سَخَّرَ
13:2
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
ve boyun eğdirdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى ۚ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ يُفَصِّلُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ
Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne)."
Allah odur ki, gökleri direksiz yükseltmiştir; görüyorsunuz onları... Sonra arş üzerine egemen olmuştur. Güneş´i ve Ay´ı da boyun eğdirmiştir. Bunların tümü belirlenmiş bir vakte kadar akar dururlar. Oluşu yönlendirir, çekip çevirir O... Ayetleri birer birer gözler önüne serer ki, Rabbinize kavuşacağınıza açık seçik inanasınız.
|
سَخَّرَ
14:32
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
ve emrinize verdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْأَنْهَارَ
Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve enzele mines semâi mâen fe ahrece bihî mines semerâti rızkan lekum, ve sehhare lekumul fulke li tecriye fil bahri bi emrih(emrihî), ve sehhare lekumul enhâr(enhâra).
Allah odur ki, gökleri ve yeri yarattı. Gökten bir su indirdi de onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkardı. Emriyle denizde akıp gitmeleri için gemileri hizmetinize verdi. Irmakları da emrinize verdi.
|
سَخَّرَ
14:32
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
ve emrinize verdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَأَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ الْأَنْهَارَ
Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve enzele mines semâi mâen fe ahrece bihî mines semerâti rızkan lekum, ve sehhare lekumul fulke li tecriye fil bahri bi emrih(emrihî), ve sehhare lekumul enhâr(enhâra).
Allah odur ki, gökleri ve yeri yarattı. Gökten bir su indirdi de onunla size rızık olarak türlü meyveler çıkardı. Emriyle denizde akıp gitmeleri için gemileri hizmetinize verdi. Irmakları da emrinize verdi.
|
سَخَّرَ
14:33
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
ve emrinize verdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَائِبَيْنِ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ
Ve sehhare lekumuş şemse vel kamere dâibeyn(dâibeyni), ve sehhare lekumul leyle ven nehâr(nehâra).
Görevlerini şaşmadan yapmak üzere Güneş´i ve Ay´ı da size boyun eğdirdi. Geceyi ve gündüzü de hizmetinize verdi.
|
سَخَّرَ
14:33
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
ve emrinize verdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَائِبَيْنِ ۖ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ
Ve sehhare lekumuş şemse vel kamere dâibeyn(dâibeyni), ve sehhare lekumul leyle ven nehâr(nehâra).
Görevlerini şaşmadan yapmak üzere Güneş´i ve Ay´ı da size boyun eğdirdi. Geceyi ve gündüzü de hizmetinize verdi.
|
سَخَّرَ
16:12
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
hizmetinize verdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Ve sehhara lekumul leyle ven nehâre veş şemse vel kamer(kamere), ven nucûmu musahharâtun bi emrih(emrihî), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Geceyi, gündüzü, Güneş´i ve Ay´ı sizin emrinize vermiştir. Yıldızlar da O´nun emriyle bir hizmete boyun eğmiştir. Bütün bunlarda, aklını çalıştıran bir topluluk için elbette ibretler vardır.
|
سَخَّرَ
16:14
سَخَّرَ
seḣḣara
hizmetinize veren
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ve huvellezî sehharel bahre li te’kulû minhu lahmen tariyyen ve testahricû minhu hilyeten telbesûnehâ, ve terel fulke mevâhira fîhi ve li tebtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Ve O´dur ki, içinden taze bir et yemeniz ve kuşanacağınız bir süs çıkarmanız için denizi emrinize vermiştir. Gemileri onda yara yara gider görürsün. Böyle yapmıştır ki, O´nun kereminden nasip arayasınız ve şükredebilesiniz.
|
سَخَّرَ
21:79
وَسَخَّرْنَا
ve seḣḣarnā
ve boyun eğdirdik
Fiil
Tef’il Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ ۚ وَكُلًّا آتَيْنَا حُكْمًا وَعِلْمًا ۚ وَسَخَّرْنَا مَعَ دَاوُودَ الْجِبَالَ يُسَبِّحْنَ وَالطَّيْرَ ۚ وَكُنَّا فَاعِلِينَ
Fe fehhemnâhâ suleymân(suleymâne), ve kullen âteynâ hukmen ve ılmen ve sehharnâ mea dâvudel cibâle yusebbihne vet tayr(tayre), ve kunnâ fâılîn(fâılîne).
