KUR'AN HARİTASI

 ANASAYFA  KUR'AN  KÖKLER  ETİMOLOJİ  İLETİŞİM 


KÖK KELİMELER DİZİNİ

    

Sin-Be-Kaf      س ب ق 

Önceden gelmek

Kur'an'da bu kökten türetilmiş kelimeler toplamda 37 kez geçiyor.

Gövde(ler)

7 kez سَابِق
1 kez سَابِقُ
20 kez سَبَقَ
1 kez سَبْق
1 kez سَّٰبِقَٰت
2 kez مَسْبُوقِين
5 kez ٱسْتَبَقَ

işaretine tıklayarak ilgili ayetin alternatif meallerine ve içerdiği diğer kelimelerin köklerine gidebilirsiniz.


سَابِق
[HyperLink1] 9:100     وَالسَّابِقُونَ     ve ssābiḳūne     öne geçenlerden
 
İsim    Etken     Eril, Çoğul    Merfû` İsim    
    

وَالسَّابِقُونَ الْأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُمْ بِإِحْسَانٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۚ ذَٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).

Muhacirlerden ve Ensar´dan ilklerle, güzel düşünüp güzel davranmada onları izleyenler var ya, Allah onlardan razı olmuştur; onlar da O´ndan razıdırlar. Onlara altlarından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Sonsuza dek hep orada kalacaklardır. Büyük kurtuluş işte budur!
 


سَابِق
[HyperLink1] 23:61     سَابِقُونَ     sābiḳūne     önde giderler
 
İsim    Etken     Eril, Çoğul    Merfû` İsim    
    

أُولَٰئِكَ يُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِ وَهُمْ لَهَا سَابِقُونَ

Ulâike yusâriûne fîl hayrâti ve hum lehâ sâbikûn(sâbikûne).

İşte bunlar, hayırlarda yarışırlar. Ve hayırlarda önde gidenler de onlardır.
 


سَابِق
[HyperLink1] 29:39     سَابِقِينَ     sābiḳīne     geçip gidecek
 
İsim    Etken     Eril, Çoğul    Mansûb İsim    
    

وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ ۖ وَلَقَدْ جَاءَهُمْ مُوسَىٰ بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْأَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِقِينَ

Ve kârûne ve fir’avne ve hâmâne ve lekad câehum mûsâ bil beyyinâti festekberû fîl ardı ve mâ kânû sâbikîn(sâbikîne).

Karun´u, Firavun´u, Hâmân´ı da öyle yaptık. Yemin olsun, Mûsa onlara açık seçik kanıtlarla geldiği halde, yeryüzünde büyüklük tasladılar. Ama öne geçemezlerdi.
 


سَابِق
[HyperLink1] 35:32     سَابِقٌ     sābiḳun     öne geçendir
 
İsim    Etken     Eril    Merfû` İsim  Belirsiz  
    

ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا ۖ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِهِ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ۚ ذَٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ

Summe evresnel kitâbellezînastafeynâ min ibâdinâ, fe minhum zâlimun li nefsih(nefsihî), ve minhum muktesid(muktesidun), ve minhum sâbikun bil hayrâti bi iznillâh(iznillâhi), zâlike huvel fadlul kebîr(kebîru).

Sonra, kullarımız arasından seçtiklerimizi Kitap´a mirasçı kıldık. İçlerinden öz nefsine zulmeden var. Orta yolda gideni var. Allah´ın izniyle hayırlarda öne geçeni var. İşte bu, büyük lütfun ta kendisidir.
 


سَابِق
[HyperLink1] 36:40     سَابِقُ     sābiḳu     önüne geçebilir
 
İsim    Etken     Eril    Merfû` İsim    
    

لَا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ ۚ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

Leş şemsu yenbegî lehâ en tudrikel kamere ve lel leylu sâbikun nehâr(nehâri), ve kullun fî felekin yesbehûn(yesbehûne).

