تَّنَاد
40:32
التَّنَادِ
t-tenādi
o çağırma
İsim
Tefâ’ul Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mecrûr İsim
وَيَا قَوْمِ إِنِّي أَخَافُ عَلَيْكُمْ يَوْمَ التَّنَادِ
Ve yâ kavmi innî ehâfu aleykum yevmet tenâd(tenâdi).
"Ey toplumum, sizin adınıza o bağırıp-çağrışma gününden korkuyorum."
|
تَنَادَ
68:21
فَتَنَادَوْا
fe tenādev
birbirlerine seslendiler
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَتَنَادَوْا مُصْبِحِينَ
Fe tenâdev musbihîn(musbihîne).
Sabaha çıktıklarında birbirlerine seslendiler:
|
مُنَاد
50:41
الْمُنَادِ
l-munādi
o ünleyici
İsim
Mufa’ale Kalıbı
Etken
Eril
Mecrûr İsim
وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَرِيبٍ
Vestemi’ yevme yunâdil munâdi min mekânin karîb(karîbin).
Haykıranın çok yakın bir yerden sesleneceği günü dinle!
|
مُنَادِي
3:193
مُنَادِيًا
munādiyen
bir davetçi
İsim
Mufa’ale Kalıbı
Etken
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
رَبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلْإِيمَانِ أَنْ آمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا ۚ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْأَبْرَارِ
Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).
"Ey Rabbimiz! Bir çağırıcının, ´Rabbinize inanın!´ diye imana çağırdığını işittik ve iman ettik. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla bizim. Kötülüklerimizin üstünü ört ve bize iyilerle birlikte ölmek nasip et."
|
نَادِي
29:29
نَادِيكُمُ
nādīkumu
toplantılarınızda
İsim
Etken
Mecrûr İsim
أَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّبِيلَ وَتَأْتُونَ فِي نَادِيكُمُ الْمُنْكَرَ ۖ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِهِ إِلَّا أَنْ قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللَّهِ إِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
E innekum le te’tûner ricâle ve taktaûnes sebîle ve te’tûne fî nâdîkumulmunker(munkere), fe mâ kâne cevâbe kavmihî illâ en kâlû’tinâ bi azâbillâhi in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
"Erkeklere gidiyorsunuz, yol kesiyorsunuz, toplantılarınızda çirkinlikler sergiliyorsunuz, öyle mi?" Toplumunun cevabı sadece şunu söylemek oldu: "Eğer doğru sözlülerdensen, hadi getir bize Allah´ın azabını!"
|
نَادِي
96:17
نَادِيَهُ
nādiyehu
meclisini
İsim
Etken
Eril
Mansûb İsim
فَلْيَدْعُ نَادِيَهُ
Felyed’u nâdiyeh(nâdiyehu).
Hadi çağırsın derneğini/kurultayını!
|
نَادَىٰ
3:39
فَنَادَتْهُ
fenādethu
ona seslendiler
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Dişil, Tekil
Geçmiş Zaman
فَنَادَتْهُ الْمَلَائِكَةُ وَهُوَ قَائِمٌ يُصَلِّي فِي الْمِحْرَابِ أَنَّ اللَّهَ يُبَشِّرُكَ بِيَحْيَىٰ مُصَدِّقًا بِكَلِمَةٍ مِنَ اللَّهِ وَسَيِّدًا وَحَصُورًا وَنَبِيًّا مِنَ الصَّالِحِينَ
Fe nâdethul melâiketu ve huve kâimun yusallî fîl mihrâbi, ennallâhe yubeşşiruke bi yahyâ musaddikan bi kelimetin minallâhi ve seyyiden ve hasûran ve nebiyyen mines sâlihîn(sâlihîne).