Onu Süleyman´a derhal kavrattık. Herbirine hükümdarlık ve bilgi verdik. Dâvud´a dağları boyun eğdirdik. Kuşlarla beraber tespih ediyorlardı. Yapmak isteyince yapanlarız biz.
|
سَخَّرَ
22:36
سَخَّرْنَاهَا
seḣḣarnāhā
onları boyun eğdirdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَالْبُدْنَ جَعَلْنَاهَا لَكُمْ مِنْ شَعَائِرِ اللَّهِ لَكُمْ فِيهَا خَيْرٌ ۖ فَاذْكُرُوا اسْمَ اللَّهِ عَلَيْهَا صَوَافَّ ۖ فَإِذَا وَجَبَتْ جُنُوبُهَا فَكُلُوا مِنْهَا وَأَطْعِمُوا الْقَانِعَ وَالْمُعْتَرَّ ۚ كَذَٰلِكَ سَخَّرْنَاهَا لَكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Vel budne cealnâhâ lekum min şeâirillâhi lekum fîhâ hayr(hayrun), fezkurûsmallâhi aleyhâ savâff(savâffe), fe izâ vecebet cunûbuhâ fe kulû minhâ ve at’ımûl kânia vel mu’terr(mu’terra), kezâlike sahharnâhâ lekum leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Biz o büyükbaş hayvanları da sizin için Allah´ın kutsallık nişanları arasına koyduk. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar sıralanmış halde ayakları üzerine dururken, üzerlerine Allah´ın ismini anın. Yanları yere yaslandığı zaman da onlardan yiyin; isteyen yoksulu da istemeyen yoksulu da doyurun. Allah o hayvanları sizin hizmetinize verdi ki, şükredebilesiniz.
|
سَخَّرَ
22:37
سَخَّرَهَا
seḣḣarahā
onları boyun eğdirdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
لَنْ يَنَالَ اللَّهَ لُحُومُهَا وَلَا دِمَاؤُهَا وَلَٰكِنْ يَنَالُهُ التَّقْوَىٰ مِنْكُمْ ۚ كَذَٰلِكَ سَخَّرَهَا لَكُمْ لِتُكَبِّرُوا اللَّهَ عَلَىٰ مَا هَدَاكُمْ ۗ وَبَشِّرِ الْمُحْسِنِينَ
Len yenâlellâhe luhûmuhâ ve lâ dimâuhâ ve lâkin yenâluhut takvâ minkum, kezâlike sahharahâ lekum li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum, ve beşşiril muhsinîn(muhsinîne).
Onların etleri de kanları da Allah´a asla ulaşmaz; fakat sizin takvanız O´na ulaşır. Onları size bu şekilde boyun eğdirdi ki, sizi hidayete erdirdiği için Allah´ı yücelterek anasınız. Güzel düşünüp güzel davrananlara müjde ver.
|
سَخَّرَ
22:65
سَخَّرَ
seḣḣara
buyruğunuza verdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الْأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الْأَرْضِ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ
E lem tere ennallâhe sahhara lekum mâ fîl ardı vel fulke tecrî fîl bahri bi emrih(emrihî), ve yumsikus semâe en tekaa alel ardı illâ bi iznih(iznihî), innallâhe bin nâsi le raûfun rahîm(rahîmun).
Görmedin mi, Allah yeryüzündekileri ve denizde O´nun emriyle akıp giden gemileri sizin hizmetinize verdi. O´nun izni olmaksızın yerkürenin üstüne düşmemesi için göğü O tutuyor. Allah, insanlara karşı elbette Raûf, Rahîm´dir,
|
سَخَّرَ
29:61
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
ve (kim) boyun eğdirdi?
