sevâbullâhi hayrun li men âmene ve amile sâlihâ(sâlihan) ve lâ yulekkâhâ illes sâbirûn(sâbirûne).
Kendilerine ilim verilmiş olanlar şöyle demişti: "Yazıklar olsun size! İman edip hayra ve barışa yönelik iş yapan kişi için Allah´ın vereceği karşılık daha üstündür. Ama buna, sadece sabredenler ulaştırılır."
|
لَقَّىٰ
41:35
يُلَقَّاهَا
yuleḳḳāhā
buna kavuşturulmaz
Fiil
Tef’il Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ
Ve mâ yulakkâhâ illellezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).
Böyle bir tavra, sabredenlerden başkası ulaştırılmaz. Böyle bir tavra, büyük nasip sahibinden başkası ulaştırılmaz.
|
لَقَّىٰ
41:35
يُلَقَّاهَا
yuleḳḳāhā
buna kavuşturulmaz
Fiil
Tef’il Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا الَّذِينَ صَبَرُوا وَمَا يُلَقَّاهَا إِلَّا ذُو حَظٍّ عَظِيمٍ
Ve mâ yulakkâhâ illellezîne saberû, ve mâ yulakkâhâ illâ zû hazzın azîm(azîmin).
Böyle bir tavra, sabredenlerden başkası ulaştırılmaz. Böyle bir tavra, büyük nasip sahibinden başkası ulaştırılmaz.
|
لَقَّىٰ
76:11
وَلَقَّاهُمْ
veleḳḳāhum
ve onlara vermiştir
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَٰلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا
Fe vekâhumullâhu şerra zâlikel yevmi ve lakkâhum nadreten ve surûrâ(surûren).
Allah da onları o gününün şerrinden korumuş ve kendilerini bir parlaklığa, bir sevince ulaştırmıştır.
|
لَٰقِي
28:61
لَاقِيهِ
lāḳīhi
muhakkak ona kavuşacak olan
İsim
Mufa’ale Kalıbı
Etken
Eril
Merfû` İsim
أَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْدًا حَسَنًا فَهُوَ لَاقِيهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ مِنَ الْمُحْضَرِينَ
E fe men vaadnâhu va’den hasenen fe huve lâkîhi ke men metta’nâhu metâal hayâtid dunyâ summe huve yevmel kıyâmeti minel muhdarîn(muhdarîne).
Kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz, ardından da ona kavuşan kimse, şu iğreti hayatın yararıyla nimetlendirdiğimiz, sonra kıyamet gününde huzurumuza dikilecekler arasına giren kimse gibi midir?
|
مُتَلَقِّيَان
50:17
الْمُتَلَقِّيَانِ
l-muteleḳḳiyāni
iki alıcı (melek)
İsim
Tefa’ul Kalıbı
Etken
Eril, İkil
Merfû` İsim
إِذْ يَتَلَقَّى الْمُتَلَقِّيَانِ عَنِ الْيَمِينِ وَعَنِ الشِّمَالِ قَعِيدٌ
İz yetelakkâl mutelakkîyâni anil yemîni ve aniş şimâli kaîdun.
Sağında ve solunda oturmuş iki görevli, kayıt yapmaktadır.
|
مُلْقِيَٰت
77:5
فَالْمُلْقِيَاتِ
felmulḳiyāti
ve bırakanlara
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Dişil, Çoğul
Mecrûr İsim
فَالْمُلْقِيَاتِ ذِكْرًا
Fel mulkıyâti zikrâ(zikren).
Öğüt ulaştıranlara/Kur´an´ı ulaştıranlara,
|
مُلَٰق
69:20
مُلَاقٍ
mulāḳin
karşılaşacağımı
İsim
Mufa’ale Kalıbı
Etken
Eril
Merfû` İsim
Belirsiz
إِنِّي ظَنَنْتُ أَنِّي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْ
İnnî zanentu enniy mülâkın hısâbiyeh.
"Kendi hesabıma kavuşacağımı sezmiştim zaten."
|
مُلَٰقِي
62:8
مُلَاقِيكُمْ
mulāḳīkum
sizi bulacaktır
İsim
Mufa’ale Kalıbı
Etken
Eril
Merfû` İsim
قُلْ إِنَّ الْمَوْتَ الَّذِي تَفِرُّونَ مِنْهُ فَإِنَّهُ مُلَاقِيكُمْ ۖ ثُمَّ تُرَدُّونَ إِلَىٰ عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Kul innel mevtellezî tefirrûne minhu fe innehu mulâkîkum summe tureddûne ilâ âlimil gaybi veş şehâdeti fe yunebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Şunu da söyle: "O kaçmakta olduğunuz ölüm, işte o, size mutlaka ulaşacaktır. Sonra, görülmeyeni de görüleni de bilene döndürüleceksiniz. O, size yapıp etmiş olduklarınızı haber verecektir."
|
مُلَٰقِي
84:6
فَمُلَاقِيهِ
fe mulāḳīhi
nihayet O’na varacaksın
İsim
Mufa’ale Kalıbı
Etken
Eril
Merfû` İsim
يَا أَيُّهَا الْإِنْسَانُ إِنَّكَ كَادِحٌ إِلَىٰ رَبِّكَ كَدْحًا فَمُلَاقِيهِ
Yâ eyyuhel insânu inneke kâdihun ilâ rabbike kedhan fe mulâkîh(mulâkîhı).