Zekeriyya mihrapta durmuş namaz kılarken, melekler ona şöyle çağırmıştı: "Allah sana, Allah´tan bir kelimeyi doğrulayıcı bir efendi; nefsine egemen bir benlik, hayır ve barışı sevenlerden bir peygamber olarak Yahya´yı müjdeliyor."
|
نَادَىٰ
3:193
يُنَادِي
yunādī
çağıran
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
رَبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلْإِيمَانِ أَنْ آمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا ۚ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْأَبْرَارِ
Rabbenâ innenâ semi’nâ munâdiyen yunâdî lil îmâni en âminû bi rabbikum fe âmennâ, rabbenâ fagfir lenâ zunûbenâ ve keffir annâ seyyiâtinâ ve teveffenâ meal ebrâr(ebrâri).
"Ey Rabbimiz! Bir çağırıcının, ´Rabbinize inanın!´ diye imana çağırdığını işittik ve iman ettik. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla bizim. Kötülüklerimizin üstünü ört ve bize iyilerle birlikte ölmek nasip et."
|
نَادَىٰ
5:58
نَادَيْتُمْ
nādeytum
çağırıldığınız
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَإِذَا نَادَيْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًا ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ
Ve izâ nâdeytum iles salâtittehazûhâ huzuven ve leıbâ(leıben) zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Namaza çağırdığınızda onu oyun ve eğlence edindiler. Böyle yaptılar; çünkü onlar akıllarını işletmeyen bir topluluktur.
|
نَادَىٰ
7:22
وَنَادَاهُمَا
ve nādāhumā
ve onlara seslendi
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَدَلَّاهُمَا بِغُرُورٍ ۚ فَلَمَّا ذَاقَا الشَّجَرَةَ بَدَتْ لَهُمَا سَوْآتُهُمَا وَطَفِقَا يَخْصِفَانِ عَلَيْهِمَا مِنْ وَرَقِ الْجَنَّةِ ۖ وَنَادَاهُمَا رَبُّهُمَا أَلَمْ أَنْهَكُمَا عَنْ تِلْكُمَا الشَّجَرَةِ وَأَقُلْ لَكُمَا إِنَّ الشَّيْطَانَ لَكُمَا عَدُوٌّ مُبِينٌ
Fedellâhumâ bi gurûr(gurûrin), fe lemmâ zâkâş şecerete bedet lehumâ sev´âtuhumâ ve tafikâ yahsıfâni aleyhimâ min varakıl cenneh(cenneti), ve nâdâhumâ rabbuhumâ e lem enhekumâ an tilkumeş şecereti ve ekul lekumâ inneş şeytâne lekumâ aduvvun mubîn(mubînun).
Nihayet onları kandırarak aşağı çekti. O ikisi ağaçtan tadınca çirkin yerleri kendilerine açıldı. Bahçenin yapraklarından yamalar yapıp üzerlerine örtmeye başladılar. Rableri onlara seslendi: "Ben size bu ağacı yasaklamadım mı? Ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim mi?"
|
نَادَىٰ
7:43
وَنُودُوا
ve nūdū
onlara seslenildi
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهِمُ الْأَنْهَارُ ۖ وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلَا أَنْ هَدَانَا اللَّهُ ۖ لَقَدْ جَاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ ۖ وَنُودُوا أَنْ تِلْكُمُ الْجَنَّةُ أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ve neza´nâ mâ fî sudûrihim min gıllin tecrî min tahtihimul enhâr(enhâru), ve kâlûl hamdu lillâhillezî hedânâ li hâzâ ve mâ kunnâ li nehtediye levlâ en hedânallâh(hedânallâhu), lekad câet rusulu rabbinâ bil hakk(hakkı), ve nûdû en tilkumul cennetu ûristumûhâ bimâ kuntum ta´melûn(ta´melûne).
Göğüslerinde düşmanlıktan ne varsa söküp atmışızdır. Irmaklar akar altlarından. Şöyle derler: "Hamdolsun bizi buraya ulaştıran Allah´a. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi, biz buraya ulaşamazdık. Andolsun ki, Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler." Şöyle seslenilir: "İşte size, yaptıklarınıza karşılık mirasçı kılındığınız cennet."
|
نَادَىٰ
7:44
وَنَادَىٰ
ve nādā
ve seslendi
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَنَادَىٰ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ أَصْحَابَ النَّارِ أَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّا ۖ قَالُوا نَعَمْ ۚ فَأَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ أَنْ لَعْنَةُ اللَّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ
Ve nâdâ ashâbul cenneti ashâben nâri en kad vecednâ mâ vâadenâ rabbunâ hakka(hakkan) fe hel vecedtum mâ vaade rabbukum hakka(hakkan) kâlû neam fe ezzene muezzinun beynehum en lâ´netullâhi alez zâlimîn(zâlimîne).