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَلَئِنْ سَأَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ ۖ فَأَنَّىٰ يُؤْفَكُونَ
Ve le in seeltehum men halakas semâvâti vel arda ve sehhareş şemse vel kamere le yekûlunnallâh(yekûlunnallâhu), fe ennâ yu’fekûn(yu’fekûne).
Onlara "Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş´i ve Ay´ı kim boyun eğdirdi?" diye sorarsan, mutlaka şöyle diyecekler: "Allah!" Peki nasıl döndürülüyorlar?
|
سَخَّرَ
31:20
سَخَّرَ
seḣḣara
boyun eğdirdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً ۗ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلَا هُدًى وَلَا كِتَابٍ مُنِيرٍ
EE lem terev ennellâhe sehhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı ve esbega aleykum niamehu zâhireten ve bâtıneh(bâtıneten), ve minen nâsi men yucâdilu fîllâhi bi gayri ilmin ve lâ huden ve lâ kitâbin munîr(munîrin).
Görmediniz mi, Allah, göklerde ve yerde bulunan şeyleri sizin emrinize verdi ve görünür görünmez nimetlerini üstünüze saçtı. İnsanlardan öylesi var ki, Allah uğrunda ilimsiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın mücadele eder.
|
سَخَّرَ
31:29
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
ve emrine boyun eğdirmiştir
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي إِلَىٰ أَجَلٍ مُسَمًّى وَأَنَّ اللَّهَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ
E lem tere ennallâhe yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli, ve sehhareş şemse vel kamere kullun yecrî ilâ ecelin musemmen ve ennallâhe bi mâ ta’melûne habîr(habîrun).
Görmedin mi, Allah geceyi gündüzün içine sokuyor, gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneş´i ve Ay´ı bir emre boyun eğdirmiş. Hepsi belirlenmiş bir süreye doğru akıp gidiyor. Kuşkusuz, Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır.
|
سَخَّرَ
35:13
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
ve buyruğu altına almıştır
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
يُولِجُ اللَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَيُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى ۚ ذَٰلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُ ۚ وَالَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ مَا يَمْلِكُونَ مِنْ قِطْمِيرٍ
Yûlicul leyle fîn nehâri ve yûlicun nehâre fîl leyli ve sehhareş şemse vel kamere kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), zâlikumullâhu rabbukum lehul mulk(mulku), vellezîne ted’ûne min dûnihî mâ yemlikûne min kıtmîr(kıtmîrin).
Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneş´i ve Ay´ı buyruk altına almıştır. Herbiri belirlenen bir süreye kadar akıp gidiyor. İşte Rabbiniz Allah bu; mülk ve yönetim O´nundur. Onun berisinden yakardıklarınız ise bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.
|
سَخَّرَ
38:18
سَخَّرْنَا
seḣḣarnā
boyun eğdirmiştik
Fiil
Tef’il Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
إِنَّا سَخَّرْنَا الْجِبَالَ مَعَهُ يُسَبِّحْنَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِشْرَاقِ
İnnâ sahharnel cibâle meahu yusebbıhne bil aşiyyi vel işrâk(işrâkı).
Dağları onunla birlikte buyruk altına almıştık: Akşam sabah birlikte tespih ederlerdi.
|
سَخَّرَ
38:36
فَسَخَّرْنَا
feseḣḣarnā
biz boyun eğdirdik
Fiil
Tef’il Kalıbı
1. şahıs, Çoğul
Geçmiş Zaman
فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاءً حَيْثُ أَصَابَ
Fe sehharnâ lehur rîha tecrî bi emrihî ruhâen haysu esâb(esâbe).