Güneş´in Ay´a ulaşıp çatması gerekmiyor. Gecenin de gündüzü geçmesi gerekmez. Her biri bir yörüngede yüzmektedir.
 


سَابِق
[HyperLink1] 56:10     وَالسَّابِقُونَ     ve ssābiḳūne     ve öne geçenler ise
 
İsim    Etken     Eril, Çoğul    Merfû` İsim    
    

وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ

Ves sâbikûnes sâbikûn(sâbikûne).

Ve oluşta önde gidenler, yarışta önde gidenler...
 


سَابِق
[HyperLink1] 56:10     السَّابِقُونَ     s-sābiḳūne     öne geçenler
 
İsim    Etken     Eril, Çoğul    Merfû` İsim    
    

وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ

Ves sâbikûnes sâbikûn(sâbikûne).

Ve oluşta önde gidenler, yarışta önde gidenler...
 


سَابِقُ
[HyperLink1] 57:21     سَابِقُوا     sābiḳū     koşun
 
Fiil  Mufa’ale Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

سَابِقُوا إِلَىٰ مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أُعِدَّتْ لِلَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ ۚ ذَٰلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ

Sâbikû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâ keardıs semâi vel ardı uıddet lillezîne âmenû billâhi ve rusulih(rusulihî), zâlike fadlullâhi yû’tîhi men yeşâu, vallâhu zûl fadlil azîm(azîmi).

Rabbinizden bir affa ve Allah ile resulüne inananlar için hazırlanmış bulunan, eni de yerle göğün eni kadar olan bir cennete doğru yarışarak koşun. Bu, Allah´ın dilediğine vereceği bir lütuftur. Allah, o büyük lütfun sahibidir.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 7:80     سَبَقَكُمْ     sebeḳakum     sizden önce
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلُوطًا إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ أَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ أَحَدٍ مِنَ الْعَالَمِينَ

Ve lûtan iz kâle li kavmihî e te´tûnel fâhışete mâ sebekakum bihâ min ehadin minel âlemîn(âlemîne).

Ve Lut... Toplumuna şöyle demişti: "Sizden önce alemlerden hiçbirinin yapmadığı bir iğrençliğe mi girişiyorsunuz?"
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 8:59     سَبَقُوا     sebeḳū     kaçabileceklerini
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَا يَحْسَبَنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا سَبَقُوا ۚ إِنَّهُمْ لَا يُعْجِزُونَ

Ve lâ yahsebennellezîne keferû sebekû, innehum lâ yu´cizûn(yu´cizûne).

Küfre sapanlar sakın öne geçtiklerini düşünmesinler. Onlar bizi âciz bırakamazlar.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 8:68     سَبَقَ     sebeḳa     geçmiş
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللَّهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ فِيمَا أَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

Lev lâ kitâbun minallâhi sebeka le messekum fîmâ ehaztum azâbun azîm(azîmun).

Eğer Allah´tan bir yazı önden gelmemiş olsaydı, aldığınız fidyeden ötürü size büyük bir azap dokunurdu.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 10:19     سَبَقَتْ     sebeḳat     önceden belirlenmiş
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَمَا كَانَ النَّاسُ إِلَّا أُمَّةً وَاحِدَةً فَاخْتَلَفُوا ۚ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ فِيمَا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ

Ve mâ kânen nâsu illâ ummeten vâhideten fahtelefû, ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kudiye beynehum fîmâ fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).

İnsanlar bir tek ümmetten başka değilken ihtilafa düştüler. Eğer Rabbinden bir söz öne geçmemiş olsaydı, tartışıp durdukları konuda aralarında hüküm verilir/iş mutlaka bitirilirdi.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 11:40     سَبَقَ     sebeḳa     önceden
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

حَتَّىٰ إِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ قُلْنَا احْمِلْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ آمَنَ ۚ وَمَا آمَنَ مَعَهُ إِلَّا قَلِيلٌ

Hattâ izâ câe emrunâ ve fâret tennûru kulnâhmil fîhâ min kullin zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlu ve men âmen(âmene), ve mâ âmene meahû illâ kalîl(kalîlun).