Ey insan, sen Rabbine varmak için çok didinecek, sonunda O´na kavuşacaksın!
|
مُّلْقُون
7:115
الْمُلْقِينَ
l-mulḳīne
(önce) atanlar
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril, Çoğul
Mansûb İsim
قَالُوا يَا مُوسَىٰ إِمَّا أَنْ تُلْقِيَ وَإِمَّا أَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْقِينَ
Kâlû yâ mûsâ immâ en tulkiye ve immâ en nekûne nahnul mulkîn(mulkîne).
Sihirbazlar şöyle dediler: "Ey Musa! Sen mi hünerini ortaya atacaksın yoksa biz mi hünerlerimizi sergileyelim?"
|
مُّلْقُون
10:80
مُلْقُونَ
mulḳūne
atacağınız
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril, Çoğul
Merfû` İsim
فَلَمَّا جَاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسَىٰ أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ
Fe lemmâ câes seharetu kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
Büyücüler gelince, Mûsa onlara şöyle dedi: "Ortaya koyma gücünde olduğunuz şeyleri sergileyin."
|
مُّلْقُون
26:43
مُلْقُونَ
mulḳūne
atacağınız
İsim
İf’al Kalıbı
Etken
Eril, Çoğul
Merfû` İsim
قَالَ لَهُمْ مُوسَىٰ أَلْقُوا مَا أَنْتُمْ مُلْقُونَ
Kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
Mûsa onlara dedi ki: "Atacağınız şeyi atın!"
|
مُّلَٰقُوا
2:46
مُلَاقُو
mulāḳū
kavuşacaklardır
İsim
Mufa’ale Kalıbı
Etken
Eril, Çoğul
Merfû` İsim
الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو رَبِّهِمْ وَأَنَّهُمْ إِلَيْهِ رَاجِعُونَ
Ellezîne yezunnûne ennehum mulâkû rabbihim ve ennehum ileyhi râciûn(râciûne).
O ürperti duyanlar, Rablerine kavuşacaklarını düşünürler ve bilirler ki onlar, mutlaka O´na döneceklerdir.
|
مُّلَٰقُوا
2:223
مُلَاقُوهُ
mulāḳūhu
O’na kavuşacaksınız
İsim
Mufa’ale Kalıbı
Etken
Eril, Çoğul
Merfû` İsim
نِسَاؤُكُمْ حَرْثٌ لَكُمْ فَأْتُوا حَرْثَكُمْ أَنَّىٰ شِئْتُمْ ۖ وَقَدِّمُوا لِأَنْفُسِكُمْ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ مُلَاقُوهُ ۗ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
Nisâukum harsun lekum, fe’tû harsekum ennâ şi’tum ve kaddimû li enfusikum vettekûllâhe va’lemû ennekum mulâkûh(mulâkûhu), ve beşşiril mu’minîn(mu’minîne).
Kadınlarınız sizin tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz şekilde varın. Öz benlikleriniz için önceden bir şeyler gönderin. Allah´tan korkun ve bilin ki, O´na mutlaka ulaşacaksınız. İman sahiplerine müjde ver.