Bunun üzerine, rüzgârı onun emrine verdik; onun emriyle onun istediği yere uysal uysal/tatlı tatlı akıp giderdi.
|
سَخَّرَ
39:5
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
ve buyruğu altına almıştır
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ ۖ يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ ۖ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى ۗ أَلَا هُوَ الْعَزِيزُ الْغَفَّارُ
Halakas semâvâti vel arda bil hakk(hakkı), yukevvirul leyle alen nehâri ve yukevvirun nehâre alel leyli ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), e lâ huvel azîzul gaffâr(gaffâru).
Gökleri ve yeri hak olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üstüne çekip örtüyor; gündüzü de gecenin üstüne sarıp dürüyor. Güneş´i ve Ay´ı bir buyruğa boyun eğdirmiştir. Hepsi, belirlenmiş bir süreye kadar akıp gider. Gözünüzü açın; Aziz´dir O, Gaffar´dır.
|
سَخَّرَ
43:13
سَخَّرَ
seḣḣara
hizmetimize verenin
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
لِتَسْتَوُوا عَلَىٰ ظُهُورِهِ ثُمَّ تَذْكُرُوا نِعْمَةَ رَبِّكُمْ إِذَا اسْتَوَيْتُمْ عَلَيْهِ وَتَقُولُوا سُبْحَانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَٰذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ
Li testevû alâ zuhûrihî summe tezkurû ni’mete rabbikum izesteveytum aleyhi, ve tekûlû subhânellezî sehhare lenâ hâzâ ve mâ kunnâ lehu mukrinîn(mukrinîne).
Ki onların sırtlarına kurulasınız, sonra oraya kurulduğunuzda, Rabbinizin nimetini hatırlayıp da şöyle diyesiniz: "Adı ve kudreti yücedir bunu bizim emrimize verenin! Yoksa biz bunu kendimize yanaştıramazdık."
|
سَخَّرَ
45:12
سَخَّرَ
seḣḣara
boyun eğdirdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
اللَّهُ الَّذِي سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ فِيهِ بِأَمْرِهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Allâhullezî sahhare lekumul bahre li tecriyel fulku fîhi bi emrihî ve li tehtegû min fadlihî ve leallekum teşkurûn(teşkurûne).
Allah size denizi boyun eğdirdi ki, içinde gemiler O´nun emriyle akıp gitsin, lütfundan istekte bulunasınız ve şükredebilesiniz.
|
سَخَّرَ
45:13
وَسَخَّرَ
ve seḣḣara
ve boyun eğdirdi
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا مِنْهُ ۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Ve sahhare lekum mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ardı cemîan minh(minhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yetefekkerûn(yetefekkerûne).
Göklerde ne var, yerde ne varsa tümünü, O´ndan bir lütuf olarak size boyun eğdirmiştir. Bunda, derin derin düşünen bir topluluk için elbette ibretler vardır.
|
سَخَّرَ
69:7
سَخَّرَهَا
seḣḣarahā
onu saldı
Fiil
Tef’il Kalıbı
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
سَخَّرَهَا عَلَيْهِمْ سَبْعَ لَيَالٍ وَثَمَانِيَةَ أَيَّامٍ حُسُومًا فَتَرَى الْقَوْمَ فِيهَا صَرْعَىٰ كَأَنَّهُمْ أَعْجَازُ نَخْلٍ خَاوِيَةٍ
Sehharehâ aleyhim seb’a leyâlin ve semâniyete eyyâmin husûmen fe terel kavme fîhâ sar’â ke ennehum a’câzu nahlin hâviyeh(hâviyetin).
Onu, onların üzerine yedi gece, sekiz gün hiç ara vermeden saldı. Topluluğu orada yerlere serilmiş görürsün. İçleri boşaltılmış hurma kütükleri gibidirler.
|
سَخِرَ
2:212
وَيَسْخَرُونَ
ve yesḣarūne
ve alay ederler
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
زُيِّنَ لِلَّذِينَ كَفَرُوا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا وَيَسْخَرُونَ مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا ۘ وَالَّذِينَ اتَّقَوْا فَوْقَهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ وَاللَّهُ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Zuyyine lillezîne keferûl hayâtud dunyâ ve yesharûne minellezîne âmenû, vellezînettekav fevkahum yevmel kıyâmeh(kıyâmeti), vallâhu yerzuku men yeşâu bi gayrihisâb(hisâbin).