Nihayet emrimiz gelip de tandır kaynayınca şöyle seslendik: "Yükle içine her birinden ikişer çift ve aleyhinde hüküm verilen hariç olmak üzere aileni, bir de iman etmiş olanları." Ama Nûh´la birlikte çok az bir kısmı iman etmişti.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 11:110     سَبَقَتْ     sebeḳat     önceden geçmiş
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ ۚ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۚ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ

Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fahtulife fîh(fîhi), ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kudiye beynehum, ve innehum le fî şekkin minhu murîb(murîbun).

Yemin olsun, Mûsa´ya Kitap´ı verdik de onda da ihtilafa düşüldü. Rabbinden bir kelime, önceden gelmiş olmasaydı, aralarında iş mutlaka bitirilirdi. Onlar bunun hakkında, kafaları karıştıran bir kuşku içindedirler.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 15:5     تَسْبِقُ     tesbiḳu     geçebilir
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ

Mâ tesbiku min ummetin ecelehâ ve mâ yeste’hırûn(yeste’hırune).

Hiçbir ümmet kendisi için belirlenen sürenin ne önüne geçebilir ne de o süreyi geriletebilir.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 20:99     سَبَقَ     sebeḳa     geçmişlerin
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

كَذَٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ مَا قَدْ سَبَقَ ۚ وَقَدْ آتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًا

Kezâlike nakussu aleyke min enbâi mâ kad sebak(sebaka), ve kad âteynâke min ledunnâ zikrâ(zikren).

İşte böylece, geçip gitmişlerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Biz sana katımızdan da bir zikir vermişizdir.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 20:129     سَبَقَتْ     sebeḳat     daha önce
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى

Ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kâne lizâmen ve ecelun musemmâ(musemmen).

Eğer Rabbin tarafından daha önce söylenmiş bir söz, belirlenmiş bir süre olmasaydı, bunlar için de helâk kaçınılmaz olurdu.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 21:27     يَسْبِقُونَهُ     yesbiḳūnehu     O’ndan önce söylemezler
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

لَا يَسْبِقُونَهُ بِالْقَوْلِ وَهُمْ بِأَمْرِهِ يَعْمَلُونَ

Lâ yesbikûnehu bil kavli ve hum bi emrihî ya’melûn(ya’melûne).

Onlar O´nun sözünün önüne geçmezler; onlar yalnız O´nun emriyle iş yaparlar.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 21:101     سَبَقَتْ     sebeḳat     geçmiş olan(lar)
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

إِنَّ الَّذِينَ سَبَقَتْ لَهُمْ مِنَّا الْحُسْنَىٰ أُولَٰئِكَ عَنْهَا مُبْعَدُونَ

İnnellezîne sebekat lehum minnel husnâ ulâike anhâ mub’adûn(mub’adûne).

Tarafımızdan kendilerine güzellik hazırlananlara gelince, bunlar cehennemden uzaklaştırılmışlardır.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 23:27     سَبَقَ     sebeḳa     geçmiş
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ ۙ فَاسْلُكْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ ۖ وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا ۖ إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ

Fe evhaynâ ileyhi enısnaıl fulke bi a’yuninâ ve vahyinâ fe izâ câe emrunâ ve fâret tennûru fesluk fîhâ min kullin zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlu minhum, ve lâ tuhâtıbnî fîllezîne zalemû, innehum mugrakûn(mugrakûne).