Cennet halkı ateş halkına şöyle seslenir: "Biz, Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk. Peki siz, Rabbinizin size vaat ettiğini gerçek buldunuz mu?" Onlar, "evet" derler. Aralarında bir duyurucu şunu ilan eder: "Allah´ın laneti zalimlerin üzerine olsun!"
|
نَادَىٰ
7:46
وَنَادَوْا
ve nādev
ve seslendiler
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌ ۚ وَعَلَى الْأَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِسِيمَاهُمْ ۚ وَنَادَوْا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ ۚ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ
Ve beynehumâ hicâb(hicâbun) ve alel a´râfi ricâlun ya´rifûne kullen bi sîmâhum ve nâdev ashâbel cenneti en selâmun aleykum lem yedhulûhâ ve hum yatmeûn(yatmeûne).
İki taraf arasında bir perde, A´raf üzerinde de herkesi yüzlerinden tanıyan erler vardır. Cennet halkı, özleyip durdukları halde henüz ona girmemiş olanlara şöyle seslenirler: "Selam size!"
|
نَادَىٰ
7:48
وَنَادَىٰ
ve nādā
ve seslendiler
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَنَادَىٰ أَصْحَابُ الْأَعْرَافِ رِجَالًا يَعْرِفُونَهُمْ بِسِيمَاهُمْ قَالُوا مَا أَغْنَىٰ عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ
Ve nâdâ ashâbul´a´râfi ricâlen ya´rifunehum bi sîmâhum kâlû mâ agnâ ankum cem´ukum ve mâ kuntum testekbirûn(testekbirûne).
A´raf halkı, yüzlerinden tanıdıkları bazı erkeklere seslenip şöyle derler: "Bir araya gelmeniz de büyüklük taslamanız da size hiçbir yarar sağlamadı."
|
نَادَىٰ
7:50
وَنَادَىٰ
ve nādā
ve seslendiler
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَنَادَىٰ أَصْحَابُ النَّارِ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ أَنْ أَفِيضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَاءِ أَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ ۚ قَالُوا إِنَّ اللَّهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِرِينَ
Ve nâdâ ashâbun nâri ashâbel cenneti en efîdû aleynâ minel mâi ev mimmâ rezekakumullâh(rezekakumullâhu), kâlû innallâhe harremehumâ alel kâfirîn(kâfirîne).
Ateş halkı, cennet halkına seslenir: "Şu sudan yahut Allah´ın sizi rızıklandırdığından biraz da bize akıtın!" Şu cevabı verirler: "Allah, o ikisini de küfre sapanlara haram kılmıştır."
|
نَادَىٰ
11:42
وَنَادَىٰ
ve nādā
ve seslendi
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَهِيَ تَجْرِي بِهِمْ فِي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادَىٰ نُوحٌ ابْنَهُ وَكَانَ فِي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِرِينَ
Ve hiye tecrî bihim fî mevcin kel cibâli ve nâdâ nûhunibnehu ve kâne fî ma´zilin yâ buneyyerkeb meanâ ve lâ tekun meal kâfirîn(kâfirîne).
Gemi onları, dağlar gibi dalgalar üstünden yürütüp götürüyordu. Nûh onlardan ayrı bir yerde duran oğluna seslendi: "Oğulcuğum, bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma."
|
نَادَىٰ
11:45
وَنَادَىٰ
ve nādā
ve seslendi
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَنَادَىٰ نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنْتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ
Ve nâdâ nûhun rabbehu fe kâle rabbi innebnî min ehlî ve inne va´dekel hakku ve ente ahkemul hâkimîn(hâkimîne).