İğreti/sefil hayat küfre sapanlara süslü gösterilmiştir; onlar, iman sahipleriyle alay ederler. Takvaya sarılanlar, kıyamet günü onların tepelerinde olacaktır. Allah, dilediğini hesapsız bir biçimde rızklandırır.
|
سَخِرَ
6:10
سَخِرُوا
seḣirū
alay edenleri
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ
Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe hâka billezîne sehırû minhum mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Yemin olsun ki, senden önceki resullerle de alay edildi; fakat eğlence konusu yaptıkları şey, o maskaralığı sergileyenleri kıskıvrak sarıverdi.
|
سَخِرَ
9:79
فَيَسْخَرُونَ
feyesḣarūne
alay edenler
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
الَّذِينَ يَلْمِزُونَ الْمُطَّوِّعِينَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ فِي الصَّدَقَاتِ وَالَّذِينَ لَا يَجِدُونَ إِلَّا جُهْدَهُمْ فَيَسْخَرُونَ مِنْهُمْ ۙ سَخِرَ اللَّهُ مِنْهُمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Ellezîne yelmizûnel muttavviîne minel mu’minîne fîs sadakâti vellezîne lâ yecidûne illâ cuhdehum fe yesharûne minhum sehirallâhu minhum, ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Sadakalar hususunda içten bir cömertlik göstermiş müminlere laf atanlarla, öz gayretlerinden başkasını bulamayanları alay konusu edenlere gelince, Allah onları maskaraya çevirecektir. Onlar için acıklı bir azap da vardır.
|
سَخِرَ
9:79
سَخِرَ
seḣira
alay etmiştir
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Geçmiş Zaman
الَّذِينَ يَلْمِزُونَ الْمُطَّوِّعِينَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ فِي الصَّدَقَاتِ وَالَّذِينَ لَا يَجِدُونَ إِلَّا جُهْدَهُمْ فَيَسْخَرُونَ مِنْهُمْ ۙ سَخِرَ اللَّهُ مِنْهُمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
Ellezîne yelmizûnel muttavviîne minel mu’minîne fîs sadakâti vellezîne lâ yecidûne illâ cuhdehum fe yesharûne minhum sehirallâhu minhum, ve lehum azâbun elîm(elîmun).
Sadakalar hususunda içten bir cömertlik göstermiş müminlere laf atanlarla, öz gayretlerinden başkasını bulamayanları alay konusu edenlere gelince, Allah onları maskaraya çevirecektir. Onlar için acıklı bir azap da vardır.
|
سَخِرَ
11:38
تَسْخَرُوا
tesḣarū
alay ederseniz
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَأٌ مِنْ قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ ۚ قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ
Ve yasneul fulke ve kullemâ merre aleyhi meleun min kavmihi sehırû minh(minhu), kâle in tesharû minnâ fe innâ nesharu minkum kemâ tesharûn(tesharûne).
Gemiyi yapıyordu. Toplumundan herhangi bir grup yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. Dedi ki Nûh "Bizimle alay ediyorsanız, biz de sizinle alay edeceğiz. Tıpkı sizin eğlendiğiniz gibi."
|
سَخِرَ
11:38
نَسْخَرُ
nesḣaru
alay edeceğiz
Fiil
1. şahıs, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَأٌ مِنْ قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ ۚ قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ
Ve yasneul fulke ve kullemâ merre aleyhi meleun min kavmihi sehırû minh(minhu), kâle in tesharû minnâ fe innâ nesharu minkum kemâ tesharûn(tesharûne).
