KUR'AN HARİTASI

 ANASAYFA  KUR'AN  KÖKLER  ETİMOLOJİ  İLETİŞİM 


KÖK KELİMELER DİZİNİ

    

Zal-Lam-Lam      ذ ل ل 

Zelil olmak, alçak olmak

Kur'an'da bu kökten türetilmiş kelimeler toplamda 24 kez geçiyor.

Gövde(ler)

2 kez أَذَلّ
4 kez أَذِلَّة
1 kez تُذِلُّ
1 kez تَذْلِيل
3 kez ذُّلّ
1 kez ذُلُل
7 kez ذِلَّة
2 kez ذُلِّلَتْ
2 kez ذَلُول
1 kez نَّذِلَّ

işaretine tıklayarak ilgili ayetin alternatif meallerine ve içerdiği diğer kelimelerin köklerine gidebilirsiniz.


أَذَلّ
[HyperLink1] 58:20     الْأَذَلِّينَ     l-eƶellīne     en alçaklar
 
İsim         Eril, Çoğul    Mecrûr İsim    
    

إِنَّ الَّذِينَ يُحَادُّونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُولَٰئِكَ فِي الْأَذَلِّينَ

İnnellezîne yuhâddûnallâhe ve resûlehû ulâike fîl ezellîn(ezellîne).

Allah´a ve resulüne kafa tutanlar en aşağılık kişiler arasındadırlar.
 


أَذَلّ
[HyperLink1] 63:8     الْأَذَلَّ     l-eƶelle     alçak olanı
 
İsim         Eril, Tekil    Mansûb İsim    
    

يَقُولُونَ لَئِنْ رَجَعْنَا إِلَى الْمَدِينَةِ لَيُخْرِجَنَّ الْأَعَزُّ مِنْهَا الْأَذَلَّ ۚ وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِينَ وَلَٰكِنَّ الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ

Yekûlûne le in reca’nâ ilel medîneti le yuhricennel eazzu min hel ezell(ezelle), ve lillâhil izzetu ve li resûlihî ve lil mû’minîne ve lâkinnel munâfikîne lâ ya’lemûn(ya’lemûne).

Şöyle derler: "Eğer Medine´ye dönersek, yemin olsun ki, itibarlı ve baskın olan, ezik ve zayıf olanı oradan çıkaracaktır!" Güç ve itibar Allah´a, onun resulüne ve iman sahiplerine özgüdür. Ama münafıklar bunu bilmezler.
 


أَذِلَّة
[HyperLink1] 5:54     أَذِلَّةٍ     eƶilletin     alçak gönüllüdürler
 
Sıfat         Eril, Çoğul    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللَّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ ۚ ذَٰلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ

Yâ eyyuhellezîne âmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mu’minîne eizzetin alâl kâfirîn(kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim(lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâ(yeşâu) vallâhu vâsiun alîm(alîmun).

Ey inananlar! İçinizden kim dininden dönerse şunu bilsin: Allah, yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir. Bunlar Allah yolunda savaşırlar, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah´ın, dilediğine yönelttiği bir lütuftur. Allah, yaratılışı ve yarattıklarını genişletir, her şeyi bilir.
 


أَذِلَّة
[HyperLink1] 27:34     أَذِلَّةً     eƶilleten     zillet içinde
 
Sıfat         Eril, Çoğul    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

قَالَتْ إِنَّ الْمُلُوكَ إِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً أَفْسَدُوهَا وَجَعَلُوا أَعِزَّةَ أَهْلِهَا أَذِلَّةً ۖ وَكَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ

Kâlet innel mulûke izâ dehalû karyeten efsedûhâ ve cealû eizzete ehlihâ ezilleh(ezilleten), ve kezâlike yef’alûn(yef’alûne).

Melike dedi: "Şu bir gerçek ki krallar bir kente/bir memlekete girdiler mi, orada bozgun çıkarırlar; oranın onurlu insanlarını zelil, sefil ederler. İşte böyle yaparlar."
 