Bu arada Nûh, Rabbine yakardı da dedi ki: "Rabbim, oğlum benim ailemdendi! Senin vaadin elbette haktır. Sen hâkimlerin, hükmü en güzel verenisin."
|
نَادَىٰ
18:52
نَادُوا
nādū
çağırın
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
2. şahıs, Eril, Çoğul
Emir Kipi
وَيَوْمَ يَقُولُ نَادُوا شُرَكَائِيَ الَّذِينَ زَعَمْتُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَجِيبُوا لَهُمْ وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ مَوْبِقًا
Ve yevme yekûlu nâdû şurekâiyellezîne zeamtum fe deavhum fe lem yestecibû lehum ve cealnâ beynehum mevbikâ(mevbikan).
Bir gün Allah şöyle diyecektir: "O bir şey zannettiğiniz ortaklarımı çağırın!" Hemen çağırdılar ama onlar kendilerine cevap vermedi. Biz onların aralarına tehlikeli bir uçurum/yıkıcı bir düşmanlık koyduk.
|
نَادَىٰ
19:3
نَادَىٰ
nādā
yalvarmıştı
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيًّا
İz nâdâ rabbehu nidâen hafiyyâ(hafiyyen).
Hani o, Rabbine gizli bir sesle seslenmişti de,
|
نَادَىٰ
19:24
فَنَادَاهَا
fenādāhā
ona şöyle seslendi
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَنَادَاهَا مِنْ تَحْتِهَا أَلَّا تَحْزَنِي قَدْ جَعَلَ رَبُّكِ تَحْتَكِ سَرِيًّا
Fe nâdâhâ min tahtihâ ellâ tahzenî kad ceale rabbuki tahteki seriyyâ(seriyyen).
Altından ona şöyle seslendi: "Tasalanma, Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirdi."
|
نَادَىٰ
19:52
وَنَادَيْنَاهُ
ve nādeynāhu
ve ona seslendik
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَنَادَيْنَاهُ مِنْ جَانِبِ الطُّورِ الْأَيْمَنِ وَقَرَّبْنَاهُ نَجِيًّا
Ve nâdeynâhu min cânibit tûril eymeni ve karrebnâhu neciyyâ(neciyyen).
Ona Tûr´un sağ tarafından seslendik. Onu, fısıldaşan kimse kadar yaklaştırdık.
|
نَادَىٰ
20:11
نُودِيَ
nūdiye
kendisine seslenildi
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِيَ يَا مُوسَىٰ
Fe lemmâ etâhâ nûdiye yâ mûsâ.
Onun yanına geldiğinde kendisine "Mûsa!" diye seslenildi.
|
نَادَىٰ
21:76
نَادَىٰ
nādā
bize yalvarmıştı
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَنُوحًا إِذْ نَادَىٰ مِنْ قَبْلُ فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَأَهْلَهُ مِنَ الْكَرْبِ الْعَظِيمِ
Ve nûhan iz nâdâ min kablu festecebnâ lehu fe necceynâhu ve ehlehu minel kerbil azîm(azîmi).
Nûh´a gelince, o da daha önce bize yakarmıştı. Yakarışına cevap verdik de onu ve ailesini, o büyük sıkıntıdan kurtardık.
|
نَادَىٰ
21:83
نَادَىٰ
nādā
du’a etmişti
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
Ve eyyûbe iz nâdâ rabbehû ennî messeniyed durru ve ente erhamur râhimîn(râhimîne).
Ve Eyyûb... Rabbine şöyle yakarmıştı: "Dert gelip çattı bana; sen, rahmet edenlerin en merhametlisisin."
|
نَادَىٰ
21:87
فَنَادَىٰ
fenādā
nihayet yalvardı
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَذَا النُّونِ إِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَىٰ فِي الظُّلُمَاتِ أَنْ لَا إِلَٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ
Ve zennûni iz zehebe mugâdıben fe zanne en len nakdire aleyhi fe nâdâ fiz zulumâti en lâ ilâhe illâ ente subhâneke innî kuntu minez zâlimîn(zâlimîne).
