KUR'AN HARİTASI

 ANASAYFA  KUR'AN  KÖKLER  ETİMOLOJİ  İLETİŞİM 


KÖK KELİMELER DİZİNİ

    

Ye-Kaf-Nun      ي ق ن 

certainty, surely, of a certainty, to be sure/certain/obvious, to ascertain, one who is certain.

Kur'an'da bu kökten türetilmiş kelimeler toplamda 28 kez geçiyor.

Gövde(ler)

1 kez مُسْتَيْقِنِين
5 kez مُّوقِنِين
8 kez يَقِين
12 kez يُوقِنُ
2 kez ٱسْتَيْقَنَتْ

işaretine tıklayarak ilgili ayetin alternatif meallerine ve içerdiği diğer kelimelerin köklerine gidebilirsiniz.


مُسْتَيْقِنِين
[HyperLink1] 45:32     بِمُسْتَيْقِنِينَ     bimusteyḳinīne     inananlardan
 
İsim  İstif’al Kalıbı  Etken     Eril, Çoğul    Mecrûr İsim    
    

وَإِذَا قِيلَ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَالسَّاعَةُ لَا رَيْبَ فِيهَا قُلْتُمْ مَا نَدْرِي مَا السَّاعَةُ إِنْ نَظُنُّ إِلَّا ظَنًّا وَمَا نَحْنُ بِمُسْتَيْقِنِينَ

Ve izâ kîle inne va’dallâhi hakkun ves sâatu lâ reybe fîhâ kultum mâ nedrî mes sâatu in nezunnu illâ zannen ve mâ nahnu bi musteykınîn(musteykınîne).

Hani, size, "Hiç kuşkusuz, Allah´ın vaadi haktır, kıyamet saatinde de şüphe yoktur" dendiğinde, siz şöyle demiştiniz: "Saat nedir, bilmiyoruz. Sadece birşeyler var sanıyoruz; kesin bir bilgimiz olmadığı için inanmıyoruz."
 


مُّوقِنِين
[HyperLink1] 6:75     الْمُوقِنِينَ     l-mūḳinīne     inananlar-
 
İsim  İf’al Kalıbı  Etken     Eril, Çoğul    Mecrûr İsim    
    

وَكَذَٰلِكَ نُرِي إِبْرَاهِيمَ مَلَكُوتَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلِيَكُونَ مِنَ الْمُوقِنِينَ

Ve kezâlike nurî ibrâhîme melekûtes semâvâti vel ardı ve li yekûne minel mûkınîn(mûkınîne).

Böylece biz İbrahim´e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk ki, gerçeği görüp bilerek inananlardan olsun.
 


مُّوقِنِين
[HyperLink1] 26:24     مُوقِنِينَ     mūḳinīne     gerçekten inanan kimseler
 
İsim  İf’al Kalıbı  Etken     Eril, Çoğul    Mansûb İsim    
    

قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ

Kâle rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkınîn(mûkınîne).

Dedi: "Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin Rabbi. Eğer iyice anlayıp inanıyorsanız."
 


مُّوقِنِين
[HyperLink1] 32:12     مُوقِنُونَ     mūḳinūne     kesin olarak inandık
 
İsim  İf’al Kalıbı  Etken     Eril, Çoğul    Merfû` İsim    
    

وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الْمُجْرِمُونَ نَاكِسُو رُءُوسِهِمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ رَبَّنَا أَبْصَرْنَا وَسَمِعْنَا فَارْجِعْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا إِنَّا مُوقِنُونَ

Ve lev terâ izil mucrimûne nâkısû ruûsihim inde rabbihim, rabbenâ ebsarnâ ve semi’nâ ferci’nâ na’mel sâlihan innâ mûkinûn(mûkinûne).

Günahkârları, Rablerinin huzurunda başlarını eğmiş olarak şöyle derken bir görsen: "Rabbimiz; gördük, duyduk, geri gönder bizi ki hakka ve barışa yönelik iyi iş yapalım. Artık kesin olarak inanıyoruz."
 