Gemiyi yapıyordu. Toplumundan herhangi bir grup yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. Dedi ki Nûh "Bizimle alay ediyorsanız, biz de sizinle alay edeceğiz. Tıpkı sizin eğlendiğiniz gibi."
|
سَخِرَ
11:38
تَسْخَرُونَ
tesḣarūne
sizin alay ettiğiniz
Fiil
2. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَأٌ مِنْ قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ ۚ قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ
Ve yasneul fulke ve kullemâ merre aleyhi meleun min kavmihi sehırû minh(minhu), kâle in tesharû minnâ fe innâ nesharu minkum kemâ tesharûn(tesharûne).
Gemiyi yapıyordu. Toplumundan herhangi bir grup yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. Dedi ki Nûh "Bizimle alay ediyorsanız, biz de sizinle alay edeceğiz. Tıpkı sizin eğlendiğiniz gibi."
|
سَخِرَ
11:38
سَخِرُوا
seḣirū
alay ediyorlardı
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَيَصْنَعُ الْفُلْكَ وَكُلَّمَا مَرَّ عَلَيْهِ مَلَأٌ مِنْ قَوْمِهِ سَخِرُوا مِنْهُ ۚ قَالَ إِنْ تَسْخَرُوا مِنَّا فَإِنَّا نَسْخَرُ مِنْكُمْ كَمَا تَسْخَرُونَ
Ve yasneul fulke ve kullemâ merre aleyhi meleun min kavmihi sehırû minh(minhu), kâle in tesharû minnâ fe innâ nesharu minkum kemâ tesharûn(tesharûne).
Gemiyi yapıyordu. Toplumundan herhangi bir grup yanından geçtikçe onunla alay ediyorlardı. Dedi ki Nûh "Bizimle alay ediyorsanız, biz de sizinle alay edeceğiz. Tıpkı sizin eğlendiğiniz gibi."
|
سَخِرَ
21:41
سَخِرُوا
seḣirū
alay eden(leri)
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Geçmiş Zaman
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذِينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُونَ
Ve lekadistuhzie bi rusulin min kablike fe hâka billezîne sehırû minhum mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
Yemin olsun, senden önceki resullerle de alay edilmiştir. Sonunda, onlarla eğlenenleri, alay konusu yaptıkları şey kuşatıverdi.
|
سَخِرَ
37:12
وَيَسْخَرُونَ
veyesḣarūne
onlar ise alay ediyorlar
Fiil
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ
Bel acibte ve yesharûn(yesharûne).
Ama sen şaşırdın, onlarsa alay ediyorlar.
|
سَخِرَ
49:11
يَسْخَرْ
yesḣar
alay etmesin
Fiil
3. şahıs, Eril, Tekil
Şimdiki/Geniş Zaman
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا يَسْخَرْ قَوْمٌ مِنْ قَوْمٍ عَسَىٰ أَنْ يَكُونُوا خَيْرًا مِنْهُمْ وَلَا نِسَاءٌ مِنْ نِسَاءٍ عَسَىٰ أَنْ يَكُنَّ خَيْرًا مِنْهُنَّ ۖ وَلَا تَلْمِزُوا أَنْفُسَكُمْ وَلَا تَنَابَزُوا بِالْأَلْقَابِ ۖ بِئْسَ الِاسْمُ الْفُسُوقُ بَعْدَ الْإِيمَانِ ۚ وَمَنْ لَمْ يَتُبْ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ
Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ yeshar kavmun min kavmin asâ en yekûnû hayren minhum ve lâ nisâun min nisâin asâ en yekunne hayren minhunn(minhunne), ve lâ telmizû enfusekum ve lâ tenâbezû bil elkâb(elkâbi), bi’sel ismul fusûku ba’del îmân(îmâni), ve men lem yetub, fe ulâike humuz zâlimûn(zâlimûne).