Bunun üzerine biz, Nûh´a şöyle vahyettik: "Gözlerimizin önünde ve vahyimize uygun olarak gemiyi yap. Emrimiz gelip tandır kaynayınca, ailenle birlikte her türden iki çifti gemiye sok. İçlerinden, haklarında daha önce hüküm verilmiş olanları dışta bırak. Zulmetmiş olanlar hakkında bana yakarıp durma. Onlar kesinlikle boğulacaklardır."
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 23:43     تَسْبِقُ     tesbiḳu     ileri geçemez
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

مَا تَسْبِقُ مِنْ أُمَّةٍ أَجَلَهَا وَمَا يَسْتَأْخِرُونَ

Mâ tesbiku min ummetin ecelehâ ve mâ yeste’hırûn(yeste’hırûne).

Hiçbir ümmet ne süresinden ileri geçebilir ne de geri kalır.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 29:4     يَسْبِقُونَا     yesbiḳūnā     bizi geçeceklerini
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَمْ حَسِبَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ أَنْ يَسْبِقُونَا ۚ سَاءَ مَا يَحْكُمُونَ

Em hasibellezîne ya’melûnes seyyiâti en yesbikûnâ, sâe mâ yahkumûn(yahkumûne).

Yoksa o kötülükleri sergileyenler bizi geçeceklerini mi sandılar! Ne kötü hüküm veriyorlar!
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 29:28     سَبَقَكُمْ     sebeḳakum     sizden önce
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلُوطًا إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ إِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ أَحَدٍ مِنَ الْعَالَمِينَ

Ve lûtan iz kâle li kavmihî innekum le te’tûnel fâhışete mâ sebekakum bihâ min ehadin minel âlemîn(âlemîne).

Lût´u da gönderdik. Toplumuna şöyle demişti o: "Öyle bir iğrençliğe bulaşıyorsunuz ki, sizden önce âlemlerden bir tek kişi bunu yapmamıştır."
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 37:171     سَبَقَتْ     sebeḳat     geçmişti
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ

Ve lekad sebekat kelimetunâ li ibâdinel murselîn(murselîne).

Yemin olsun, elçi olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz hükümleşmişti:
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 41:45     سَبَقَتْ     sebeḳat     geçmiş
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيهِ ۗ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۚ وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ

Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fahtulife fîh(fîhi), ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike le kudıye beynehum, ve innehum lefî şekkin minhu murîb(murîbin).

Yemin olsun, biz Mûsa´ya Kitap´ı verdik de onda ihtilafa düşüldü! Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında iş mutlaka bitirilirdi. Hiç kuşkusuz, onlar, Kur´an hakkında, sürekli işkillendiren bir kuşku içindedirler.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 42:14     سَبَقَتْ     sebeḳat     geçmiş
 
Fiil         3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَمَا تَفَرَّقُوا إِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ ۚ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ ۚ وَإِنَّ الَّذِينَ أُورِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ مُرِيبٍ

Ve mâ teferrekû illâ min ba’di mâ câehumul ilmu bagyen beynehum, ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike ilâ ecelin musemmen le kudıye beynehum, ve innellezîne ûrisûl kitâbe min ba’dihim le fî şekkin minhu murîb(murîbin).

Kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki kıskançlık ve azgınlık yüzünden fırkalara bölündüler. Eğer belli bir süreye kadar erteleme sözü Rabbinden gelmiş olmasaydı, aralarında iş mutlaka bitirilirdi. Onların ardından Kitap´a mirasçı olanlar da onun hakkında, işkillendiren bir kuşku içindedirler.
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 46:11     سَبَقُونَا     sebeḳūnā     bizi geçemezlerdi
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْرًا مَا سَبَقُونَا إِلَيْهِ ۚ وَإِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِهِ فَسَيَقُولُونَ هَٰذَا إِفْكٌ قَدِيمٌ

Ve kâlellezîne keferû lillezîne âmenûlev kâne hayren mâ sebekûnâ ileyh(ileyhi), ve iz lem yehtedû bihî fe seyekûlûne hâzâ ifkun kadîm(kadîmun).