|
مُّلَٰقُوا
2:249
مُلَاقُو
mulāḳū
kavuşacaklarına
İsim
Mufa’ale Kalıbı
Etken
Eril, Çoğul
Merfû` İsim
فَلَمَّا فَصَلَ طَالُوتُ بِالْجُنُودِ قَالَ إِنَّ اللَّهَ مُبْتَلِيكُمْ بِنَهَرٍ فَمَنْ شَرِبَ مِنْهُ فَلَيْسَ مِنِّي وَمَنْ لَمْ يَطْعَمْهُ فَإِنَّهُ مِنِّي إِلَّا مَنِ اغْتَرَفَ غُرْفَةً بِيَدِهِ ۚ فَشَرِبُوا مِنْهُ إِلَّا قَلِيلًا مِنْهُمْ ۚ فَلَمَّا جَاوَزَهُ هُوَ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ قَالُوا لَا طَاقَةَ لَنَا الْيَوْمَ بِجَالُوتَ وَجُنُودِهِ ۚ قَالَ الَّذِينَ يَظُنُّونَ أَنَّهُمْ مُلَاقُو اللَّهِ كَمْ مِنْ فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ مَعَ الصَّابِرِينَ
Fe lemmâ fesale tâlûtu bil cunûdi, kâle innallâhe mubtelîkum bi neher(neherin), fe men şeribe minhu fe leyse minnî, ve men lem yat’amhu fe innehu minnî illâ menigterafe gurfeten bi yedih(yedihî), fe şeribû minhu illâ kalîlen minhum fe lemmâ câvezehu huve vellezîne âmenû meahu, kâlû lâ tâkate lenâl yevme bi câlûte ve cunûdih(cunûdihî), kâlellezîne yezunnûne ennehum mulâkûllâhi, kem min fietin kalîletin galebet fieten kesîraten bi iznillâh(iznillâhi), vallâhu meas sâbirîn(sâbirîne).
Tâlût, askerleriyle yola çıkınca dedi ki: "Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. O halde, ondan içen benden değildir. Ama onu tatmayan bendendir. Eliyle bir avuç alan kişi başka." Bunun ardından, pek azı müstesna olmak üzere ondan içtiler. Nihayet o ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçtiklerinde şöyle dediler: "Bugün bizim Câlût´a ve ordusuna karşı hiç bir gücümüz yoktur." Allah´a kavuşacaklarını düşünenler ise şöyle konuştular: "Sayıca az nice topluluk vardır ki, sayıca çok nice topluluğa Allah´ın izniyle galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir."
|
مُّلَٰقُوا
11:29
مُلَاقُو
mulāḳū
kavuşacaklardır
İsim
Mufa’ale Kalıbı
Etken
Eril, Çoğul
Merfû` İsim
وَيَا قَوْمِ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مَالًا ۖ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى اللَّهِ ۚ وَمَا أَنَا بِطَارِدِ الَّذِينَ آمَنُوا ۚ إِنَّهُمْ مُلَاقُو رَبِّهِمْ وَلَٰكِنِّي أَرَاكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ
Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
"Hem ben sizden buna karşı bir mal da istemiyorum. Benim ücretim Allah´tandır. Ama ben iman edenleri paylayıp kovamam. Çünkü onlar Rablerine varacaklar. Ama sizin cehalete batmış bir toplum olduğunuzu görüyorum."
|
يُلَٰقُ
43:83
يُلَاقُوا
yulāḳū
kavuşuncaya
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّىٰ يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
Fe zerhum yahûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yû’adûn(yû’adûne).
Bırak onları, kendilerine vaat edilen günlerine kavuşuncaya değin dalıp gitsinler; oynayıp oyalansınlar!
|
يُلَٰقُ
52:45
يُلَاقُوا
yulāḳū
kavuşuncaya
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
فَذَرْهُمْ حَتَّىٰ يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي فِيهِ يُصْعَقُونَ
Fe zerhum hattâ yulâkû yevmehumullezî fîhî yus’akûne.
Bayılıp yere serilecekleri günlerine kavuşuncaya kadar bırak onları!
|
يُلَٰقُ
70:42
يُلَاقُوا
yulāḳū
kavuşuncaya
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتَّىٰ يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذِي يُوعَدُونَ
Fe zerhum yehûdû ve yel’abû hattâ yulâkû yevme humullezî yûadûn(yûadûne).
Bırak onları! Dalsınlar, oynasınlar kendileri için belirlenen günlerine ulaşıncaya kadar.
|
ٱلْتَقَى
3:13
الْتَقَتَا
t-teḳatā
karşılaşan
Fiil
İfti’al Kalıbı
3. şahıs, Dişil, İkil
Geçmiş Zaman
قَدْ كَانَ لَكُمْ آيَةٌ فِي فِئَتَيْنِ الْتَقَتَا ۖ فِئَةٌ تُقَاتِلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَأُخْرَىٰ كَافِرَةٌ يَرَوْنَهُمْ مِثْلَيْهِمْ رَأْيَ الْعَيْنِ ۚ وَاللَّهُ يُؤَيِّدُ بِنَصْرِهِ مَنْ يَشَاءُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَعِبْرَةً لِأُولِي الْأَبْصَارِ
Kad kâne lekum âyetun fî fieteynil tekatâ fietun tukâtilu fî sebîlillâhi ve uhrâ kâfiratun yeravnehum misleyhim ra’yel ayn(ayni), vallâhu yûeyyidu bi nasrihî men yeşâ’(yeşâu) inne fî zâlike le ibreten li ulîl ebsâr(ebsâri).