Ey inananlar! Bir topluluk başka bir toplulukla alay etmesin! Olabilir ki, alay ettikleri topluluk kendilerinden hayırlıdır. Kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Alay ettikleri, kendilerinden hayırlı olabilir. Öz benliklerinizi ayıplamayın/kendi nefislerinizde ayıplar aramayın; birbinize lakaplar yakıştırmayın. İmandan sonra sapıklıkla adlanmak ne kötü şeydir! Kim ki tövbe etmez, işte böyleleri zalimlerdir.
|
سُخْرِيّ
43:32
سُخْرِيًّا
suḣriyyen
hizmetçi, çalışan
İsim
Eril
Mansûb İsim
Belirsiz
أَهُمْ يَقْسِمُونَ رَحْمَتَ رَبِّكَ ۚ نَحْنُ قَسَمْنَا بَيْنَهُمْ مَعِيشَتَهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۚ وَرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا سُخْرِيًّا ۗ وَرَحْمَتُ رَبِّكَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ
E hum yaksimûne rahmete rabbik(rabbike), nahnu kasemnâ beynehum maîşetehum fîl hayâtid dunyâve refa’nâ ba’dahum fevka ba’dın derecâtin li yettehıze ba’duhum ba’dan suhriyyâ(suhriyyen), ve rahmetu rabbike hayrun mimmâ yecmaûn(yecmaûne).
Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Ve onların kimini kimine derecelerle üstün kıldık ki, bazısı bazısını tutup çalıştırsın. Rabbinin rahmeti, onların derleyip topladıklarından daha hayırlıdır.
|
سِخْرِيّ
23:110
سِخْرِيًّا
siḣriyyen
alaya
İsim
Eril, Tekil
Mansûb İsim
Belirsiz
فَاتَّخَذْتُمُوهُمْ سِخْرِيًّا حَتَّىٰ أَنْسَوْكُمْ ذِكْرِي وَكُنْتُمْ مِنْهُمْ تَضْحَكُونَ
Fettehaztumûhum sıhriyyen hattâ ensevkum zikrî ve kuntum minhum tadhakûn(tadhakûne).
Siz onları alaya aldınız. Öyle ki, zikrimi/Kur´anımı size unutturdular. Siz onlara hep gülüyordunuz.
|
سِخْرِيّ
38:63
سِخْرِيًّا
siḣriyyen
alay konusu
İsim
Eril, Tekil
Mansûb İsim
Belirsiz
أَتَّخَذْنَاهُمْ سِخْرِيًّا أَمْ زَاغَتْ عَنْهُمُ الْأَبْصَارُ
Ettehaznâhum sıhriyyen em zâgat anhumul ebsâr(ebsâru).
"Onları alaya alırdık; yoksa gözler onlardan kaydı mı?"
|
سَّٰخِرِين
39:56
السَّاخِرِينَ
s-sāḣirīne
alay edenlerden
İsim
Etken
Eril, Çoğul
Mecrûr İsim
أَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتَا عَلَىٰ مَا فَرَّطْتُ فِي جَنْبِ اللَّهِ وَإِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِرِينَ
En tekûle nefsun yâ hasretâ alâ mâ ferrattu fî cenbillâhi ve in kuntu le mines sâhirîn(sâhirîne).
Benlik şöyle diyecektir o zaman: "Allah´a karşı aşırı gitmem yüzünden başıma gelenlere bak! Alay edip duranlardan biriydim doğrusu!..."
|
مُسَخَّر
2:164
الْمُسَخَّرِ
l-museḣḣari
emre hazır bekleyen
Sıfat
Tef’il Kalıbı
Edilgen
Eril
Mecrûr İsim
إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنْزَلَ اللَّهُ مِنَ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَأَحْيَا بِهِ الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri vel fulkilletî tecrî fîl bahri bimâ yenfeun nâse ve mâ enzelallâhu mines semâi min mâin fe ahyâ bihil arda ba’de mevtihâ ve besse fîhâ min kulli dâbbe(dâbbetin), ve tasrîfir riyâhı ves sehâbil musahhari beynes semâi vel ardı le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Şu bir gerçek ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için denizde yüzüp giden gemilerde, Allah´ın gökten suyu indirip onunla, ölümünden sonra toprağı dirilterek üzerine tüm canlılardan yaymasında, rüzgarların bir düzen içinde yönden yöne çevrilmesinde, gök ve yer arasında bir hizmete memur edilen bulutlarda, aklını işleten bir topluluk için sayısız izler-işaretler-ibretler vardır.
