KUR'AN HARİTASI

 ANASAYFA  KUR'AN  KÖKLER  ETİMOLOJİ  İLETİŞİM 


KÖK KELİMELER DİZİNİ

    

Ra-Dad-Vav      ر ض و 

Razı olmak

Kur'an'da bu kökten türetilmiş kelimeler toplamda 73 kez geçiyor.

Gövde(ler)

2 kez تَرَاض
2 kez تَرَٰضَ
4 kez رَاضِيَة
38 kez رَّضِىَ
13 kez رِضْوَٰن
1 kez رَضِيّ
5 kez مَرْضَات
1 kez مَرْضِيّ
1 kez مَّرْضِيَّة
3 kez يُرْضُ
3 kez ٱرْتَضَىٰ

işaretine tıklayarak ilgili ayetin alternatif meallerine ve içerdiği diğer kelimelerin köklerine gidebilirsiniz.


تَرَاض
[HyperLink1] 2:233     تَرَاضٍ     terāDin     rızalarıyla
 
İsim  Tefâ’ul Kalıbı     İsim Fiil  Eril    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

وَالْوَالِدَاتُ يُرْضِعْنَ أَوْلَادَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ ۖ لِمَنْ أَرَادَ أَنْ يُتِمَّ الرَّضَاعَةَ ۚ وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ وَكِسْوَتُهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ ۚ لَا تُكَلَّفُ نَفْسٌ إِلَّا وُسْعَهَا ۚ لَا تُضَارَّ وَالِدَةٌ بِوَلَدِهَا وَلَا مَوْلُودٌ لَهُ بِوَلَدِهِ ۚ وَعَلَى الْوَارِثِ مِثْلُ ذَٰلِكَ ۗ فَإِنْ أَرَادَا فِصَالًا عَنْ تَرَاضٍ مِنْهُمَا وَتَشَاوُرٍ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْهِمَا ۗ وَإِنْ أَرَدْتُمْ أَنْ تَسْتَرْضِعُوا أَوْلَادَكُمْ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِذَا سَلَّمْتُمْ مَا آتَيْتُمْ بِالْمَعْرُوفِ ۗ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

Vel vâlidâtu yurdı’ne evlâdehunne havleyni kâmileyni li men erâde en yutimmer radâah(radâate), ve alel mevlûdi lehu rızkuhunne ve kisvetuhunne bil ma’rûf(ma’rûfi), lâ tukellefu nefsun illâ vus’ahâ, lâ tudârra vâlidetun bi veledihâ ve lâ mevlûdun lehu bi veledihî ve alel vârisi mislu zâlik(zâlike), fe in erâdâ fısâlen an terâdın min humâ ve teşâvurin fe lâ cunâha aleyhimâ ve in eradtum en testerdıû evlâdekum fe lâ cunâha aleykum izâ sellemtum mâ âteytum bil ma’rûf(ma’rûfi), vettekullâhe va’lemû ennellâhe bi mâ ta’melûne basîr(basîrun).

Anneler çocuklarını - emzirmeyi tamamlamak isteyen kimseler için - tam iki yıl emzirirler. Annelerin yiyeceklerini ve giyeceklerini örfe uygun biçimde hazırlamak çocuğun babasına aittir. Hiç bir benlik yaratılış kapasitesi dışında bir şeyle yükümlü tutulamaz. Anne çocuğu yüzünden, çocuğun babası da kendi çocuğu yüzünden zarara sokulmasın. Mirasçı için de aynı ilke uygulanır. Eğer anne-baba karşılıklı anlaşma ve danışma sonucu çocuğu sütten kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur. Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek isterseniz, örfe uygun olarak belirlediğiniz ücreti güzelce teslim etmek şartıyla, bunu yapmanızda bir günah yoktur. Allah´tan korkun ve bilin ki Allah, yapmakta olduklarınızı en iyi biçimde görmektedir.
 


تَرَاض
[HyperLink1] 4:29     تَرَاضٍ     terāDin     rızanızla yaptığınız
 
İsim  Tefâ’ul Kalıbı     İsim Fiil  Eril    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَأْكُلُوا أَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ إِلَّا أَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ ۚ وَلَا تَقْتُلُوا أَنْفُسَكُمْ ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِكُمْ رَحِيمًا

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ te’kulû emvâlekum beynekum bil bâtılı, illâ en tekûne ticâreten an terâdın minkum, ve lâ taktulû enfusekum, innallâhe kâne bikum rahîmâ(rahîmen).

Ey inananlar! Mallarınızı aranızda bâtıl bir yolla/tutarsız bahanelerle yemeyin. Kendi hoşnutluğunuzla gerçekleşmiş bir ticaret olursa başka. Kendi canlarınıza kıymayın/intihar etmeyin. Hiç kuşkusuz, Allah, size karşı çok merhametlidir.
 


تَرَٰضَ
[HyperLink1] 2:232     تَرَاضَوْا     terāDev     anlaştıkları
 
Fiil  Tefâ’ul Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ فَلَا تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ إِذَا تَرَاضَوْا بَيْنَهُمْ بِالْمَعْرُوفِ ۗ ذَٰلِكَ يُوعَظُ بِهِ مَنْ كَانَ مِنْكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ۗ ذَٰلِكُمْ أَزْكَىٰ لَكُمْ وَأَطْهَرُ ۗ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

Ve izâ tallaktumun nisâe fe belagne ecelehunne fe lâ ta’dulûhunne en yenkıhne ezvâcehunne izâ terâdav beynehum bil ma’rûf(ma’rûfi), zâlike yûazu bihî men kâne minkum yu’minu billâhi vel yevmil âhır(âhıri), zâlikum ezkâ lekum ve ather(atheru), vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne).

Kadınları boşadığınız zaman bekleme sürelerini tamamladıklarında, kendi aralarında örfe uygun olarak anlaşmışlarsa eski kocalarıyla nikahlanmaları hususunda onlara engel çıkarmayın. Bu, sizin Allah´a ve âhıret gününe inanmış olanınıza verilen öğüttür. Bu sizin için daha isabetli ve daha temizdir, Allah bilir ama siz bilmezsiniz.
 


تَرَٰضَ
[HyperLink1] 4:24     تَرَاضَيْتُمْ     terāDeytum     karşılıklı anlaşmanız
 
Fiil  Tefâ’ul Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَالْمُحْصَنَاتُ مِنَ النِّسَاءِ إِلَّا مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ ۖ كِتَابَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ ۚ وَأُحِلَّ لَكُمْ مَا وَرَاءَ ذَٰلِكُمْ أَنْ تَبْتَغُوا بِأَمْوَالِكُمْ مُحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ ۚ فَمَا اسْتَمْتَعْتُمْ بِهِ مِنْهُنَّ فَآتُوهُنَّ أُجُورَهُنَّ فَرِيضَةً ۚ وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ فِيمَا تَرَاضَيْتُمْ بِهِ مِنْ بَعْدِ الْفَرِيضَةِ ۚ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيمًا حَكِيمًا

Vel muhsanâtu minen nisâi illâ mâ meleket eymânukum, kitâbellâhi aleykum, ve uhille lekum mâ verâe zâlikum en tebtegû bi emvâlikum muhsinîne gayre musâfihîn(musâfihîne), fe mestemta’tum bihî minhunne fe âtûhunne ucûrehunne ferîdah(ferîdaten) ve lâ cunâha aleykum fîmâ terâdaytum bihî min ba’dil ferîdah(ferîdati) innallâhe kâne alîmen hakîmâ(hakîmen).

Harpte elinize geçmiş kadınlar hariç olmak üzere, nikâhlı kadınlarla evlenmeniz de haram kılınmıştır. Bu, üzerinize Allah´ın yazdığıdır. Bunlar dışındakileri, mallarınızı vererek almanız; şunu bunu dost tutmayarak iffetli yaşamanız, zina etmemeniz şartıyla size helal kılınmıştır. Kendilerinden nimetlendiğiniz kadınların mehirlerini onlara bir hak olarak verin. Mehir kesişmeden sonra karşılıklı hoşnutluğa bağlı hallerde üzerinize günah yoktur. Allah, her şeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir.
 