أَذِلَّة
[HyperLink1] 3:123     أَذِلَّةٌ     eƶilletun     zayıf durumdayken
 
İsim         Eril, Çoğul    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

وَلَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ بِبَدْرٍ وَأَنْتُمْ أَذِلَّةٌ ۖ فَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

Ve lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum ezilleh(ezilletun), fettekûllâhe leallekum teşkurûn(teşkurûne).

Yemin olsun ki, ezik-boynu bükük olduğunuz bir sırada Allah size Bedir´de de yardım etmişti. O halde Allah´tan korkun ki, şükredebilesiniz.
 


أَذِلَّة
[HyperLink1] 27:37     أَذِلَّةً     eƶilleten     zilletle
 
İsim         Eril, Çoğul    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

ارْجِعْ إِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَا أَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ

İrcı’ ileyhim fe le ne’tiyennehum bi cunûdin lâ kıbele lehum bihâ ve le nuhricennehum minhâ ezilleten ve hum sâgırûn(sâgırûne).

"Seni gönderenlere dön. Vallahi, karşı koyamayacakları ordularla üstlerine gelirim ve onları oradan, başları eğik, aşağılanmış bir halde sürer çıkarırım."
 


تُذِلُّ
[HyperLink1] 3:26     وَتُذِلُّ     ve tuƶillu     ve alçaltırsın
 
Fiil  İf’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ ۖ بِيَدِكَ الْخَيْرُ ۖ إِنَّكَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Kulillâhumme mâlikel mulki tû’til mulke men teşâu ve tenziul mulke mimmen teşâ’(teşâu), ve tuizzu men teşâu ve tuzillu men teşâ’(teşâu, bi yedikel hayr(hayru), inneke alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Şöyle yakar: "Ey mülkün Mâlik´i, sahibi olan Allahım! Sen mülk ve saltanatı dilediğine verir, mülk ve saltanatı dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltip aziz edersin, dilediğini alçaltıp zelil kılarsın. İmkân, mal ve nimet senin elindedir. Sen, herşeye kadirsin."
 


تَذْلِيل
[HyperLink1] 76:14     تَذْلِيلًا     teƶlīlen     aşağı eğdirilerek
 
İsim  Tef’il Kalıbı     İsim Fiil  Eril    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا

Ve dâniyeten aleyhim zılâluhâ ve zullilet kutûfuhâ tezlîlâ(tezlîlen).

Bahçenin gölgeleri üzerlerine eğilmiştir. Ve bahçenin meyveleri iyice yaklaştırılmşıtır.
 


ذُّلّ
[HyperLink1] 17:24     الذُّلِّ     ƶ-ƶulli     küçülme
 
İsim         Eril    Mecrûr İsim    
    

وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِي صَغِيرًا

Vahfıd lehumâ cenâhaz zulli miner rahmeti ve kul rabbirhamhumâ kemâ rabbeyânî sagîrâ(sagîren).

Rahmetten yerlere eğilme kanadını onlar için indir ve de ki: "Rabbim, merhametli davran onlara, tıpkı küçüklüğümde beni koruyup büyüttükleri gibi."
 


ذُّلّ
[HyperLink1] 17:111     الذُّلِّ     ƶ-ƶulli     acze düşüp de
 
İsim         Eril    Mecrûr İsim    
    

وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا وَلَمْ يَكُنْ لَهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ وَلِيٌّ مِنَ الذُّلِّ ۖ وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا

Ve kulil hamdu lillâhillezî lem yettehız veleden ve lem yekun lehu şerîkun fîl mulki ve lem yekun lehu veliyyun minez zulli ve kebbirhu tekbîrâ(tekbîren).

Şöyle de: "Hamt, o Allah´a özgüdür ki, çocuk edinmemiştir; mülk ve yönetiminde ortağı yoktur; âcizlik yüzünden dost edinmemiştir." Ve tekbir edip yücelt O´nu!
 


ذُّلّ
[HyperLink1] 42:45     الذُّلِّ     ƶ-ƶulli     aşağılıktan
 
İsim         Eril    Mecrûr İsim    
    

وَتَرَاهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِعِينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّ ۗ وَقَالَ الَّذِينَ آمَنُوا إِنَّ الْخَاسِرِينَ الَّذِينَ خَسِرُوا أَنْفُسَهُمْ وَأَهْلِيهِمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ أَلَا إِنَّ الظَّالِمِينَ فِي عَذَابٍ مُقِيمٍ

Ve terâhum yu’redûne aleyhâ hâşiîneminez zulli yenzurûne min tarfin hafîy(hafîyyin), ve kâlellezîne âmenû innel hâsirînellezîne hasirû enfusehum ve ehlîhim yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), e lâ innez zâlimîne fî azâbin mukîm(mukîmin).