|
مُسَخَّرَٰت
7:54
مُسَخَّرَاتٍ
museḣḣarātin
boyun eğmiş vaziyette
İsim
Tef’il Kalıbı
Edilgen
Dişil, Çoğul
Mansûb İsim
Belirsiz
إِنَّ رَبَّكُمُ اللَّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ ۗ أَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْأَمْرُ ۗ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
İnne rabbekumullâhullezî halakas semâvâti vel arda fî sitteti eyyâmin summestevâ alel arşı, yugşîl leylen nehâre yatlubuhu hasîsen veş şemse vel kamere ven nucûme musahharâtin bi emrih(emrihi), e lâ lehul halku vel emr(emru), tebârekallâhu rabbulâlemîn(âlemîne).
Rabbiniz o Allah´tır ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmış, sonra da arş üzerinde egemenlik kurmuştur. Geceyi gündüze bürüyüp örter. O bunu, bu da onu aralıksız ve titiz bir biçimde kovalar durur. Güneş, Ay, yıldızlar O´nun emrine boyun eğmiş. Gözünüzü açın; yaratış da O´nundur, emir veriş de/yaratış da O´nun içindir, emir veriş de. Alemlerin Rabbi olan Allah çok yücedir.
|
مُسَخَّرَٰت
16:12
مُسَخَّرَاتٌ
museḣḣarātun
boyun eğdirilmiştir
İsim
Tef’il Kalıbı
Edilgen
Dişil, Çoğul
Merfû` İsim
Belirsiz
وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ وَالنُّجُومُ مُسَخَّرَاتٌ بِأَمْرِهِ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Ve sehhara lekumul leyle ven nehâre veş şemse vel kamer(kamere), ven nucûmu musahharâtun bi emrih(emrihî), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin ya’kılûn(ya’kılûne).
Geceyi, gündüzü, Güneş´i ve Ay´ı sizin emrinize vermiştir. Yıldızlar da O´nun emriyle bir hizmete boyun eğmiştir. Bütün bunlarda, aklını çalıştıran bir topluluk için elbette ibretler vardır.
|
مُسَخَّرَٰت
16:79
مُسَخَّرَاتٍ
museḣḣarātin
O’nun emrine boyun eğdirilmiş
İsim
Tef’il Kalıbı
Edilgen
Dişil, Çoğul
Mecrûr İsim
Belirsiz
أَلَمْ يَرَوْا إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاءِ مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلَّا اللَّهُ ۗ إِنَّ فِي ذَٰلِكَ لَآيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
E lem yerev ilet tayri musahharâtin fî cevvis semâ(semâi), mâ yumsikuhunne illallâh(illallâhu), inne fî zâlike le âyâtin li kavmin yu’minûn(yu’minûne).
Gök boşluğunda, bir emre boyun eğdirilmiş olan kuşlara bakmadılar mı? Onları Allah´tan başkası tutmuyor. Bunda, inanan bir topluluk için elbette ki izler, işaretler vardır.
|
يَسْتَسْخِرُ
37:14
يَسْتَسْخِرُونَ
yestesḣirūne
alay ederler
Fiil
İstif’al Kalıbı
3. şahıs, Eril, Çoğul
Şimdiki/Geniş Zaman
وَإِذَا رَأَوْا آيَةً يَسْتَسْخِرُونَ
Ve izâ raev âyeten yesteshırûn(yesteshırûne).
Bir ayetle yüzyüze geldiklerinde, dudak büküp eğleniyorlar.
|