مُّوقِنِين
[HyperLink1] 44:7     مُوقِنِينَ     mūḳinīne     kesin olarak inanıyor
 
İsim  İf’al Kalıbı  Etken     Eril, Çoğul    Mansûb İsim    
    

رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا ۖ إِنْ كُنْتُمْ مُوقِنِينَ

Rabbis semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkinîn(mûkinîne).

Göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin Rabbidir O, eğer görürcesine biliyor iseniz.
 


مُّوقِنِين
[HyperLink1] 51:20     لِلْمُوقِنِينَ     lilmūḳinīne     kesin inanacaklar için
 
İsim  İf’al Kalıbı  Etken     Eril, Çoğul    Mecrûr İsim    
    

وَفِي الْأَرْضِ آيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ

Ve fîl ardı âyâtun lil mûkınîne.

Yeryüzünde ayetler vardır görürcesine bilenler için.
 


يَقِين
[HyperLink1] 27:22     يَقِينٍ     yeḳīnin     gerçek
 
Sıfat         Eril, Tekil    Mecrûr İsim  Belirsiz  
    

فَمَكَثَ غَيْرَ بَعِيدٍ فَقَالَ أَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِهِ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَإٍ بِنَبَإٍ يَقِينٍ

Fe mekese gayre baîdin fe kâle ehattu bi mâ lem tuhıt bihî ve ci’tuke min sebein bi nebein yakîn(yakînin).

Az sonra Hüdhüd gelip şöyle dedi: "Senin fark edemeyeceğin bir şeyi fark ettim ve sana Sabâ´dan parlak bir haber getirdim."
 


يَقِين
[HyperLink1] 56:95     الْيَقِينِ     l-yeḳīni     kesin
 
Sıfat         Eril, Tekil    Mecrûr İsim    
    

إِنَّ هَٰذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ

İnne hâzâ le huve hakkul yakîn(yakîni).

İşte budur, o tartışmasız, o kesin gerçek!
 


يَقِين
[HyperLink1] 4:157     يَقِينًا     yeḳīnen     yakinen
 
İsim         Eril, Tekil    Mansûb İsim  Belirsiz  
    

وَقَوْلِهِمْ إِنَّا قَتَلْنَا الْمَسِيحَ عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللَّهِ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلَٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْ ۚ وَإِنَّ الَّذِينَ اخْتَلَفُوا فِيهِ لَفِي شَكٍّ مِنْهُ ۚ مَا لَهُمْ بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّ ۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَقِينًا

Ve kavlihim innâ katelnal mesîha îsabne meryeme resûlallâh(resûlallâhi), ve mâ katelûhu ve mâ salebûhu ve lâkin şubbihe lehum, ve innellezinahtelefû fîhi le fî şekkin minh(minhu), mâ lehum bihî min ilmin illettibâaz zann(zanni), ve mâ katelûhu yakînâ(yakînen).

"Biz, Allah´ın resulü Meryem oğlu İsa Mesih´i öldürdük" demeleri yüzünden. Oysaki onu öldürmediler, onu asmadılar da; sadece o onlara benzer gösterildi. Onun hakkında tartışmaya girenler, onunla ilgili olarak tam bir kuşku içindedirler. Onların, ona ilişkin bir bilgileri yoktur; sadece sanıya uymaktalar. Onu kesinlikle öldürmediler.
 


يَقِين
[HyperLink1] 15:99     الْيَقِينُ     l-yeḳīnu     yakîn
 
İsim         Eril, Tekil    Merfû` İsim    
    

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّىٰ يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ

Va’bud rabbeke hattâ ye’tiyekel yakîn(yakînu).

Sana şaşmaz ve kesin bilgi gelinceye kadar Rabbine ibadet et!
 


يَقِين
[HyperLink1] 69:51     الْيَقِينِ     l-yeḳīni     kesin
 
İsim         Eril, Tekil    Mecrûr İsim    
    

وَإِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقِينِ

Ve innehu le hakk´ul yakîn(yakîni).

Ve o, kesin bilginin tam gerçeğidir.
 


يَقِين
[HyperLink1] 74:47     الْيَقِينُ     l-yeḳīnu     ölüm
 
İsim         Eril, Tekil    Merfû` İsim    
    

حَتَّىٰ أَتَانَا الْيَقِينُ

Hattâ etânel yakîn(yakinu).