İnkâr edenler, inananlara şöyle derler: "Eğer bu, hayırlı bir şey olsaydı, bunlar ona inanmakta bizi geçemezlerdi." Bununla umduklarını bulamayınca şöyle diyecekler: "Bu, eski bir uydurmadır."
 


سَبَقَ
[HyperLink1] 59:10     سَبَقُونَا     sebeḳūnā     bizden önce
 
Fiil         3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَالَّذِينَ جَاءُوا مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَءُوفٌ رَحِيمٌ

Vellezîne câû min ba’dihim yekûlûne rabbenâgfir lenâ ve li ihvâninellezîne sebekûnâ bil îmâni ve lâ tec’al fî kulûbinâ gıllen lillezîne âmenû rabbenâ inneke raûfun rahîm(rahîmun).

Onlardan sonra gelenler de şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi affet; kalplerimizde, inananlara karşı bir düşmanlık bırakma! Rabbimiz, sen çok şefkatli, çok merhametlisin!"
 


سَبْق
[HyperLink1] 79:4     سَبْقًا     sebḳan     yarışarak
 
İsim       İsim Fiil  Eril    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا

Fes sâbikâti sebkâ(sebkan).

Derken öne geçip yarışı kazananlara,
 


سَّٰبِقَٰت
[HyperLink1] 79:4     فَالسَّابِقَاتِ     fessābiḳāti     yarışıp geçenlere
 
İsim    Etken     Dişil, Çoğul    Mecrûr İsim    
    

فَالسَّابِقَاتِ سَبْقًا

Fes sâbikâti sebkâ(sebkan).

Derken öne geçip yarışı kazananlara,
 


مَسْبُوقِين
[HyperLink1] 56:60     بِمَسْبُوقِينَ     bimesbūḳīne     önümüze geçilmiş
 
İsim    Edilgen     Eril, Çoğul    Mecrûr İsim    
    

نَحْنُ قَدَّرْنَا بَيْنَكُمُ الْمَوْتَ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ

Nahnu kaddernâ beynekumul mevte ve mâ nahnu bi mes- bûkîn(mesbûkîne).

Ölümü aranızda biz takdir ettik. Biz önüne geçilecekler değiliz.
 


مَسْبُوقِين
[HyperLink1] 70:41     بِمَسْبُوقِينَ     bimesbūḳīne     önüne geçilecek
 
İsim    Edilgen     Eril, Çoğul    Mecrûr İsim    
    

عَلَىٰ أَنْ نُبَدِّلَ خَيْرًا مِنْهُمْ وَمَا نَحْنُ بِمَسْبُوقِينَ

Alâ en nubeddile hayren minhum ve mâ nahnu bi mesbûkîn(mesbûkîne).

Onları kendilerinden daha üstün olanlarla değiştirmeye... Ve biz önüne geçilebilecekler değiliz.
 


ٱسْتَبَقَ
[HyperLink1] 2:148     فَاسْتَبِقُوا     festebiḳū     O halde koşun
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلِّيهَا ۖ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ ۚ أَيْنَ مَا تَكُونُوا يَأْتِ بِكُمُ اللَّهُ جَمِيعًا ۚ إِنَّ اللَّهَ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Ve li kullin vichetun huve muvellîhâ festebikûl hayrât(hayrâti), eyne mâ tekûnû ye’ti bikumullâhu cemîâ(cemîan), innallâhe alâ kulli şey’in kadîr(kadîrun).

Herkesin bir yönü vardır, ona döner. O halde hayırlarda yarışın. Nerede olursanız olun Allah sizi bir araya getirecektir. Allah her şeye güç yetirendir.
 