Ve Zünnûn. Hani kızarak gitmişti de ona asla güç yetiremeyeceğimizi/ölçüyü kendisine uygulamayacağımızı sanmıştı. Sonra, karanlıkların bağrında şöyle yakardı: "Senden başka ilah yok, tespih ederim seni. Kuşkusuz, ben zalimlerden oldum."
|
نَادَىٰ
21:89
نَادَىٰ
nādā
du’a etmişti
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ
Ve zekeriyyâ iz nâdâ rabbehu rabbi lâ tezernî ferden ve ente hayrul vârisîn(vârisîne).
Ve Zekeriyya. Hani Rabbine yakarmıştı: "Rabbim, beni yapayalnız, bir başıma bırakma. Sen, vârislerin en hayırlısısın."
|
نَادَىٰ
26:10
نَادَىٰ
nādā
seslenmişti
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَإِذْ نَادَىٰ رَبُّكَ مُوسَىٰ أَنِ ائْتِ الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ
Ve iz nâdâ rabbuke mûsâ eni’til kavmez zâlimîn(zâlimîne).
Rabbinin Mûsa´ya, "Zulüm sergileyenler topluluğuna git" diye seslenişini hatırla.
|
نَادَىٰ
27:8
نُودِيَ
nūdiye
seslenildi
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَلَمَّا جَاءَهَا نُودِيَ أَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَا وَسُبْحَانَ اللَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Fe lemmâ câehâ nûdiye en bûrike men fîn nâri ve men havlehâ, ve subhânallâhi rabbil âlemîn(âlemîne).
Mûsa ateşe vardığında şöyle çağrıldı. "Ateşteki kimse de ateşin çevresindekiler de kutsal ve bereketli kılınmıştır. Ve âlemlerin Rabbi olan Allah, bütün eksiklik ve iğretiliklerden arınmıştır."
|
نَادَىٰ
28:30
نُودِيَ
nūdiye
şöyle seslenildi
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِيَ مِنْ شَاطِئِ الْوَادِ الْأَيْمَنِ فِي الْبُقْعَةِ الْمُبَارَكَةِ مِنَ الشَّجَرَةِ أَنْ يَا مُوسَىٰ إِنِّي أَنَا اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
Fe lemmâ etâhâ nûdiye min şâtııl vâdil eymeni fîl buk’atil mubâreketi mineş şecerati en yâ mûsâ innî enallâhu rabbul âlemîn(âlemîne).
Oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vadinin sağ tarafından, bir ağaçtan şöyle seslenildi: "Ey Mûsa! Âlemlerin Rabbi Allah benim, ben!"
|
نَادَىٰ
28:46
نَادَيْنَا
nādeynā
seslendiğimiz
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الطُّورِ إِذْ نَادَيْنَا وَلَٰكِنْ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَا أَتَاهُمْ مِنْ نَذِيرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Ve mâ kunte bi cânibit tûri iz nâdeynâ, ve lâkin rahmeten min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yetezekkerûn(yetezekkerûne).
Ve sen, biz seslendiğimizde, Tûr tarafında da değildin. Sen, senden önce kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplumu uyarmak için Rabbinden bir rahmetsin. Bu sayede onların düşünüp öğüt almaları umuluyor.
|
نَادَىٰ
28:62
يُنَادِيهِمْ
yunādīhim
(Allah) onlara seslenerek
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu eyne şurekâiyellezîne kuntum tez’umûn(tez’umûne).
O gün onlara seslenerek şöyle diyecek: "O kendilerini bir şey sandığınız ortaklarım nerede?"
|
نَادَىٰ
28:65
يُنَادِيهِمْ
yunādīhim
onlara seslenerek
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ مَاذَا أَجَبْتُمُ الْمُرْسَلِينَ
Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu mâzâ ecebtumul murselîn(murselîne).
Allah o gün onlara seslenir de şöyle der: "Hak elçilerine ne cevap verdiniz?"
|
نَادَىٰ
28:74
يُنَادِيهِمْ
yunādīhim
onlara seslenerek
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ فَيَقُولُ أَيْنَ شُرَكَائِيَ الَّذِينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Ve yevme yunâdîhim fe yekûlu eyne şurekâiyellezîne kuntum tez’umûn(tez’umûne).