رَاضِيَة
[HyperLink1] 69:21     رَاضِيَةٍ     rāDiyetin     memmun eden
 
Sıfat    Etken     Dişil    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ

Fe huve fî îşetin râdıyeh(râdıyetin).

Artık o, hoşnutluk veren bir yaşayış içindedir.
 


رَاضِيَة
[HyperLink1] 101:7     رَاضِيَةٍ     rāDiyetin     memmun edici
 
Sıfat    Etken     Dişil    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ

Fe huve fî îşetin râdiyeh(râdiyetin).

Evet o kişi, hoşnutluk verici bir yaşayış içindedir.
 


رَاضِيَة
[HyperLink1] 88:9     رَاضِيَةٌ     rāDiyetun     memnun
 
İsim    Etken     Dişil    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

لِسَعْيِهَا رَاضِيَةٌ

Li sa’yihâ râdiyeh(râdiyetun).

Emek ve gayreti yüzünden hoşnuttur.
 


رَاضِيَة
[HyperLink1] 89:28     رَاضِيَةً     rāDiyeten     razı olarak
 
İsim    Etken     Dişil    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

ارْجِعِي إِلَىٰ رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً

İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).

Dön Rabbine, razı etmiş ve razı edilmiş olarak!
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 2:120     تَرْضَىٰ     terDā     razı
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَنْ تَرْضَىٰ عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارَىٰ حَتَّىٰ تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ ۗ قُلْ إِنَّ هُدَى اللَّهِ هُوَ الْهُدَىٰ ۗ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءَهُمْ بَعْدَ الَّذِي جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ ۙ مَا لَكَ مِنَ اللَّهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَصِيرٍ

Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).

Sen onların öz milletlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da senden asla hoşnut olmazlar. De ki: "Allah´ın kılavuzluğu erdirici kılavuzluğun ta kendisidir." İlimden sana ulaşan nasipten sonra bunların boş ve iğreti arzularına uyarsan, Allah katından ne bir Velî´n olur ne de bir yardımcın.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 2:144     تَرْضَاهَا     terDāhā     hoşlanacağın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قَدْ نَرَىٰ تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاءِ ۖ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا ۚ فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ ۚ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ ۗ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ

Kad nerâ tekallube vechike fîs semâi, fe le nuvelliyenneke kıbleten terdâhâ, fe velli vecheke şatral mescidil harâm(harâmi), ve haysu mâ kuntum fe vellû vucûhekum şatrah(şatrahu), ve innellezîne ûtûl kitâbe le ya’lemûne ennehul hakku min rabbihim ve mâllâhu bi gâfilin ammâ ya’melûn(ya’melûne).

Biz senin, yüzünün ha bire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i Haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 2:282     تَرْضَوْنَ     terDevne     razı olduğunuz
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا تَدَايَنْتُمْ بِدَيْنٍ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى فَاكْتُبُوهُ ۚ وَلْيَكْتُبْ بَيْنَكُمْ كَاتِبٌ بِالْعَدْلِ ۚ وَلَا يَأْبَ كَاتِبٌ أَنْ يَكْتُبَ كَمَا عَلَّمَهُ اللَّهُ ۚ فَلْيَكْتُبْ وَلْيُمْلِلِ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ وَلْيَتَّقِ اللَّهَ رَبَّهُ وَلَا يَبْخَسْ مِنْهُ شَيْئًا ۚ فَإِنْ كَانَ الَّذِي عَلَيْهِ الْحَقُّ سَفِيهًا أَوْ ضَعِيفًا أَوْ لَا يَسْتَطِيعُ أَنْ يُمِلَّ هُوَ فَلْيُمْلِلْ وَلِيُّهُ بِالْعَدْلِ ۚ وَاسْتَشْهِدُوا شَهِيدَيْنِ مِنْ رِجَالِكُمْ ۖ فَإِنْ لَمْ يَكُونَا رَجُلَيْنِ فَرَجُلٌ وَامْرَأَتَانِ مِمَّنْ تَرْضَوْنَ مِنَ الشُّهَدَاءِ أَنْ تَضِلَّ إِحْدَاهُمَا فَتُذَكِّرَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرَىٰ ۚ وَلَا يَأْبَ الشُّهَدَاءُ إِذَا مَا دُعُوا ۚ وَلَا تَسْأَمُوا أَنْ تَكْتُبُوهُ صَغِيرًا أَوْ كَبِيرًا إِلَىٰ أَجَلِهِ ۚ ذَٰلِكُمْ أَقْسَطُ عِنْدَ اللَّهِ وَأَقْوَمُ لِلشَّهَادَةِ وَأَدْنَىٰ أَلَّا تَرْتَابُوا ۖ إِلَّا أَنْ تَكُونَ تِجَارَةً حَاضِرَةً تُدِيرُونَهَا بَيْنَكُمْ فَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَلَّا تَكْتُبُوهَا ۗ وَأَشْهِدُوا إِذَا تَبَايَعْتُمْ ۚ وَلَا يُضَارَّ كَاتِبٌ وَلَا شَهِيدٌ ۚ وَإِنْ تَفْعَلُوا فَإِنَّهُ فُسُوقٌ بِكُمْ ۗ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۖ وَيُعَلِّمُكُمُ اللَّهُ ۗ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

Yâ eyyuhellezîne âmenû izâ tedâyentum bi deynin ilâ ecelin musemmen fektubûh(fektubûhu), velyektub beynekum kâtibun bil adl(adli), ve lâ ye’be kâtibun en yektube kemâ allemehullâhu felyektub, velyumlilillezî aleyhil hakku velyettekıllâhe rabbehû ve lâ yebhas minhu şey’â(şey’en), fe in kânellezî aleyhil hakku sefîhan ev daîfen ev lâ yestatîu en yumille huve felyumlil veliyyuhu bil adl(adli), vesteşhidû şehîdeyni min ricâlikum, fe in lem yekûnâ raculeyni fe raculun vemraetâni mimmen terdavne mineş şuhedâi en tedılle ıhdâhumâ fe tuzekkire ıhdâhumâl uhrâ ve lâ ye’beş şuhedâu izâ mâ duû, ve lâ tes’emû en tektubûhu sagîran ev kebîran ilâ ecelih(ecelihî), zâlikum aksatu indallâhi ve akvemu liş şehâdeti ve ednâ ellâ tertâbû illâ en tekûne ticâreten hâdıraten tudîrûnehâ beynekum fe leyse aleykum cunâhun ellâ tektubûhâ ve eşhidû izâ tebâya’tum, ve lâ yudârra kâtibun ve lâ şehîd(şehîdun), ve in tef’alû fe innehu fusûkun bikum, vettekûllâh(vettekûllâhe), ve yuallimukumullâh(yuallimukumullâhu), vallâhu bi kulli şey’in alîm(alîmun).

Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah´ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabb´inden korksun da borcundan hiç bir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf, çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu, kadınlardan biri şaşırırsa / unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar. Küçük veya büyük, borcu, süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah katında adalete daha yakın, tanıklık için daha sağlam, kuşkuya düşmemeniz için daha elverişlidir. Ancak aranızda döndürüp durduğunuz tamamen peşin bir ticaret söz konusu ise onu yazmamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Karşılıklı alışveriş yaptığınızda da tanık bulundurun. Yazıcıya da tanığa da zarar verilmesin. Böyle bir şey yaparsanız bu, kendinize kötülük olur. Allah´tan korkun. Allah size öğretiyor. Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 4:108     يَرْضَىٰ     yerDā     (O’nun) istemediği
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَسْتَخْفُونَ مِنَ النَّاسِ وَلَا يَسْتَخْفُونَ مِنَ اللَّهِ وَهُوَ مَعَهُمْ إِذْ يُبَيِّتُونَ مَا لَا يَرْضَىٰ مِنَ الْقَوْلِ ۚ وَكَانَ اللَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطًا

Yestahfûne minen nâsi ve lâ yestahfûne minallâhi ve huve meahum iz yubeyyitûne mâ lâ yerdâ minel kavl(kavli) ve kânallâhu bi mâ ya’melûne muhîtâ(muhîtan).

