سَلَكَ
15:12
نَسْلُكُهُ
neslukuhu
onu sokarız
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
كَذَٰلِكَ نَسْلُكُهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ
Kezâlike neslukuhu fî kulûbil mucrimîn(mucrimîne).
Biz ona, günaha batmışların gönüllerinde böyle bir yol veririz.
|
سَلَكَ
16:69
فَاسْلُكِي
feslukī
ve yürü
Fiil
2. şahıs, Dişil, Tekil
Emir Kipi
ثُمَّ كُلِي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُكِي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلًا ۚ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ أَلْوَانُهُ فِيهِ شِفَاءٌ لِلنَّاسِ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Summe kulî min kullis semerâti feslukî subule rabbiki zululâ(zululen), yahrucu min butûnihâ şarâbun muhtelifun elvânuhu fîhi şifâun lin nâs(nâsi), inne fî zâlike le âyeten li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
"Sonra, meyvaların her türünden ye de boyun bükerek Rabbinin yollarına koyul." Onun karıncıklarından, renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki, insanlar için onda şifa vardır. Derin derin düşünen bir topluluk için, bunda kesin bir mucize var.
|
سَلَكَ
20:53
وَسَلَكَ
ve seleke
ve açtı
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْ نَبَاتٍ شَتَّىٰ
Ellezî ceale lekumul arda mehden ve seleke lekum fîhâ subulen ve enzele mines semâi mââ(mâen), fe ahrecnâ bihî ezvâcen min nebâtin şettâ.
Yeryüzünü size beşik yapan, onda sizin için yollar açan, gökten su indiren O´dur. Biz o suyla çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.
|
سَلَكَ
23:27
فَاسْلُكْ
fesluk
sok (bindir)
Fiil
2. şahıs, Eril, Tekil
Emir Kipi
فَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِ أَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِأَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَإِذَا جَاءَ أَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُ ۙ فَاسْلُكْ فِيهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَأَهْلَكَ إِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْ ۖ وَلَا تُخَاطِبْنِي فِي الَّذِينَ ظَلَمُوا ۖ إِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Fe evhaynâ ileyhi enısnaıl fulke bi a’yuninâ ve vahyinâ fe izâ câe emrunâ ve fâret tennûru fesluk fîhâ min kullin zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlu minhum, ve lâ tuhâtıbnî fîllezîne zalemû, innehum mugrakûn(mugrakûne).
Bunun üzerine biz, Nûh´a şöyle vahyettik: "Gözlerimizin önünde ve vahyimize uygun olarak gemiyi yap. Emrimiz gelip tandır kaynayınca, ailenle birlikte her türden iki çifti gemiye sok. İçlerinden, haklarında daha önce hüküm verilmiş olanları dışta bırak. Zulmetmiş olanlar hakkında bana yakarıp durma. Onlar kesinlikle boğulacaklardır."
|
سَلَكَ
26:200
سَلَكْنَاهُ
seleknāhu
biz onu soktuk
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
كَذَٰلِكَ سَلَكْنَاهُ فِي قُلُوبِ الْمُجْرِمِينَ
Kezâlike seleknâhu fî kulûbil mucrimîn(mucrimîne).
Biz onu suçluların kalplerine işte böyle yolladık.
|
سَلَكَ
28:32
اسْلُكْ
Asluk
sok
Fiil
2. şahıs, Eril, Tekil
Emir Kipi
اسْلُكْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاءَ مِنْ غَيْرِ سُوءٍ وَاضْمُمْ إِلَيْكَ جَنَاحَكَ مِنَ الرَّهْبِ ۖ فَذَانِكَ بُرْهَانَانِ مِنْ رَبِّكَ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ وَمَلَئِهِ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Usluk yedeke fî ceybike tahruc beydâe min gayri sû(sûin), vadmum ileyke cenâhake miner rehbi fe zânike burhânâni min rabbike ilâ fir’avne ve melâih(melâihî), innehum kânû kavmen fâsikîn(fâsikîne).
"Elini koynuna sok, lekesiz bembeyaz çıkıversin. Korkudan açılan kollarını kendine çek. İşte bunlar, Firavun ve kodamanlarına karşı Rabbinden sana güçlü iki kanıttır. Firavun ve yardakçıları yoldan çıkmış bir güruhtur."
|
سَلَكَ
39:21
فَسَلَكَهُ
fe selekehu
sonra onu geçirdi
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ أَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَسَلَكَهُ يَنَابِيعَ فِي الْأَرْضِ ثُمَّ يُخْرِجُ بِهِ زَرْعًا مُخْتَلِفًا أَلْوَانُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَجْعَلُهُ حُطَامًا ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَذِكْرَىٰ لِأُولِي الْأَلْبَابِ
E lem tere ennallâhe enzele mines semâi mâen fe selekehu yenâbîa fîl ardı summe yuhricu bihî zer’an muhtelifen elvânuhu summe yehîcu fe terâhu musferran summe yec’aluhu hutâmâ(hutâmen), inne fî zâlike le zikrâ li ulîl elbâb(elbâbi).
Görmedin mi, Allah gökten bir su indirdi de onu toprak içindeki kaynaklara ulaştırdı. Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler çıkarıyor. Sonra ekin kurur da sen onu sararmış görürsün. Sonra da onu kuru ufantı haline getirir. İşte bunda, akıl ve gönül sahipleri için mutlak bir ibret var.
|
سَلَكَ
69:32
فَاسْلُكُوهُ
feslukūhu
vurun onu
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Emir Kipi
ثُمَّ فِي سِلْسِلَةٍ ذَرْعُهَا سَبْعُونَ ذِرَاعًا فَاسْلُكُوهُ
Summe fî silsiletin zer’uhâ seb’ûne zirâan feslukûh(feslukûhu).
"Sonra, boyu yetmiş arşın olan bir zincirde yollayın onu!"
|
سَلَكَ
71:20
لِتَسْلُكُوا
liteslukū
gidesiniz diye
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
لِتَسْلُكُوا مِنْهَا سُبُلًا فِجَاجًا
Li teslukû minhâ subulen ficâcâ(ficâcen).
Ki ondan geniş yollar edinip de yürüyesiniz."
|
سَلَكَ
72:17
يَسْلُكْهُ
yeslukhu
onu sokar
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ ۚ وَمَنْ يُعْرِضْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِ يَسْلُكْهُ عَذَابًا صَعَدًا
Li neftinehum fîh(fîhi), ve men yu’rıd an zikri rabbihî yeslukhu azâben saadâ(saaden).
Ki onları, onun içinde imtihan edelim. Kim Rabbinin zikrinden/Kur´an´dan yüz çevirirse Rabbi onu, gittikçe yükselen bir azaba sokar.
|
سَلَكَ
72:27
يَسْلُكُ
yesluku
sevk eder
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
إِلَّا مَنِ ارْتَضَىٰ مِنْ رَسُولٍ فَإِنَّهُ يَسْلُكُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ رَصَدًا
İllâ menirtedâ min resûlin fe innehu yesluku min beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ(rasaden).
Seçtiği bir elçi müstesna. Çünkü O, resulünün önünden ve arkasından gözetleyiciler yürütür.
|
سَلَكَ
74:42
سَلَكَكُمْ
selekekum
sizi sürükleyen
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرَ
Mâ selekekum fî sekar(sekare).
"Sizi Sekar´a sürükleyen nedir?"
|