Gün olur, seslenir onlara da şöyle der: "O, bir şey zannettiğiniz ortaklarım nerede?"
|
نَادَىٰ
37:75
نَادَانَا
nādānā
bize yalvarmıştı
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَلَقَدْ نَادَانَا نُوحٌ فَلَنِعْمَ الْمُجِيبُونَ
Ve lekad nâdânâ nûhun fe le ni’mel mucîbûn(mucîbûne).
Yemin olsun, Nûh bize yakarmıştı da ne güzel karşılık vermiştik biz.
|
نَادَىٰ
37:104
وَنَادَيْنَاهُ
ve nādeynāhu
ve biz ona seslendik
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَنَادَيْنَاهُ أَنْ يَا إِبْرَاهِيمُ
Ve nâdeynâhu en yâ ibrâhîm(ibrâhîmu).
Biz şöyle seslendik: "Ey İbrahim!"
|
نَادَىٰ
38:3
فَنَادَوْا
fenādev
feryad ettiler
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
كَمْ أَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ فَنَادَوْا وَلَاتَ حِينَ مَنَاصٍ
Kem ehleknâ min kablihim min karnin fe nâdev ve lâte hîne menâs(menâsin).
Onlardan önce nice nesilleri helâk ettik biz, bağrıştılar onlar, fakat kurtuluş yoktu; geçmişti zaman.
|
نَادَىٰ
38:41
نَادَىٰ
nādā
seslenmişti
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ
Vezkur abdenâ eyyûb(eyyûbe), iz nâdâ rabbehû ennî messeniyeş şeytânu bi nusbin ve azâb(azâbin).
Kulumuz Eyyûb´u da an! Hani, Rabbine şöyle seslenmişti: "Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu."
|
نَادَىٰ
40:10
يُنَادَوْنَ
yunādevne
(şöyle) seslenilir
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا يُنَادَوْنَ لَمَقْتُ اللَّهِ أَكْبَرُ مِنْ مَقْتِكُمْ أَنْفُسَكُمْ إِذْ تُدْعَوْنَ إِلَى الْإِيمَانِ فَتَكْفُرُونَ
İnnellezîne keferû yunâdevne le maktullâhi ekberu min maktikum enfusekum iz tud’avne ilel îmâni fe tekfurûn(tekfurûne).
Küfre batmış olanlara şöyle haykırılır: "Allah´ın öfkesi, sizin kendi benliklerinize öfkenizden elbette ki daha büyüktür. Hani, siz imana çağrılıyordunuz da inkâr ediyordunuz!"
|
نَادَىٰ
41:44
يُنَادَوْنَ
yunādevne
çağırılıyorlar
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا أَعْجَمِيًّا لَقَالُوا لَوْلَا فُصِّلَتْ آيَاتُهُ ۖ أَأَعْجَمِيٌّ وَعَرَبِيٌّ ۗ قُلْ هُوَ لِلَّذِينَ آمَنُوا هُدًى وَشِفَاءٌ ۖ وَالَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ فِي آذَانِهِمْ وَقْرٌ وَهُوَ عَلَيْهِمْ عَمًى ۚ أُولَٰئِكَ يُنَادَوْنَ مِنْ مَكَانٍ بَعِيدٍ
Ve lev cealnâhu kur’ânen a’cemiyyen le kâlû lev lâ fussilet âyâtuh(âyâtuhu), e a’cemiyyun ve arabîy(arabîyyun), kul huve lillezîne âmenû huden ve şifâun, vellezîne lâ yû’minûne fî âzânihim vakrun ve hûve aleyhim amâ(amen), ulâike yunâdevne min mekânin baîd(baîdin).