İnsanlardan gizleniyorlar/gizliyorlar da Allah´tan gizlenmiyorlar/gizlemiyorlar. Oysaki O, O´nun hoşlanmadığı sözü gece boyu sarfederlerken onlarla beraberdir. Allah, onların yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatmıştır.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 5:3     وَرَضِيتُ     ve raDītu     ve razı oldum
 
Fiil         1. şahıs, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللَّهِ بِهِ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّطِيحَةُ وَمَا أَكَلَ السَّبُعُ إِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَأَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْأَزْلَامِ ۚ ذَٰلِكُمْ فِسْقٌ ۗ الْيَوْمَ يَئِسَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ دِينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِ ۚ الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الْإِسْلَامَ دِينًا ۚ فَمَنِ اضْطُرَّ فِي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِإِثْمٍ ۙ فَإِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Hurrimet aleykumul meytetu veddemu ve lahmul hınzîri ve mâ uhılle li gayrillâhi bihî vel munhanikatu vel mevkûzetu vel mutereddiyetu ven natîhatu ve mâ ekeles sebuu illâ mâ zekkeytum ve mâ zubiha alen nusubi ve en testaksimû bil ezlâm(ezlâmi), zâlikum fisk(fiskun), elyevme yeisellezîne keferû min dînikum fe lâ tahşevhum vahşevn(vahşevni) el yevme ekmeltu lekum dînekum ve etmemtu aleykum ni’metî ve radîtu lekumul islâme dînâ(dînen) fe menidturra fî mahmasatin gayra mutecânifin li ismin fe innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).

Şunlar size haram kılınmıştır: Boğazlanmayarak ölmüş hayvanın eti, kan, domuz eti, üzerine Allah´tan başkasının adı anılmış, boğulmuş, vurulmuş, yuvarlanmış, süsülmüş, canı üzerineyken yetişip kestikleriniz müstesna olmak üzere canavar tarafından yırtılmış ve dikili adak taşları üzerinde boğazlanmış hayvanlar ve bir de fal oklarıyla kısmet paylaşmanız... Bütün bunlar birer sapıştır. Küfre batmış olanlar bugün dininizden ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam´ı/Allah´a teslim olmayı seçtim. Şu da var ki, her kim ciddi bir açlıkla yüz yüze gelir de günaha kaçmak maksadı olmaksızın onlardan yemek zorunda kalırsa, elbette Allah Gafûr ve Rahîm´dir.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 5:119     رَضِيَ     raDiye     razı olmuştur
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

قَالَ اللَّهُ هَٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ ۚ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

Kâlellâhu hâzâ yevmu yenfeus sâdikîne sıdkuhum, lehum cennâtun tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden) radiyallâhu anhum ve radû anh(anhu) zâlikel fevzul azîm(azîmu).

Allah buyurdu: "Özü-sözü doğru olanlara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gün budur. Altlarından ırmaklar akan cennetler var onlar için. Sonsuza dek kalacaklardır orada." Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah´tan razı olmuşlardır. İşte budur büyük kurtuluş.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 5:119     وَرَضُوا     ve raDū     onlar da razı olmuşlardır
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

قَالَ اللَّهُ هَٰذَا يَوْمُ يَنْفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ ۚ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

Kâlellâhu hâzâ yevmu yenfeus sâdikîne sıdkuhum, lehum cennâtun tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden) radiyallâhu anhum ve radû anh(anhu) zâlikel fevzul azîm(azîmu).

Allah buyurdu: "Özü-sözü doğru olanlara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gün budur. Altlarından ırmaklar akan cennetler var onlar için. Sonsuza dek kalacaklardır orada." Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah´tan razı olmuşlardır. İşte budur büyük kurtuluş.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 6:113     وَلِيَرْضَوْهُ     veliyerDevhu     ve ondan hoşlansınlar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلِتَصْغَىٰ إِلَيْهِ أَفْئِدَةُ الَّذِينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْآخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ

Ve li tesgâ ileyhi ef’idetullezîne lâ yu’minûne bil âhıreti ve li yerdavhu ve li yakterifû mâ hum mukterifûn(mukterifûne).

Ki âhirete inanmayanların gönülleri ona ısınsın, ondan hoşlansınlar, elde ettikleri şeylere sahip olmaya devam etsinler.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:24     تَرْضَوْنَهَا     terDevnehā     hoşlandığınız
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّىٰ يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ ۗ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ

Kul in kâne âbâukum ve ebnâukum ve ıhvânukum ve ezvâcukum ve aşîretukum ve emvâlunıktereftumûhâ ve ticâretun tahşevne kesâdehâ ve mesâkinu terdavnehâ ehabbe ileykum minallâhi ve resûlihî ve cihâdin fî sebîlihî fe terabbesû hattâ ye´ tiyallâhu bi emrih(emrihî), vallâhu lâ yehdîl kavmel fasikîn(fasikîne).

De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz/menfaat çevreniz, elde ettiğiniz mallar, kesadından korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden konutlar sizin için Allah´tan, resulünden ve Allah yolunda cihattan daha sevimli ise artık Allah, emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, yoldan ayrılmış bir topluluğu doğruya ve güzele kılavuzlamaz."
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:38     أَرَضِيتُمْ     eraDītum     razı mı oldunuz?
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ ۚ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ ۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ

Yâ eyyuhellezîne âmenû mâ lekum izâ kîle lekumunfirû fî sebîlillâhissâkaltum ilel ard(ardi), e radîtum bil hayâtid dunyâ minel âhireh(âhireti), fe mâ metâul hayâtid dunyâ fîl âhireti illâ kalîl(kalîlun).

Ey iman sahipleri! Size ne oldu ki, "Allah yolunda seferber olun" denilince yere çakılıp kaldınız. Âhiretten vazgeçip iğreti hayata mı razı oldunuz? O iğeti hayatın nimeti âhiret yanında pek azdır.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:58     رَضُوا     raDū     hoşlanırlar
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَمِنْهُمْ مَنْ يَلْمِزُكَ فِي الصَّدَقَاتِ فَإِنْ أُعْطُوا مِنْهَا رَضُوا وَإِنْ لَمْ يُعْطَوْا مِنْهَا إِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ

Ve minhum men yelmizuke fis sadakât(sadakâti), fe in u’tû minhâ radû ve in lem yu’tav minhâ îzâ hum yeshatûn(yeshatûne).

İçlerinden bir kısmı da sadakalar konusunda sana laf dokundurur. Ondan kendilerine verilmişse memnun olurlar. Verilmemişse hemen öfkelenirler.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:59     رَضُوا     raDū     razı olsalardı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَوْ أَنَّهُمْ رَضُوا مَا آتَاهُمُ اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللَّهُ سَيُؤْتِينَا اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَرَسُولُهُ إِنَّا إِلَى اللَّهِ رَاغِبُونَ

Ve lev ennehum radû mâ âtâhumullâhu ve resûluhu ve kâlû hasbunâllâhu se yu’tinâllâhu min fadlihî ve resûluhû innâ ilâllâhi râgıbûn(râgıbûne).

Ne olurdu, bunlar, Allah ve resulünün kendilerine verdiklerine razı olsalardı da şöyle deselerdi: "Allah bize yeter. Allah bize lütfundan verecektir; resulü de. Zaten biz, gönlümüzü yalnız Allah´a bağlamışız."
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:83     رَضِيتُمْ     raDītum     razı olmuştunuz
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

فَإِنْ رَجَعَكَ اللَّهُ إِلَىٰ طَائِفَةٍ مِنْهُمْ فَاسْتَأْذَنُوكَ لِلْخُرُوجِ فَقُلْ لَنْ تَخْرُجُوا مَعِيَ أَبَدًا وَلَنْ تُقَاتِلُوا مَعِيَ عَدُوًّا ۖ إِنَّكُمْ رَضِيتُمْ بِالْقُعُودِ أَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِفِينَ

Fe in receakallâhu ilâ tâifetin minhum feste’zenûke lil hurûci fe kul len tahrucû maiye ebeden ve len tukâtilû maiye aduvv(aduvven), innekumradîtum bil ku’ûdi evvele merretin fak’udû meal hâlifîn(hâlifîne).