"Nihayet, tartışılmaz ve karşı çıkılmaz bilgi önümüze dikildi."
 


يَقِين
[HyperLink1] 102:5     الْيَقِينِ     l-yeḳīni     kesin
 
İsim         Eril, Tekil    Mecrûr İsim    
    

كَلَّا لَوْ تَعْلَمُونَ عِلْمَ الْيَقِينِ

Kellâ lev ta’lemûne ilmel yakîn(yakîni).

İş, sizin bildiğiniz gibi değil! Ne olurdu, şaşmaz ve aldatmaz bir bilgiyle bilseydiniz!
 


يَقِين
[HyperLink1] 102:7     الْيَقِينِ     l-yeḳīni     kesin olarak
 
İsim         Eril, Tekil    Mecrûr İsim    
    

ثُمَّ لَتَرَوُنَّهَا عَيْنَ الْيَقِينِ

Summe le terevunnehâ aynel yakîn(yakîni).

Yine yemin olsun, onu gözünüzle apaçık göreceksiniz!
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 2:4     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     kesinlikle inanırlar
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

Vellezîne yu’minûne bi mâ unzile ileyke ve mâ unzile min kablik(kablike) ve bil âhireti hum yûkınûn(yûkınûne).

Hem sana vahyedilene hem de senden önce vahyedilene inananlardır onlar. Âhıreti gereğince kavrayıp anlayanlar da onlardır.
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 2:118     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     bilmek isteyen
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَقَالَ الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللَّهُ أَوْ تَأْتِينَا آيَةٌ ۗ كَذَٰلِكَ قَالَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْ ۘ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْ ۗ قَدْ بَيَّنَّا الْآيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

Ve kâlellezîne lâ ya’lemûne lev lâ yukellimunâllâhu ev te’tînâ âyeh(âyetun), kezâlike kâlellezîne min kablihim misle kavlihim, teşâbehet kulûbuhum, kad beyyennal âyâti li kavmin yûkınûn(yûkınûne).

Bilgiden yoksun olanlar dedi ki: "Allah bizimle konuşsaydı yahut bize bir mucize gelseydi ya!..." Onlardan öncekiler de aynen onların dediği gibi demişti. Kalpleri birbirine benzemiştir. Biz ayetleri, gerçeği apaçık bilmek isteyenler için iyiden iyiye açıklamışızdır.
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 5:50     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     iyi bilen
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ ۚ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

E fe hukmel câhiliyyeti yebgûn(yebgûne) ve men ahsenu minallâhi hukmen li kavmin yûkınûn(yûkınûne).

Yoksa cahiliye devrinin hükmünü mü arıyorlar? Gerçeği görebilen bir toplum için, Allah´tan daha güzel hüküm veren kim vardır?
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 13:2     تُوقِنُونَ     tūḳinūne     kesin olarak inanırsınız
 
Fiil  İf’al Kalıbı       2. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ۖ ثُمَّ اسْتَوَىٰ عَلَى الْعَرْشِ ۖ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ ۖ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى ۚ يُدَبِّرُ الْأَمْرَ يُفَصِّلُ الْآيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ

Allâhullezî refeas semavâti bi gayri amedin terevnehâ summestevâ alel arşı ve sehhareş şemse vel kamer(kamere), kullun yecrî li ecelin musemmâ(musemmen), yudebbirul emre yufassılul âyâti leallekum bi likâi rabbikum tûkınûn(tûkınûne)."

Allah odur ki, gökleri direksiz yükseltmiştir; görüyorsunuz onları... Sonra arş üzerine egemen olmuştur. Güneş´i ve Ay´ı da boyun eğdirmiştir. Bunların tümü belirlenmiş bir vakte kadar akar dururlar. Oluşu yönlendirir, çekip çevirir O... Ayetleri birer birer gözler önüne serer ki, Rabbinize kavuşacağınıza açık seçik inanasınız.
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 27:3     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     kesin olarak inanırlar
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhıreti hum yûkınûn(yûkınûne).