Ve göreceksin onları, zilletten ezilip büzülmüş halde ürkek bakışlarla bakarken, ateşe salınırlar. İnananlar şöyle derler: "Gerçek hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de ailelerini perişan edenlerdir. Dikkat edin, zalimler, sürüp gidecek bir azabın içindedir."
 


ذُلُل
[HyperLink1] 16:69     ذُلُلًا     ƶululen     boyun eğerek
 
İsim         Eril    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

ثُمَّ كُلِي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًا ۚ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِلنَّاسِ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

Summe kulî min kullis semerâti feslukî subule rabbiki zululâ(zululen), yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun lin nâs(nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).

"Sonra, meyvaların her türünden ye de boyun bükerek Rabbinin yollarına koyul." Onun karıncıklarından, renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki, insanlar için onda şifa vardır. Derin derin düşünen bir topluluk için, bunda kesin bir mucize var.
 


ذِلَّة
[HyperLink1] 2:61     الذِّلَّةُ     ƶ-ƶilletu     alçaklık
 
İsim         Dişil    Merfû` İsim    
    

وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَىٰ لَنْ نَصْبِرَ عَلَىٰ طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنْبِتُ الْأَرْضُ مِنْ بَقْلِهَا وَقِثَّائِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا ۖ قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَىٰ بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ ۚ اهْبِطُوا مِصْرًا فَإِنَّ لَكُمْ مَا سَأَلْتُمْ ۗ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ ۗ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ ۗ ذَٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ

Ve iz kultum yâ mûsâ len nasbira alâ taâmin vâhidin fed’u lenâ rabbeke yuhric lenâ mimmâ tunbitulardu min baklihâ ve kıssâiha ve fûmihâ ve adesihâ ve basalihâ, kâle e testebdilûnellezî huve ednâ billezî huve hayr(hayrun), ihbitû mısran fe inne lekum mâ seeltum ve duribet aleyhimuz zilletu vel meskenetu ve bâu bi gadabin minallâh(minallâhi), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnen nebiyyîne bi gayril hak(hakkı), zâlike bi mâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).

Siz şöyle demiştiniz: "Ey Mûsa, biz bir tek yemeğe asla dayanamayız, bizim için Rabb´ine dua et de bize yerin bitirdiklerinden, baklasından, acurundan, sarmısağından, mercimeğinden, soğanından çıkarıversin." Mûsa şöyle demişti: "Siz daha aşağı bir nimeti daha üstün bir nimete mi değişmek istiyorsunuz? İnin bir kasabaya; istediğiniz sizin olacaktır." Ve üzerlerine zillet, eziklik ve yoksulluk damgası vuruldu, Allah´tan bir gazaba çarpıldılar. Bu böyle oldu, çünkü onlar Allah´ın ayetlerini inkâr ediyor ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. İsyan ettikleri için böyle oldu. Sınır tanımıyor, azgınlık yapıyorlardı.
 


ذِلَّة
[HyperLink1] 3:112     الذِّلَّةُ     ƶ-ƶilletu     alçaklık (damgası)
 
İsim         Dişil    Merfû` İsim    
    

ضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ أَيْنَ مَا ثُقِفُوا إِلَّا بِحَبْلٍ مِنَ اللَّهِ وَحَبْلٍ مِنَ النَّاسِ وَبَاءُوا بِغَضَبٍ مِنَ اللَّهِ وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الْمَسْكَنَةُ ۚ ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُوا يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ الْأَنْبِيَاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ ۚ ذَٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ

Duribet aleyhimuz zilletu eyne mâ sukıfû illâ bi hablin minallâhi ve hablin minen nâsi ve bâû bi gadabin minallâhi ve duribet aleyhimul meskeneh(meskenetu), zâlike bi ennehum kânû yekfurûne bi âyâtillâhi ve yaktulûnel enbiyâe bi gayri hakk(hakkın), zâlike bimâ asav ve kânû ya’tedûn(ya’tedûne).