Bundan böyle Allah, seni onlardan bir zümrenin yanına döndürür de savaşa çıkmak için senden izin isterlerse şöyle söyle: "Benimle birlikte ebediyen çıkmayacaksınız, benimle birlikte herhangi bir düşmanla savaşmayacaksınız. İlk defasında oturup kalmayı yeğlemiştiniz. O halde geri kalanlarla birlikte oturadurun."
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:87     رَضُوا     raDū     razı oldular
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

رَضُوا بِأَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطُبِعَ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَفْقَهُونَ

Radû bi en yekûnû meal havâlifi ve tubia alâ kulûbihim fe hum lâ yefkahûn(yefkahûne).

Geride kalan kadınlarla beraber olmayı yeğlediler. Kalpleri üzerine mühür basılmıştır. Artık anlayıp kavrayamazlar.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:93     رَضُوا     raDū     onlar razı oldular
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

إِنَّمَا السَّبِيلُ عَلَى الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ وَهُمْ أَغْنِيَاءُ ۚ رَضُوا بِأَنْ يَكُونُوا مَعَ الْخَوَالِفِ وَطَبَعَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

İnnemes sebîlu alellezîne yeste´zinûneke ve hum agniyâ’(agniyâu), radû bi en yekûnû meal havalifi ve tabeallâhu alâ kulûbihim fe hum lâ ya´lemûn(ya´lemûne).

Ancak şu kimseler aleyhine yol vardır: Zengin oldukları halde senden izin isterler. Arkada kalan kadınlarla beraber oturmaya razı olmuştur bunlar. Ve Allah, kalplerine mühür basmıştır, artık bilemezler.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:96     يَرْضَىٰ     yerDā     razı olmaz
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ ۖ فَإِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَرْضَىٰ عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ

Yahlifûne lekum li terdav anhum, fe in terdav anhum fe innallâhe lâ yerdâ anil kavmil fâsikîn(fâsikîne).

Kendilerinden hoşnut olasınız diye karşınızda yemin ediyorlar. Siz onlardan razı olsanız da Allah, yoldan sapmış bir topluluktan razı olmaz.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:96     لِتَرْضَوْا     literDev     razı olmanız için
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ ۖ فَإِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَرْضَىٰ عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ

Yahlifûne lekum li terdav anhum, fe in terdav anhum fe innallâhe lâ yerdâ anil kavmil fâsikîn(fâsikîne).

Kendilerinden hoşnut olasınız diye karşınızda yemin ediyorlar. Siz onlardan razı olsanız da Allah, yoldan sapmış bir topluluktan razı olmaz.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:96     تَرْضَوْا     terDev     siz razı olsanız bile
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ ۖ فَإِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَرْضَىٰ عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ

Yahlifûne lekum li terdav anhum, fe in terdav anhum fe innallâhe lâ yerdâ anil kavmil fâsikîn(fâsikîne).

Kendilerinden hoşnut olasınız diye karşınızda yemin ediyorlar. Siz onlardan razı olsanız da Allah, yoldan sapmış bir topluluktan razı olmaz.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:100     وَرَضُوا     ve raDū     onlar da razı olmuşlardır
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَالسَّابِقُونَ الْأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

Muhacirlerden ve Ensar´dan ilklerle, güzel düşünüp güzel davranmada onları izleyenler var ya, Allah onlardan razı olmuştur; onlar da O´ndan razıdırlar. Onlara altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Sonsuza dek hep orada kalacaklardır. Büyük kurtuluş işte budur!
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 9:100     رَضِيَ     raDiye     razı olmuştur
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَالسَّابِقُونَ الْأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

Muhacirlerden ve Ensar´dan ilklerle, güzel düşünüp güzel davranmada onları izleyenler var ya, Allah onlardan razı olmuştur; onlar da O´ndan razıdırlar. Onlara altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Sonsuza dek hep orada kalacaklardır. Büyük kurtuluş işte budur!
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 10:7     وَرَضُوا     ve raDū     ve razı olan(lar)
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

إِنَّ الَّذِينَ لَا يَرْجُونَ لِقَاءَنَا وَرَضُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَاطْمَأَنُّوا بِهَا وَالَّذِينَ هُمْ عَنْ آيَاتِنَا غَافِلُونَ

İnnellezîne lâ yercûne likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme´ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ gâfilûn(gâfilûne).

Şu bir gerçek ki, bize kavuşmayı ummayanlar, iğreti hayatla tatmin bulup onunla rahatlayanlar ve ayetlerimizden uzaklaşıp gaflete dalanlar,
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 20:84     لِتَرْضَىٰ     literDā     razı olman için
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قَالَ هُمْ أُولَاءِ عَلَىٰ أَثَرِي وَعَجِلْتُ إِلَيْكَ رَبِّ لِتَرْضَىٰ

Kâle hum ulâi alâ eserî ve aciltu ileyke rabbi li terdâ.

Dedi: "Onlar, benim eserim üzerindeler. Ben sana gelmede acele davrandım ki, benden hoşnut olasın, ey Rabbim!"
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 20:109     وَرَضِيَ     ve raDiye     ve hoşlandığı
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

يَوْمَئِذٍ لَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ إِلَّا مَنْ أَذِنَ لَهُ الرَّحْمَٰنُ وَرَضِيَ لَهُ قَوْلًا

Yevme izin lâ tenfauş şefâatu illâ men ezine lehur rahmânu ve radıye lehu kavlâ(kavlen).

O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman´ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna...
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 20:130     تَرْضَىٰ     terDā     hoşnut olursun
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

فَاصْبِرْ عَلَىٰ مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا ۖ وَمِنْ آنَاءِ اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ لَعَلَّكَ تَرْضَىٰ

Fasbir alâ mâ yekûlûne ve sebbih bi hamdi rabbike kable tulûış şemsi ve kable gurûbihâ, ve min ânâil leyli fe sebbih ve etrâfen nehâri lealleke terdâ.

Artık, onların söylediklerine sabret; Güneş´in doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini överek tespih et! Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tespih et ki, hoşnutluğa erebilesin.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 22:59     يَرْضَوْنَهُ     yerDevnehu     razı olacakları
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَيُدْخِلَنَّهُمْ مُدْخَلًا يَرْضَوْنَهُ ۗ وَإِنَّ اللَّهَ لَعَلِيمٌ حَلِيمٌ

Le yudhılennehum mudhalen yerdavneh(yerdavnehu), ve innallâhe le alîmun halîm(halîmun).

Onları, razı olacakları bir yere elbette sokacaktır. Allah elbette ki, Alîm´dir, Halîm´dir.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 27:19     تَرْضَاهُ     terDāhu     senin beğeneceğin
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَىٰ وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَدْخِلْنِي بِرَحْمَتِكَ فِي عِبَادِكَ الصَّالِحِينَ

Fe tebesseme dâhıken min kavlihâ ve kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele salihan terdâhu ve edhılnî bi rahmetike fî ibâdikes sâlihîn(sâlihîne).

Bunun üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve dedi: "Rabbim, bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven kullarının arasına sok."
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 33:51     وَيَرْضَيْنَ     ve yerDeyne     ve razı olmalarına
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

تُرْجِي مَنْ تَشَاءُ مِنْهُنَّ وَتُؤْوِي إِلَيْكَ مَنْ تَشَاءُ ۖ وَمَنِ ابْتَغَيْتَ مِمَّنْ عَزَلْتَ فَلَا جُنَاحَ عَلَيْكَ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَنْ تَقَرَّ أَعْيُنُهُنَّ وَلَا يَحْزَنَّ وَيَرْضَيْنَ بِمَا آتَيْتَهُنَّ كُلُّهُنَّ ۚ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا فِي قُلُوبِكُمْ ۚ وَكَانَ اللَّهُ عَلِيمًا حَلِيمًا

Turcî men teşâu minhunne ve tu’vî ileyke men teşâu, ve menibtegayte mimmen azelte fe lâ cunâha aleyk(aleyke), zâlike ednâ en tekarre a’yunuhunne ve lâ yahzenne ve yerdayne bimâ âteytehunne kulluhunn(kulluhunne), vallâhu ya’lemu mâ fî kulûbikum ve kânallâhu alîmen halîmâ.