Yüz yüze gelen şu iki toplulukta sizin için bir ibret vardır: Biri Allah yolunda çarpışıyordu; ötekisi küfre batmıştı. Allah yolunda çarpışanları, kafa gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah, öz yardımıyla dilediğini destekler. İşte bunda, gözleri olanlar için gerçek bir ibret vardır.
|
ٱلْتَقَى
3:155
الْتَقَى
t-teḳā
iki topluluğun
Fiil
İfti’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
إِنَّ الَّذِينَ تَوَلَّوْا مِنْكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ إِنَّمَا اسْتَزَلَّهُمُ الشَّيْطَانُ بِبَعْضِ مَا كَسَبُوا ۖ وَلَقَدْ عَفَا اللَّهُ عَنْهُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ حَلِيمٌ
İnnellezîne tevellev minkum yevmel tekal cem’âni, inne mestezellehumuş şeytânu bi ba’di mâ kesebû, ve lekad afâllâhu anhum innallâhe gafûrun halîm(halîmun).
İki topluluğun karşılaştığı gün geri dönüp gidenleriniz var ya, yaptıkları bazı işler yüzünden şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti. Andolsun, Allah onları yine de affetti. Allah Gafûr´dur, Halîm´dir.
|
ٱلْتَقَى
3:166
الْتَقَى
t-teḳā
karşılaştığı
Fiil
İfti’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللَّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ
Ve mâ asâbekum yevmel tekal cem’âni fe bi iznillâhi ve li ya’lemel mu’minîn(mu’minîne).
İki topluluğun karşılaştığı gün sizin başınıza gelen, Allah´ın izniyledir ve Allah, müminleri bilsin diyedir.
|
ٱلْتَقَى
8:41
الْتَقَى
t-teḳā
karşılaştığı
Fiil
İfti’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَاعْلَمُوا أَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَأَنَّ لِلَّهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَىٰ وَالْيَتَامَىٰ وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ إِنْ كُنْتُمْ آمَنْتُمْ بِاللَّهِ وَمَا أَنْزَلْنَا عَلَىٰ عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ ۗ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Va´lemû ennemâ ganimtum min şey´in fe enne lillâhi humusehu ve lir resûli ve li zîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli in kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ abdinâ yevmel furkâni yevmettekal cem´ân(cem´âni), vallâhu alâ kulli şey´in kadîr(kadîrun).
Doğru ile yanlışın ayrılış günü, iki topluluğun karşılaştığı gün, kulumuza indirmiş olduğumuza inanıyorsanız şunu bilin: Ganimet/kazanç olarak elde ettiğiniz şeylerin beşte biri Allah´a, resule, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışa aittir. Allah herşeye kadirdir.
|
ٱلْتَقَى
8:44
الْتَقَيْتُمْ
t-teḳaytum
karşılaştığınız
Fiil
İfti’al Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَإِذْ يُرِيكُمُوهُمْ إِذِ الْتَقَيْتُمْ فِي أَعْيُنِكُمْ قَلِيلًا وَيُقَلِّلُكُمْ فِي أَعْيُنِهِمْ لِيَقْضِيَ اللَّهُ أَمْرًا كَانَ مَفْعُولًا ۗ وَإِلَى اللَّهِ تُرْجَعُ الْأُمُورُ
Ve iz yurîkumûhum iziltekaytum fî a´yunikum kalîlen ve yukallilukum fî a´yunihim li yakdıyallâhu emren kâne mef´ûlâ(mef´ûlen), ve ilallâhi turceul umûr(umûru).
Karşılaştığınızda onları sizin gözlerinize az gösteriyordu. Sizi de onların gözünde azaltıyordu ki, yapılmasına karar verilen işi yürürlüğe koysun. Zaten bütün işler Allah´a döndürülür.
|
ٱلْتَقَى
54:12
فَالْتَقَى
felteḳā
sonra birleşti
Fiil
İfti’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَفَجَّرْنَا الْأَرْضَ عُيُونًا فَالْتَقَى الْمَاءُ عَلَىٰ أَمْرٍ قَدْ قُدِرَ
Ve feccernel arda uyûnen feltekalmâu alâ emrin kad kudir(kudire).
Ve yardık/fışkırttık yeryüzünü pınar pınar. Sonunda kesin ölçülere bağlanmış bir oluş üzere birleşti sular.
|
ٱلْتَقَى
55:19
يَلْتَقِيَانِ
yelteḳiyāni
birbirine kavuşuyorlar
Fiil
İfti’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, İkil
Şimdiki/Geniş Zaman
مَرَجَ الْبَحْرَيْنِ يَلْتَقِيَانِ
Merecel bahreyni yeltekıyân(yeltekıyâni).
Salmıştır iki denizi; buluşup kucaklaşıyorlar.
|