Allah´tan bir ipe ve insanlardan bir ipe tutunmaları dışında, nerede bulunsalar üzerlerine zillet damgası vurulur. Allah´ın hışmına uğramışlardır. Üzerlerine miskinlik damgası vurulmuştur. Bu böyledir. Çünkü onlar, Allah´ın ayetlerine küfrediyor, haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı; isyan etmişlerdi, zulüm ve azgınlık sergiliyorlardı.
 


ذِلَّة
[HyperLink1] 7:152     وَذِلَّةٌ     ve ƶilletun     ve bir alçaklık
 
İsim         Dişil    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

إِنَّ الَّذِينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَكَذَٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَرِينَ

İnnellezînettehazûl ıcle seyenâluhum gadabun min rabbihim ve zilletun fîl hayâtid dunyâ, ve kezâlike neczîl mufterîn(mufterîne).

Buzağıyı ilah edinenler var ya, yakında onlara Rablerinden bir öfke ve dünya hayatında bir zillet ulaşacaktır. İftiracıları böyle cezalandırırız biz.
 


ذِلَّة
[HyperLink1] 10:26     ذِلَّةٌ     ƶilletun     ve aşağılık
 
İsim         Dişil    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

لِلَّذِينَ أَحْسَنُوا الْحُسْنَىٰ وَزِيَادَةٌ ۖ وَلَا يَرْهَقُ وُجُوهَهُمْ قَتَرٌ وَلَا ذِلَّةٌ ۚ أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

Lillezîne ahsenûl husnâ ve zîyâdeh(zîyâdetun), ve lâ yerheku vucûhehum katerun ve lâ zilleh(zilletun), ulâike ashâbul cenneh(cenneti), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Güzel düşünüp güzel davrananlara güzellik var. Dahası da var. Onların yüzlerine kara da bulaşmaz, zillet de... Cennetin dostlarıdır onlar; sürekli kalıcıdırlar orada.
 


ذِلَّة
[HyperLink1] 10:27     ذِلَّةٌ     ƶilletun     bir aşağılık
 
İsim         Dişil    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

وَالَّذِينَ كَسَبُوا السَّيِّئَاتِ جَزَاءُ سَيِّئَةٍ بِمِثْلِهَا وَتَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۖ مَا لَهُمْ مِنَ اللَّهِ مِنْ عَاصِمٍ ۖ كَأَنَّمَا أُغْشِيَتْ وُجُوهُهُمْ قِطَعًا مِنَ اللَّيْلِ مُظْلِمًا ۚ أُولَٰئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

Vellezîne kesebûs seyyiâti cezâu seyyietin bi mislihâ ve terhekuhum zilleh(zilletun), mâ lehum minallâhi min âsim(âsimin), ke ennemâ ugsîyet vucûhuhum kita´an minel leyli muzlimâ(muzlimen), ulâike ashâbun nâr(nâri), hum fîhâ hâlidûn(hâlidûne).

Kötülük kazananlara ise kötülüğün miktarınca karşılık vardır. Ama yüzlerini bir zillet de kaplar. Onları Allah´tan kurtaracak kimse yoktur. Yüzleri gece parçalarından karanlıklarla kaplanmış gibidir. Ateşin dostlarıdır bunlar. Sürekli kalıcıdırlar içinde.
 


ذِلَّة
[HyperLink1] 68:43     ذِلَّةٌ     ƶilletun     bir zillet
 
İsim         Dişil    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۖ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ

Hâşiaten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), ve kad kânû yud’avne iles sucûdi ve hum sâlimûn(sâlimûne).

Gözleri yere eğilmiş, benliklerini zillet kaplamıştır. Onlar, sapasağlam oldukları zaman da secde etmeye çağrılıyorlardı.
 


ذِلَّة
[HyperLink1] 70:44     ذِلَّةٌ     ƶilletun     alçaklık
 
İsim         Dişil    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۚ ذَٰلِكَ الْيَوْمُ الَّذِي كَانُوا يُوعَدُونَ

Hâşi’aten ebsâruhum terhekuhum zilleh(zilletun), zâlikel yevmullezî kânû yûadûn(yûadûne).