Onlardan dilediğini geriye bırakırsın, dilediğini yanına alırsın. Bir süre için uzaklaştığın hanımlarından dilediğini yanına almanda bir sakınca yoktur. Onların gözlerinin aydınlanmasında, tasalanmalarında ve kendilerine verdiğinle hepsinin hoşnut olmasında bu daha uygun bir yoldur. Allah sizin kalplerinizde olanı bilir. Allah Alîm´dir, Halîm´dir.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 39:7     يَرْضَهُ     yerDehu     ona razı olur
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

إِنْ تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ ۖ وَلَا يَرْضَىٰ لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ ۖ وَإِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ ۗ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ ۗ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ۚ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufr(kufra), ve in teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne), innehû alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).

Eğer nankörlüğe saparsanız şu bir gerçek ki, Allah size muhtaç olmayacak bir Gani´dir. O, kulları için inkar ve nankörlüğe razı olmaz. Eğer şükrederseniz bunu sizin için rızasına uygun bulur. Hiçbir günahkar bir başkasının günahını yüklenmez. Sonunda dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, işlemiş olduklarınızı haber verecektir. O, göğüslerin saklamakta olduklarını çok iyi bilir.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 39:7     يَرْضَىٰ     yerDā     razı olmaz
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

إِنْ تَكْفُرُوا فَإِنَّ اللَّهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ ۖ وَلَا يَرْضَىٰ لِعِبَادِهِ الْكُفْرَ ۖ وَإِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ لَكُمْ ۗ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَىٰ ۗ ثُمَّ إِلَىٰ رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ۚ إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

İn tekfurû fe innallâhe ganiyyun ankum, ve lâ yerdâ li ıbâdihil kufr(kufra), ve in teşkurû yerdahu lekum, ve lâ teziru vâziretun vizra uhrâ, summe ilâ rabbikum merciukum fe yunebbiukum bimâ kuntum ta’melûn(ta’melûne), innehû alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).

Eğer nankörlüğe saparsanız şu bir gerçek ki, Allah size muhtaç olmayacak bir Gani´dir. O, kulları için inkar ve nankörlüğe razı olmaz. Eğer şükrederseniz bunu sizin için rızasına uygun bulur. Hiçbir günahkar bir başkasının günahını yüklenmez. Sonunda dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, işlemiş olduklarınızı haber verecektir. O, göğüslerin saklamakta olduklarını çok iyi bilir.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 46:15     تَرْضَاهُ     terDāhu     razı olacağın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَوَصَّيْنَا الْإِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ إِحْسَانًا ۖ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ كُرْهًا وَوَضَعَتْهُ كُرْهًا ۖ وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا ۚ حَتَّىٰ إِذَا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَبَلَغَ أَرْبَعِينَ سَنَةً قَالَ رَبِّ أَوْزِعْنِي أَنْ أَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّتِي أَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلَىٰ وَالِدَيَّ وَأَنْ أَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضَاهُ وَأَصْلِحْ لِي فِي ذُرِّيَّتِي ۖ إِنِّي تُبْتُ إِلَيْكَ وَإِنِّي مِنَ الْمُسْلِمِينَ

Ve vassaynel insâne bi vâlideyhi ihsânâ(ihsânen), hamelethu ummuhu kurhen ve vadaathu kurhâ(kurhan), ve hamluhu ve fisâluhu selâsûne şehrâ(şehren), hattâ izâ belega eşuddehu ve belega erbaîne seneten kâle rabbi evzı’nî en eşkure ni’metekelletî en’amte aleyye ve alâ vâlideyye ve en a’mele sâlihan terdâhu ve aslıh lî fî zurriyyetî, innî tubtu ileyke ve innî minel muslimîn(muslimîne).

Biz insana, anne babasına çok iyi davranmasını önerdik. Annesi onu zahmetle taşıdı, zahmetle doğurdu. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır. Nihayet, yiğitlik çağına gelip kırk yıla erdiğinde şöyle der: "Rabbim; beni, bana ve ebeveynime verdiğin nimete şükretmeye, hoşnut olacağın iyi bir iş yapmaya yönelt! Soyum içinde, benim için barışı gerçekleştir. Sana yöneldim ben, sana teslim olanlardanım ben!"
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 48:18     رَضِيَ     raDiye     razı olmuştur
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ فَأَنْزَلَ السَّكِينَةَ عَلَيْهِمْ وَأَثَابَهُمْ فَتْحًا قَرِيبًا

Lekad radiyallâhu anil mu’minîne iz yubâyiûneke tahteş şecereti fe alime mâ fî kulûbihim fe enzeles sekînete aleyhim ve esâbehum fethan karîbâ(karîben).

Yemin olsun, Allah müminlerden, o ağacın altında sana bey´at ettikleri sırada hoşnut olmuştur. Onların gönüllerindekini bilmiş, üzerlerine huzur ve sükûn indirmiş ve kendilerine yakın bir fetih nasip etmiştir.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 53:26     وَيَرْضَىٰ     ve yerDā     ve razı olduğu
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَكَمْ مِنْ مَلَكٍ فِي السَّمَاوَاتِ لَا تُغْنِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا إِلَّا مِنْ بَعْدِ أَنْ يَأْذَنَ اللَّهُ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَرْضَىٰ

Ve kem min melekin fîs semâvâti lâ tugnî şefâatuhum şey’en illâ min ba’di en ye’zenallâhu limen yeşâu ve yerdâ.

Göklerde nice melekler var ki, şefaatler hiçbir işe yaramaz. Allah´ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 58:22     رَضِيَ     raDiye     razı olmuştur
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ ۚ أُولَٰئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ ۖ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ أُولَٰئِكَ حِزْبُ اللَّهِ ۚ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah´a ve âhiret gününe inanan bir topluluğun, Allah´a ve resulüne karşı çıkanlarla sevgiye dayalı bir dostluk kurduğunu göremezsin. Bunlar onların ister babaları olsun, ister çocukları olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendisinden bir ruhla desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; sürekli kalacaklardır orada. Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da Allah´tan hoşnut olmuşlardır. Allah´ın hizbi işte bunlardır. Dikkat edin, Allah´ın hizbi, başarıya ulaşanların ta kendileridir!
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 58:22     وَرَضُوا     ve raDū     onlar da razı olmuşlardır
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءَهُمْ أَوْ أَبْنَاءَهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ ۚ أُولَٰئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُ ۖ وَيُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا ۚ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ أُولَٰئِكَ حِزْبُ اللَّهِ ۚ أَلَا إِنَّ حِزْبَ اللَّهِ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).

Allah´a ve âhiret gününe inanan bir topluluğun, Allah´a ve resulüne karşı çıkanlarla sevgiye dayalı bir dostluk kurduğunu göremezsin. Bunlar onların ister babaları olsun, ister çocukları olsun, ister kardeşleri olsun, ister akrabaları olsun. Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendisinden bir ruhla desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır; sürekli kalacaklardır orada. Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da Allah´tan hoşnut olmuşlardır. Allah´ın hizbi işte bunlardır. Dikkat edin, Allah´ın hizbi, başarıya ulaşanların ta kendileridir!
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 92:21     يَرْضَىٰ     yerDā     razı olacaktır
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَسَوْفَ يَرْضَىٰ

Ve le sevfe yerdâ.

Yakında mutlaka hoşnut olacaktır.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 93:5     فَتَرْضَىٰ     feterDā     ve sen razı olacaksın
 
Fiil         2. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَلَسَوْفَ يُعْطِيكَ رَبُّكَ فَتَرْضَىٰ

Ve le sevfe yu’tîke rabbuke fe terdâ.

Rabbin sana verecek de sen hoşnut olacaksın!
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 98:8     رَضِيَ     raDiye     razı olmuştur
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

جَزَاؤُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ ذَٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ

Cezâuhum inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), zâlike li men haşiye rabbeh(rabbehu).

Onların, Rableri katındaki ödülleri, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri/sürekli yeşilliklerdeki temizlik/bereketli bahçelerdir. Sonsuza dek kalacaklardır orada. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O´ndan razı olmuşlardır. İşte bu, içi ürpererek Rabbine saygı duyan kişi içindir.
 