Eğer biz onu yabancı dilde bir Kur´an yapsaydık, elbette şöyle diyeceklerdi: "Ayetleri ayrıntılı kılınmalı değil miydi?/Arap´a yabancı dil mi?/ister yabancı dilde, ister Arapça!" De ki: "O, iman edenler için bir kılavuz, bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur´an, onlar için bir körlüktür. Böylelerine, çok uzak bir mekândan seslenilmektedir."
|
نَادَىٰ
41:47
يُنَادِيهِمْ
yunādīhim
onlara seslenildiği
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
إِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِ ۚ وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ أَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ أُنْثَىٰ وَلَا تَضَعُ إِلَّا بِعِلْمِهِ ۚ وَيَوْمَ يُنَادِيهِمْ أَيْنَ شُرَكَائِي قَالُوا آذَنَّاكَ مَا مِنَّا مِنْ شَهِيدٍ
İleyhi yureddu ilmus sâah(sâati), ve mâ tahrucu min semerâtinmin ekmâmihâ ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ bi ilmih(ilmihî), ve yevme yunâdîhim eyne şurekâî kâlû âzennâke mâ minnâ min şehîd(şehîdin).
Kıyamet saatine ilişkin bilgi, Allah´a bırakılır. Onun ilmi dışında ne meyveler kabuğundan çıkar ne de bir dişi gebe kalır veya doğurur. "Ortaklarım nerede?" diye seslendiği gün, şöyle diyeceklerdir: "Bizden hiçbir tanık olmadığını sana arz ederiz."
|
نَادَىٰ
43:51
وَنَادَىٰ
ve nādā
ve seslendi
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَنَادَىٰ فِرْعَوْنُ فِي قَوْمِهِ قَالَ يَا قَوْمِ أَلَيْسَ لِي مُلْكُ مِصْرَ وَهَٰذِهِ الْأَنْهَارُ تَجْرِي مِنْ تَحْتِي ۖ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
Ve nâdâ fir’avnu fî kavmihî kâle yâ kavmi e leyse lî mulku mısra ve hâzihil enhâru tecrî min tahtî, e fe lâ tubsirûn(tubsirûne).
Firavun, toplumu içinde haykırıp şöyle dedi: "Ey toplumum! Mısır´ın mülk ve yönetimi benim değil mi? İşte şu nehirler benim altımdan akıyor. Görmüyor musunuz?"
|
نَادَىٰ
43:77
وَنَادَوْا
ve nādev
ve seslendiler
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ ۖ قَالَ إِنَّكُمْ مَاكِثُونَ
Ve nâdev yâ mâliku li yakdi aleynâ rabbuk(rabbuke), kâle innekum mâkisûn(mâkisûne).
Şöyle seslenecekler: "Ey Mâlik! Rabbin işimizi bitirversin." O şöyle diyecek: "Hep böyle kalacaksınız!"
|
نَادَىٰ
49:4
يُنَادُونَكَ
yunādūneke
sana bağıranların
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
إِنَّ الَّذِينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَاءِ الْحُجُرَاتِ أَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
İnnellezîne yunâdûneke min verâil hucurâti ekseruhum lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
Hücrelerin arkasından sana seslenenlere gelince, onların çoğu aklını çalıştırmamaktadır.
|
نَادَىٰ
50:41
يُنَادِ
yunādi
çağırır
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَرِيبٍ
Vestemi’ yevme yunâdil munâdi min mekânin karîb(karîbin).
Haykıranın çok yakın bir yerden sesleneceği günü dinle!
|
نَادَىٰ
54:29
فَنَادَوْا
fenādev
çağırdılar
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَنَادَوْا صَاحِبَهُمْ فَتَعَاطَىٰ فَعَقَرَ
Fe nâdev sâhıbehum fe teâtâ fe akar(akare).
Arkadaşlarını çağırdılar, o da hançerini kapıp deveyi boğazladı.
|
نَادَىٰ
57:14
يُنَادُونَهُمْ
yunādūnehum
onlara seslenirler
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
يُنَادُونَهُمْ أَلَمْ نَكُنْ مَعَكُمْ ۖ قَالُوا بَلَىٰ وَلَٰكِنَّكُمْ فَتَنْتُمْ أَنْفُسَكُمْ وَتَرَبَّصْتُمْ وَارْتَبْتُمْ وَغَرَّتْكُمُ الْأَمَانِيُّ حَتَّىٰ جَاءَ أَمْرُ اللَّهِ وَغَرَّكُمْ بِاللَّهِ الْغَرُورُ
Yunâdûnehum e lem nekun meakum, kâlû belâ ve lâkinnekum fe tentum enfusekum ve terebbastum vertebtum ve garret kumul emâniyyu hattâ câe emrullâhi ve garrekum billâhil garûr(garûmu).