Gözleri yere eğik; bir zillet kuşatmıştır onları. İşte bu gündür onlara vaat edilmiş olan.
 


ذُلِّلَتْ
[HyperLink1] 36:72     وَذَلَّلْنَاهَا     ve ƶellelnāhā     onları boyun eğdirdik
 
Fiil  Tef’il Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ

Ve zellelnâhâ lehum fe minhâ rakûbuhum ve minhâ ye’kulûn(ye’kulûne).

O hayvanları bunlara boyun eğdirdik. Onlardan binekleri vardır ve onlardan bir kısmını da yiyorlar.
 


ذُلِّلَتْ
[HyperLink1] 76:14     وَذُلِّلَتْ     ve ƶullilet     ve eğdirilmiştir
 
Fiil  Tef’il Kalıbı  Edilgen     3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَدَانِيَةً عَلَيْهِمْ ظِلَالُهَا وَذُلِّلَتْ قُطُوفُهَا تَذْلِيلًا

Ve dâniyeten aleyhim zılâluhâ ve zullilet kutûfuhâ tezlîlâ(tezlîlen).

Bahçenin gölgeleri üzerlerine eğilmiştir. Ve bahçenin meyveleri iyice yaklaştırılmşıtır.
 


ذَلُول
[HyperLink1] 2:71     ذَلُولٌ     ƶelūlun     boyundurluk altında
 
Sıfat         Eril, Tekil    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

قَالَ إِنَّهُ يَقُولُ إِنَّهَا بَقَرَةٌ لَا ذَلُولٌ تُثِيرُ الْأَرْضَ وَلَا تَسْقِي الْحَرْثَ مُسَلَّمَةٌ لَا شِيَةَ فِيهَا ۚ قَالُوا الْآنَ جِئْتَ بِالْحَقِّ ۚ فَذَبَحُوهَا وَمَا كَادُوا يَفْعَلُونَ

Kâle innehu yekûlu innehâ bakaratun lâ zelûlun tusîrul arda ve lâ teskıl hars(harse), musellemetun lâ şiyete fîhâ kâlûl’âne ci’te bil hakk(hakkı), fe zebehûhâ ve mâ kâdû yef’alûn(yef’alûne).

Cevap verdi Mûsa: "Allah diyor ki, bahsettiğim, boyunduruk yememiş bir inektir; toprağı sürmez, ekini sulamaz. Salma hayvandır. Alaca yoktur onda." Dediler ki: "İşte şimdi gerçeği getirdin." Ve ardından onu boğazladılar, az kalsın yapmayacaklardı.
 


ذَلُول
[HyperLink1] 67:15     ذَلُولًا     ƶelūlen     boynu eğik
 
İsim         Eril, Tekil    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

هُوَ الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ ذَلُولًا فَامْشُوا فِي مَنَاكِبِهَا وَكُلُوا مِنْ رِزْقِهِ ۖ وَإِلَيْهِ النُّشُورُ

Huvellezî ceale lekumul arda zelûlen femşû fî menâkibihâ ve kulû min rızkıh(rızkıhî), ve ileyhin nuşûr(nuşûru).

O, yeri sizin için boyun eğer yaptı. Haydi, onun omuzlarında yürüyün ve Allah´ın rızıklarından yiyin. Dönüş O´nadır.
 


نَّذِلَّ
[HyperLink1] 20:134     نَذِلَّ     neƶille     rezil olmadan
 
Fiil         1. şahıs, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُمْ بِعَذَابٍ مِنْ قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَذِلَّ وَنَخْزَىٰ

Ve lev ennâ ehleknâhum bi azâbin min kablihî le kâlû rabbenâ lev lâ erselte ileynâ resûlen fe nettebia âyâtike min kabli en nezille ve nahzâ.

Eğer biz onları, ondan önce bir azapla helâk etseydik mutlaka şöyle diyeceklerdi: "Rabbimiz, ne olurdu bize bir resul gönderseydin de zelil ve rezil olmadan önce senin ayetlerine uysaydık!"