رَّضِىَ
[HyperLink1] 98:8     وَرَضُوا     ve raDū     onlar da razı olmuşlardır
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

جَزَاؤُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ ذَٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ

Cezâuhum inde rabbihim cennâtu adnin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), zâlike li men haşiye rabbeh(rabbehu).

Onların, Rableri katındaki ödülleri, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri/sürekli yeşilliklerdeki temizlik/bereketli bahçelerdir. Sonsuza dek kalacaklardır orada. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O´ndan razı olmuşlardır. İşte bu, içi ürpererek Rabbine saygı duyan kişi içindir.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 3:15     وَرِضْوَانٌ     ve riDvānun     ve rızası
 
İsim         Eril    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

قُلْ أَؤُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَٰلِكُمْ ۚ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

Kul e unebbiukum bi hayrın min zâlikum, lillezînettekav inde rabbihim cennâtun tecrî min tahtıhel enhâru hâlidîne fîhâ ve ezvâcun mutahharatun ve rıdvânun minallâh(minallâhi), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).

De ki: "Bu sayılanlardan daha iyisini size haber vereyim mi? Sakınıp korunanlar için, Rableri katında, altlarından nehirler akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah´tan bir hoşnutluk olacaktır. Allah, kulları en iyi biçimde görmektedir."
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 3:162     رِضْوَانَ     riDvāne     rızasına
 
İsim         Eril    Mansûb İsim    
    

أَفَمَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَ اللَّهِ كَمَنْ بَاءَ بِسَخَطٍ مِنَ اللَّهِ وَمَأْوَاهُ جَهَنَّمُ ۚ وَبِئْسَ الْمَصِيرُ

E femenittebea rıdvânallâhi ke men bâe bi sehatin minallâhi ve me’vâhu cehennem(cehennemu), ve bi’sel masîr(masîru).

Allah´ın hoşnutluğunu izleyen kişi, Allah´ın gazabına uğrayan ve barınağı cehennem olan kişiyle aynı mıdır? Ne kötü varış yeridir o!
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 3:174     رِضْوَانَ     riDvāne     rızasına
 
İsim         Eril    Mansûb İsim    
    

فَانْقَلَبُوا بِنِعْمَةٍ مِنَ اللَّهِ وَفَضْلٍ لَمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُوا رِضْوَانَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ

Fenkalebû bi ni’metin minallâhi ve fadlin lem yemseshum sûun, vettebeû rıdvânallâh(rıdvânallâhi), vallâhu zû fadlin azîm(azîmin).

Böyle olduğu içindir ki, Allah´tan bir nimet ve lütufla geri döndüler, hiçbir kötülük dokunmamıştı onlara. Allah´ın rızasını izlediler. Allah çok büyük bir lütfun sahibidir.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 5:2     وَرِضْوَانًا     ve riDvānen     ve rızasını
 
İsim         Eril    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَائِرَ اللَّهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَائِدَ وَلَا آمِّينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًا ۚ وَإِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُوا ۚ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ أَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ أَنْ تَعْتَدُوا ۘ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَىٰ ۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۖ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tuhıllû şe’âirallâhi veleş şehral harâme ve lâl hedye ve lâl kalâide ve lâ ammînel beytel harâme yebtegûne fadlan min rabbihim ve rıdvânâ(rıdvânen) ve izâ haleltum fastâdû ve lâ yecrimennekum şeneânu kavmin en saddûkum anil mescidil harâmi en ta’tedû, ve teâvenû alel birri vet takva ve lâ teâvenû alel ismi vel udvâni vettekullâh(vettekullâhe) innallâhe şedîdul ıkâb(ıkâbi).

Ey iman edenler! Allah´ın ibadet, iyilik ve güzellik alâmeti kıldığı şeylere, çarpışmanın yasak olduğu haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklara, Rablerinden bir lütuf ve rıza niyaz ederek Mescid-i Haram´a gelmiş olanlara saygısızlık etmeyin! İhramdan çıktığınız vakit avlanın. Bir topluluğun, sizi Mescid-i Haram´dan uzak tutmak için sergilediği kötülük, sizi saldırganlık ve düşmanlığa sakın itmesin! Hayırda erginlik/dürüstlük ve takva üzere yardımlaşın! Kötülük/çirkinlik, düşmanlık/saldırganlık üzere yardımlaşmayın. Allah´tan sakının! Kuşkunuz olmasın ki, Allah´ın azabı çok şiddetlidir.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 5:16     رِضْوَانَهُ     riDvānehu     rızasına
 
İsim         Eril    Mansûb İsim    
    

يَهْدِي بِهِ اللَّهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ بِإِذْنِهِ وَيَهْدِيهِمْ إِلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ

Yehdî bihillâhu menittebea rıdvânehu subules selâmi ve yuhricuhum minez zulumâti ilen nûri bi iznihî ve yehdîhim ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).

Allah, rızasına uyanları o Kitap´la esenlik ve barış yollarına iletir ve onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp şaşmayan ve sapmayan dosdoğru yola kılavuzlar.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 9:21     وَرِضْوَانٍ     ve riDvānin     ve rızasıyla
 
İsim         Eril    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُمْ بِرَحْمَةٍ مِنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُقِيمٌ

Yubeşşiruhum rabbuhum bi rahmetin minhu ve rıdvânin ve cennâtin lehum fîhâ naîmun mukîm(mukîmun).

Rableri onlara kendisinden bir rahmet, bir hoşnutluk ve içinde ölümsüz nimetlerin bulunduğu cennetler müjdeliyor.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 9:72     وَرِضْوَانٌ     veriDvānun     ve razı olması
 
İsim         Eril    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

وَعَدَ اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ۚ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللَّهِ أَكْبَرُ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

Vaadallâhul mu’minîne vel mu’minâti cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ ve mesâkine tayyibeten fî cennâti adn(adnin), ve rıdvânun minallâhi ekber(ekberu), zâlike huvel fevzul azîm(azîmu).

Allah, mümin erkeklerle mümin kadınlara, altından ırmaklar akan cennetler vaat etmiştir. Sürekli kalacaklardır orada. Adn cennetlerinde de tertemiz barınaklar vaat etmiştir. Allah´ın bir hoşnutluğu ise hepsinden büyüktür. İşte budur o büyük başarı/o büyük kurtuluş.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 9:109     وَرِضْوَانٍ     ve riDvānin     ve rıza
 
İsim         Eril    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىٰ تَقْوَىٰ مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَمْ مَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىٰ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ ۗ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ

E fe men essese bunyânehu alâ takvâ minallâhi ve rıdvânin hayrun em men essese bunyânehu alâ şefâ curufin hârin fenhâre bihî fî nâri cehennem(cehenneme), vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn(zâlimîne).

Peki, binasını Allah´tan gelen bir sakınma duygusu ve hoşnutluk üzerine kuran mı hayırlıdır yoksa binasını sel artıklarının ucundaki yarın kenarına kurup da onunla birlikte cehenneme yuvarlanan mı? Allah, zalimler topluluğuna kılavuzluk etmez.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 47:28     رِضْوَانَهُ     riDvānehu     O’nu razı edecek şeylerden
 
İsim         Eril    Mansûb İsim    
    

ذَٰلِكَ بِأَنَّهُمُ اتَّبَعُوا مَا أَسْخَطَ اللَّهَ وَكَرِهُوا رِضْوَانَهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ

Zâlike bi ennehumuttebeû mâ eshatallâhe ve kerihû rıdvânehu fe ahbeta a’mâlehum.

Olacak olan budur! Çünkü onlar, Allah´ı öfkelendiren şeylerin peşine düştüler, O´nun hoşnutluğundan tiksindiler; sonunda Allah bütün amellerini boşa çıkardı.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 48:29     وَرِضْوَانًا     ve riDvānen     ve rızasını
 
İsim         Eril    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللَّهِ ۚ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاءُ بَيْنَهُمْ ۖ تَرَاهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا ۖ سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِمْ مِنْ أَثَرِ السُّجُودِ ۚ ذَٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ ۚ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنْجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَىٰ عَلَىٰ سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ ۗ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا

Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû eşiddâu alel kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrece şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum magfireten ve ecren azîmâ(azîmen).