Onlara seslenirler: "Biz sizinle değil miydik?" Derler ki: "Evet, bizimleydiniz. Ancak siz kendinizi yaktınız, bekleyip durdunuz, şüphe ettiniz, hayal ve kuruntular/hurafeler/anlamını bilmeden okuyuşlar sizi aldattı; nihayet Allah´ın emri geldi. O yaman aldatıcı, sizi Allah ile aldattı."
|
نَادَىٰ
62:9
نُودِيَ
nūdiye
çağrıldığı(nız)
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
Edilgen
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نُودِيَ لِلصَّلَاةِ مِنْ يَوْمِ الْجُمُعَةِ فَاسْعَوْا إِلَىٰ ذِكْرِ اللَّهِ وَذَرُوا الْبَيْعَ ۚ ذَٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ nûdiye lis salâti min yevmil cumuati fes’av ilâ zikrillâhi ve zerûl bey’a, zâlikum hayrun lekum in kuntum ta’lemûn(ta’lemûne).
Ey inananlar! Cuma günü, namaz için çağrı yapıldığında, Allah´ı anmaya/Allah´ın Zikri´ne koşun! Alışverişi bırakın! Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
|
نَادَىٰ
68:48
نَادَىٰ
nādā
seslenmişti
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ وَلَا تَكُنْ كَصَاحِبِ الْحُوتِ إِذْ نَادَىٰ وَهُوَ مَكْظُومٌ
Fasbir li hukmi rabbike ve lâ tekun ke sâhıbil hût(hûti), iz nâdâ ve huve mekzûm(mekzûmun).
Artık Rabbinin hüküm vermesi için sabret! Balığın dostu Yûnus gibi olma! Hani o, hıçkırıktan boğulur bir halde yakarmıştı.
|
نَادَىٰ
79:16
نَادَاهُ
nādāhu
ona seslenmişti
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
إِذْ نَادَاهُ رَبُّهُ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى
İz nâdâhu rabbuhu bil vâdil mukaddesi tuvâ(tuven).
Hani, Rabbi ona, kutsal vadide, Tuva´da seslenmişti:
|
نَادَىٰ
79:23
فَنَادَىٰ
fe nādā
ve bağırdı
Fiil
Mufa’ale Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
فَحَشَرَ فَنَادَىٰ
Fehaşere fe nâdâ.
Derken, bir araya toplayıp bağırdı.
|
نِدَاء
2:171
وَنِدَاءً
ve nidā'en
ve bağırtıdan
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
وَمَثَلُ الَّذِينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذِي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ إِلَّا دُعَاءً وَنِدَاءً ۚ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Ve meselullezîne keferû ke meselillezî yen’ıku bi mâ lâ yesmeû illâ duâen ve nidââ(nidâen), summun bukmun umyun fe hum lâ ya’kılûn(ya’kılûne).
O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şeyi işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemez onlar.
|
نِدَاء
19:3
نِدَاءً
nidā'en
bir seslenişle
İsim
Mufa’ale Kalıbı
İsim Fiil
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
إِذْ نَادَىٰ رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيًّا
İz nâdâ rabbehu nidâen hafiyyâ(hafiyyen).
Hani o, Rabbine gizli bir sesle seslenmişti de,
|
نَدِيّ
19:73
نَدِيًّا
nediyyen
meclisi (mevkii)
İsim
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
وَإِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَيُّ الْفَرِيقَيْنِ خَيْرٌ مَقَامًا وَأَحْسَنُ نَدِيًّا
Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin kâlellezîne keferû lillezîne âmenû eyyul ferîkayni hayrun makâmen ve ahsenu nediyyâ(nediyyen).
Onlara ayetlerimiz açık seçik okunduğunda, inkâr edenler inananlara şöyle derler: "İki zümreden hangisi makamca daha üstün, meclisçe daha güzel?"
|