ٱسْتَبَقَ
[HyperLink1] 5:48     فَاسْتَبِقُوا     festebiḳū     öyleyse koşun
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Emir Kipi      
    

وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ ۖ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ ۖ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنَ الْحَقِّ ۚ لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا ۚ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَٰكِنْ لِيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ ۖ فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِ ۚ إِلَى اللَّهِ مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ

Ve enzelnâ ileykel kitâbe bil hakkı musaddıkan limâ beyne yedeyhi minel kitâbi ve muheyminen aleyhi fahkum beynehum bimâ enzelallâhu ve lâ tettebi’ ehvâehum ammâ câeke minel hakk(hakkı) li kullin cealnâ minkum şir’aten ve minhâcâ(minhâcen) ve lev şâallâhu le cealekum ummeten vâhıdeten ve lâkin li yebluvekum fî mâ âtâkum festebikûl hayrât(hayrâti) ilâllâhi merciukum cemîan fe yunebbiukum bimâ kuntum fîhi tahtelifûn(tahtelifûne).

Sana da Kitap´ı hak olarak indirdik. Kitap´tan onun yanında bulunanı tasdikleyici ve onu denetleyip güvenilirliğini sağlayıcı olarak... O halde onlar arasında Allah´ın indirdiğiyle hükmet, Hak´tan sana gelenden uzaklaşıp onların keyiflerine uyma. Sizden her biri için bir yol/şerîat ve bir yöntem belirledik. Allah dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla sizi imtihana çeksin diye öyle yapmamıştır. O halde hayırlarda yarışın. Tümünüzün dönüşü Allah´adır. O size, tartışmış olduğunuz şeylerin esasını bildirecektir.
 


ٱسْتَبَقَ
[HyperLink1] 12:17     نَسْتَبِقُ     nestebiḳu     yarışıyorduk
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       1. şahıs, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

قَالُوا يَا أَبَانَا إِنَّا ذَهَبْنَا نَسْتَبِقُ وَتَرَكْنَا يُوسُفَ عِنْدَ مَتَاعِنَا فَأَكَلَهُ الذِّئْبُ ۖ وَمَا أَنْتَ بِمُؤْمِنٍ لَنَا وَلَوْ كُنَّا صَادِقِينَ

Kâlû yâ ebânâ innâ zehebnâ nestebiku ve tereknâ yûsufe inde metâınâ fe ekelehuz zi’bu, ve mâ ente bi mu’minin lenâ ve lev kunnâ sâdikîn(sâdikîne).

"Ey babamız, dediler, gittik, yarışıyorduk; Yûsuf´u eşyamızın yanında bırakmıştık, kurt onu yemiş. Şimdi biz doğru da söylesek sen bize inanmayacaksın."
 


ٱسْتَبَقَ
[HyperLink1] 12:25     وَاسْتَبَقَا     vestebeḳā     ve koşuştular
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, İkil  Geçmiş Zaman      
    

وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَى الْبَابِ ۚ قَالَتْ مَا جَزَاءُ مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوءًا إِلَّا أَنْ يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

Vestebekâl bâbe ve kaddet kamîsahu min duburin ve elfeyâ seyyidehâ ledel bâb(bâbi), kâlet mâ cezâu men erâde bi ehlike sûen illâ en yuscene ev azâbun elîm(elîmun).

İkisi birden kapıya koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında kadının beyi ile yüzyüze geldiler. Kadın seslendi: "Senin ailene kötülük düşünenin cezası nedir; hapsedilmek mi, acıklı bir işkence mi?"
 


ٱسْتَبَقَ
[HyperLink1] 36:66     فَاسْتَبَقُوا     festebeḳū     ve dökülürlerdi
 
Fiil  İfti’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Geçmiş Zaman      
    

وَلَوْ نَشَاءُ لَطَمَسْنَا عَلَىٰ أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّىٰ يُبْصِرُونَ

Ve lev neşâu le tamesnâ alâ a’yunihim festebekûs sırâta fe ennâ yubsırûn(yubsırûne).

Dilesek, gözlerini siler, onları elbette kör ederiz. O zaman yola koyulmak isterler ama nasıl görecekler?