Muhammed, Allah´ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok merhametlidirler. Sen onları rükû eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah´tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar. Görünüşlerine gelince, yüzlerinde secde eseri/izi vardır. Bu onların Tevrat´taki nitelikleri. İncil´deki nitelikleri de şöyle: Tıpkı bir ekin ki filizini çıkarmış, o filizi kuvvetlendirmiş. Filiz kalınlaştı, gövdesi üzerine dikildi. Ziraatçıları da imrendirir/hayran bırakır bu ekin. Allah böyle yapar ki, onlar sayesinde, inkâr edenleri öfkelendirsin. Allah onlardan iman edip hayra ve barışa yönelik işlen yapanlara bir bağışlanma ve büyük bir ödül vaat etmiştir.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 57:20     وَرِضْوَانٌ     ve riDvānun     ve rıza
 
İsim         Eril    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ ۖ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا ۖ وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ ۚ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

İ’lemû ennemel hayâtud dunyâ leibun ve lehvun ve zînetun ve tefâhurun beynekum ve tekâsurun fîl emvâli vel evlâd(evlâdi), ke meseli gaysin a’cebel kuffâre nebâtuhu summe yehîcu fe terâhu musferren summe yekûnu hutâmâ(hutâmen), ve fîl âhıreti azâbun şedîdun ve magfiretun minallâhi ve rıdvân(rıdvânun), ve mel hayâtud dunyâ illâ metâul gurûr(gurûri).

Bilin ki, şu iğreti dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden, bir süsten, aranızda bir övünmeden, mallarda ve evlatlarda çoğalma yarışından başka şey değildir. Bir yağmur misali ki, çıkardığı bitkiler çiftçilerin hoşuna gider. Ama biraz sonra o ot kurur, sapsarı kesildiğini görürsün. Nihayet bir ot ufantısı haline gelir. Âhirette şiddetli bir azap var, Allah´tan bir af ve hoşnutluk da var. Dünya hayatı bir aldanış/gurur aracından başka şey değildir.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 57:27     رِضْوَانِ     riDvāni     rızasını
 
İsim         Eril    Mecrûr İsim    
    

ثُمَّ قَفَّيْنَا عَلَىٰ آثَارِهِمْ بِرُسُلِنَا وَقَفَّيْنَا بِعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَآتَيْنَاهُ الْإِنْجِيلَ وَجَعَلْنَا فِي قُلُوبِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ رَأْفَةً وَرَحْمَةً وَرَهْبَانِيَّةً ابْتَدَعُوهَا مَا كَتَبْنَاهَا عَلَيْهِمْ إِلَّا ابْتِغَاءَ رِضْوَانِ اللَّهِ فَمَا رَعَوْهَا حَقَّ رِعَايَتِهَا ۖ فَآتَيْنَا الَّذِينَ آمَنُوا مِنْهُمْ أَجْرَهُمْ ۖ وَكَثِيرٌ مِنْهُمْ فَاسِقُونَ

Summe kaffeynâ alâ âsârihim bi rusulinâ ve kaffeynâ bi’îsebni meryeme ve âteynâhul incîle ve cealnâ fî kulûbillezînet tebeûhu re’feten ve rahmeh(rahmeten), ve rahbâniyyetenibtedeûhâ mâ ketebnâhâ aleyhim illebtigâe rıdvânillâhi fe mâ reavhâ hakka riâyetihâ, fe âteynellezîne âmenû minhum ecrehum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).

Sonra onların eserleri üzere, resullerimizi art arda gönderdik. Meryem´in oğlu İsa´yı da onların ardınca gönderdik. Ona İncil´i verdik; ona uyanların gönüllerine şefkat ve merhamet koyduk. Bir bid´at olarak ortaya çıkardıkları ruhbaniyeti, onlar üzerine biz yazmamıştık. Allah´ın rızasını kazanmak için ortaya çıkardılar. Ama ona gerektiği şekilde saygılı olmadılar. Onların, iman edenlerine ödüllerini verdik. Onlardan çoğu yoldan çıkmış olanlardır.
 


رِضْوَٰن
[HyperLink1] 59:8     وَرِضْوَانًا     ve riDvānen     ve rızasını
 
İsim         Eril    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ ۚ أُولَٰئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ

Lil fukarâil muhâcirînellezîne uhricû min diyârihim ve emvâlihim yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvânen ve yensurûnallâhe ve resûleh(resûlehu), ulâike humus sâdikûn(sâdikûne).

Sözü edilen o mallar, göçmen yoksullar içindir. Onlar ki, yurtlarından çıkarılıp mallarından yoksun bırakılmışlardır; Allah´tan bir lütuf ve bir hoşnutluk peşindedirler; Allah´a ve resulüne yardım ederler. İşte onlardır, özü sözü doğru olanlar.
 


رَضِيّ
[HyperLink1] 19:6     رَضِيًّا     raDiyyen     razı olduklarından
 
İsim         Eril, Tekil    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

يَرِثُنِي وَيَرِثُ مِنْ آلِ يَعْقُوبَ ۖ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِيًّا

Yerisunî ve yerisu min âli ya’kûbe vec’alhu rabbî radıyyâ(radıyyen).

Ki hem bana mirasçı olsun hem de Yakub hanedanına mirasçı olsun. Ve onu hoşnutluğunu kazanmış bir kul eyle, Rabbim."
 


مَرْضَات
[HyperLink1] 2:207     مَرْضَاتِ     merDāti     rızasını
 
İsim       İsim Fiil  Dişil, Tekil    Mecrûr İsim    
    

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ رَءُوفٌ بِالْعِبَادِ

Ve minen nâsi men yeşrî nefsehubtigâe mardâtillâh(mardâtillâhi), vallâhu raûfun bil ıbâd(ıbâdi).

İnsanlardan öylesi de vardır ki, benliğini Allah´ın hoşnutluğunu elde etmeye satar. Allah, kullarına karşı Raûf´tur, çok şefkatlidir.
 


مَرْضَات
[HyperLink1] 2:265     مَرْضَاتِ     merDāti     rızasını
 
İsim       İsim Fiil  Dişil, Tekil    Mecrûr İsim    
    

وَمَثَلُ الَّذِينَ يُنْفِقُونَ أَمْوَالَهُمُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ وَتَثْبِيتًا مِنْ أَنْفُسِهِمْ كَمَثَلِ جَنَّةٍ بِرَبْوَةٍ أَصَابَهَا وَابِلٌ فَآتَتْ أُكُلَهَا ضِعْفَيْنِ فَإِنْ لَمْ يُصِبْهَا وَابِلٌ فَطَلٌّ ۗ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

Ve meselullezîne yunfikûne emvâlehumubtigâe mardâtillâhi ve tesbîten min enfusihim ke meseli cennetin bi rabvetin esâbehâ vâbilun fe âtet ukulehâ dı’feyn(dı’feyni), fe in lem yusıbhâ vâbilun fe tall(tallun), vallâhu bimâ ta’melûne basîr(basîrun).

Allah´ın hoşnutluğunu kazanmak ve öz benliklerindekini kökleştirmek için infakta bulunanlara gelince, onların durumu kendisine bol yağmur isabet edip de ürününü iki kat veren bir bahçenin durumuna benzer. Böyle bir bahçeye bol yağmur düşmese de bir çisenti, bir nem bile yetişir. Allah, yapmakta olduklarınızı tam bir biçimde görmektedir.
 


مَرْضَات
[HyperLink1] 4:114     مَرْضَاتِ     merDāti     rızasını kazanmak
 
İsim       İsim Fiil  Dişil, Tekil    Mecrûr İsim    
    

لَا خَيْرَ فِي كَثِيرٍ مِنْ نَجْوَاهُمْ إِلَّا مَنْ أَمَرَ بِصَدَقَةٍ أَوْ مَعْرُوفٍ أَوْ إِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِ ۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذَٰلِكَ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ فَسَوْفَ نُؤْتِيهِ أَجْرًا عَظِيمًا

Lâ hayra fî kesîrin min necvâhum illâ men emere bi sadakatin ev ma’rûfin ev ıslâhın beynen nâs(nâsi) ve men yef’al zâlikebtigâe merdâtillâhi fe sevfe nu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).

Onların fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak, bir sadakaya, bir iyiliğe ve insanlar arasında bir barıştırmaya özendiren başka. Kim böyle bir şeyi Allah´ın hoşnutluğunu kazanmak niyetiyle yaparsa biz ona yakında çok büyük bir ödül vereceğiz.
 


مَرْضَات
[HyperLink1] 60:1     مَرْضَاتِي     merDātī     benim rızamı
 
İsim       İsim Fiil  Dişil, Tekil    Mecrûr İsim    
    

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاءَ تُلْقُونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءَكُمْ مِنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ ۙ أَنْ تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِنْ كُنْتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاءَ مَرْضَاتِي ۚ تُسِرُّونَ إِلَيْهِمْ بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنْتُمْ ۚ وَمَنْ يَفْعَلْهُ مِنْكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاءَ السَّبِيلِ

Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettehızû aduvvî ve aduvvekum evliyâe, tulkûne ileyhim bil meveddeti ve kad keferû bi mâ câekum minel hakk(hakkı), yuhricûner resûle ve iyyâkum en tû’minû billâhi rabbikum, in kuntum harectum cihâden fî sebîlî vebtigâe merdâtî tusirrûne ileyhim bil meveddeti ve ene a’lemu bi mâ ahfeytum ve mâ a’lentum, ve men yef’alhu minkum fe kad dalle sevâes sebîl(sebîli).

Ey iman sahipleri! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar yerine tutmayın! Onlar, size Hak´tan geleni inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah´a inandığınız için Peygamber´i ve sizi yurdunuzdan çıkardıkları halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz. Benim yolumda gayret sarf etmek, benim hoşnutluğumu kazanmak için seferber olduğunuz halde, içinizde onlara sevgi gizliyorsunuz. Sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da en iyi ben bilirim. Sizden kim bunu yaparsa denge yolundan sapmış olur.
 


مَرْضَات
[HyperLink1] 66:1     مَرْضَاتَ     merDāte     hatırını
 
İsim       İsim Fiil  Dişil, Tekil    Mansûb İsim    
    

بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ لِمَ تُحَرِّمُ مَا أَحَلَّ اللَّهُ لَكَ ۖ تَبْتَغِي مَرْضَاتَ أَزْوَاجِكَ ۚ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

Yâ eyyuhen nebiyyu lime tuharrimu mâ ehallallâhu lek(leke), tebtegî merdâte ezvâcik(ezvâcike), vallâhu gafûrun rahîm(rahîmun).

Ey Peygamber! Allah´ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafûr´dur, Rahîm´dir.
 


مَرْضِيّ
[HyperLink1] 19:55     مَرْضِيًّا     merDiyyen     beğenilmişlerden
 
İsim    Edilgen     Eril    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

وَكَانَ يَأْمُرُ أَهْلَهُ بِالصَّلَاةِ وَالزَّكَاةِ وَكَانَ عِنْدَ رَبِّهِ مَرْضِيًّا

Ve kâne ye’muru ehlehu bis salâti vez zekâti ve kâne inde rabbihî mardıyyâ(mardıyyen).

Ailesine namazı, zekâtı emrederdi. Rabbi katında hoşnutluk kazanmış bir kişiydi.
 


مَّرْضِيَّة
[HyperLink1] 89:28     مَرْضِيَّةً     merDiyyeten     rızasını kazanarak
 
İsim    Edilgen     Dişil    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

ارْجِعِي إِلَىٰ رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً

İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).

Dön Rabbine, razı etmiş ve razı edilmiş olarak!
 


يُرْضُ
[HyperLink1] 9:8     يُرْضُونَكُمْ     yurDūnekum     sizi razı ederler
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

كَيْفَ وَإِنْ يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ لَا يَرْقُبُوا فِيكُمْ إِلًّا وَلَا ذِمَّةً ۚ يُرْضُونَكُمْ بِأَفْوَاهِهِمْ وَتَأْبَىٰ قُلُوبُهُمْ وَأَكْثَرُهُمْ فَاسِقُونَ

Keyfe ve in yazherû aleykum lâ yerkubû fîkum illen ve lâ zimmeh (zimmeten), yurdûnekum bi efvâhihim ve te´bâ kulûbuhum, ve ekseruhum fâsikûn(fâsikûne).

Onların ahdine nasıl güvenilebilir! Eğer üzerinizde egemenlik kurarlarsa, sizinle ilgili ne bir antlaşmaya saygı duyarlar ne de bir yemine. Ağızlarıyla size hoşnutluk sunarlar, fakat kalpleri inat eder durur. Ve onların çoğu gerçeğe uzak düşmüş sapıklardır.
 


يُرْضُ
[HyperLink1] 9:62     لِيُرْضُوكُمْ     liyurDūkum     gönlünüzü hoş etmek için
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْ وَاللَّهُ وَرَسُولُهُ أَحَقُّ أَنْ يُرْضُوهُ إِنْ كَانُوا مُؤْمِنِينَ

Yahlifûne billâhi lekum li yurdûkum, vallâhu ve resûluhû ehakku en yurdûhu in kânû mu’minîn(mu’minîne).

Sizin gönlünüzü hoş etmek için Allah´a yemin ederler. Eğer bunlar inanmış iseler Allah´ın ve resulünün hoşnutluğunu öne almaları daha uygun düşer.
 


يُرْضُ
[HyperLink1] 9:62     يُرْضُوهُ     yurDūhu     hoşnud etmeleri
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْ وَاللَّهُ وَرَسُولُهُ أَحَقُّ أَنْ يُرْضُوهُ إِنْ كَانُوا مُؤْمِنِينَ

Yahlifûne billâhi lekum li yurdûkum, vallâhu ve resûluhû ehakku en yurdûhu in kânû mu’minîn(mu’minîne).

Sizin gönlünüzü hoş etmek için Allah´a yemin ederler. Eğer bunlar inanmış iseler Allah´ın ve resulünün hoşnutluğunu öne almaları daha uygun düşer.
 


ٱرْتَضَىٰ
[HyperLink1] 21:28     ارْتَضَىٰ     rteDā     razı
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلَا يَشْفَعُونَ إِلَّا لِمَنِ ارْتَضَىٰ وَهُمْ مِنْ خَشْيَتِهِ مُشْفِقُونَ

Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve lâ yeşfeûne illâ li menirtedâ ve hum min haşyetihî muşfikûn(muşfikûne).

O, onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Onlar, O´nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat etmezler. Ve onlar O´nun korkusundan titrerler.
 


ٱرْتَضَىٰ
[HyperLink1] 24:55     ارْتَضَىٰ     rteDā     razı olduğu
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَىٰ لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا ۚ يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا ۚ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَٰلِكَ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

Vaadallâhullezîne âmenû minkum ve amilûs sâlihâti leyestahlifennehum fil ardı kemestahlefellezîne min kablihim, ve leyumekkinenne lehum dînehumullezîrtedâ lehum ve le yubeddilennehum min ba’di havfihim emnâ(emnen), ya’budûnenî lâ yuşrikûne bî şey’â(şey’en), ve men kefere ba’de zâlike fe ulâike humul fâsikûn(fâsikûne).

Allah; sizin, iman edip hayra ve barışa yönelik iyilikler yapanlarınıza şu vaatte bulunmuştur: Onlardan öncekileri halef kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka halef kılacak. Onlar için beğenip seçtiği dinlerini yine onlar için güç kaynağı yapacak, onları korkularının arkasından mutlaka güvene ulaştıracak. Bana kulluk/ibadet edecekler, hiçbir şeyi bana ortak koşmayacaklar. Bundan sonra nankörlük edenlerse, yoldan sapanların ta kendileridir.
 


ٱرْتَضَىٰ
[HyperLink1] 72:27     ارْتَضَىٰ     rteDā     razı olduğu
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

إِلَّا مَنِ ارْتَضَىٰ مِنْ رَسُولٍ فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا

İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden).

Seçtiği bir elçi müstesna. Çünkü O, resulünün önünden ve arkasından gözetleyiciler yürütür.