O müminler ki, namazı kılar, zekâtı verirler. Ve âhirete tam bir biçimde inananlar da onlardır.
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 27:82     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     inanmıyor(lar)
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَإِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ أَخْرَجْنَا لَهُمْ دَابَّةً مِنَ الْأَرْضِ تُكَلِّمُهُمْ أَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِآيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ

Ve izâ vakaal kavlu aleyhim ahracnâ lehum dâbbeten minel ardı tukellimuhum ennen nâse kânû bi âyâtinâ lâ yûkınûn(yûkınûne).

O söz tepelerine indiğinde, yeryüzünden onlar için bir dâbbe/debelenir gibi yürüyen bir canlı çıkarırız da o onlara, insanların bizim ayetlerimize gereğince inanmadıklarını söyler.
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 30:60     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     inanmayan(lar)
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ ۖ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذِينَ لَا يُوقِنُونَ

Fâsbir inne va’dallâhi hakkun ve lâ yestahıffennekellezîne lâ yûkınûn(yûkınûne).

O halde, sabret! Kuşkun olmasın ki, Allah´ın vaadi haktır. İmanı kemale ermemişler seni hafifliğe sevk etmesinler/seni küçümseyemeyeceklerdir.
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 31:4     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     kesin olarak inanırlar
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ بِالْآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ

Ellezîne yukîmûnes salâte ve yu’tûnez zekâte ve hum bil âhıreti hum yûkinûn(yûkinûne).

Ki onlar namazı kılarlar, zekâtı verirler. Ve onlar âhirete de gözle görmüşçesine inanırlar.
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 32:24     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     kesinlikle inanıyor
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُوا ۖ وَكَانُوا بِآيَاتِنَا يُوقِنُونَ

Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).

Sabrettikleri zaman içlerinden, bizim emrimizle doğru yola ileten önderler çıkarmıştık. Onlar bizim ayetlerimize gereğince inanıyorlardı.
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 45:4     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     kesin olarak inanan
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَفِي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَابَّةٍ آيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

Ve fî halkıkum ve mâ yebussu min dâbbetin âyâtun li kavmin yûkınûn(yûkınûne).

Ve sizin yaratılışınızda, her yana yaydığı canlılarda, kesinliği yakalayan bir topluluk için ibretler, işaretler vardır.
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 45:20     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     kesin olarak inanan
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

هَٰذَا بَصَائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

Hâzâ basâiru lin nâsi ve huden ve rahmetun li kavmin yûkınûn(yûkınûne).

Bu Kur´an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o.
 


يُوقِنُ
[HyperLink1] 52:36     يُوقِنُونَ     yūḳinūne     onlar düşünüp inanmazlar
 
Fiil  İf’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Çoğul  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

أَمْ خَلَقُوا السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ ۚ بَلْ لَا يُوقِنُونَ

Em halakûs semâvâti vel ard(arda), bel lâ yûkınûn(yûkınûne).

Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Hayır, onlar gerekli bilgiye ulaşamıyorlar!
 


ٱسْتَيْقَنَتْ
[HyperLink1] 27:14     وَاسْتَيْقَنَتْهَا     vesteyḳanethā     kanaat getirdiği halde
 
Fiil  İstif’al Kalıbı       3. şahıs, Dişil, Tekil  Geçmiş Zaman      
    

وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَا أَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّا ۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدِينَ

Ve cehadû bihâ vesteykanethâ enfusuhum zulmen ve uluvvâ(uluvven), fenzur keyfe kâne âkıbetul mufsidîn(mufsidîne).

Zulüm ve böbürlenmeyle, ona karşı çıktılar. Oysaki öz benlikleri, onun gerçekliğine kanaat getirmişti. Bak da gör, nasıl olmuştur o bozguncuların sonu!
 


ٱسْتَيْقَنَتْ
[HyperLink1] 74:31     لِيَسْتَيْقِنَ     liyesteyḳine     iyice inansın diye
 
Fiil  İstif’al Kalıbı       3. şahıs, Eril, Tekil  Şimdiki/Geniş Zaman      
    

وَمَا جَعَلْنَا أَصْحَابَ النَّارِ إِلَّا مَلَائِكَةً ۙ وَمَا جَعَلْنَا عِدَّتَهُمْ إِلَّا فِتْنَةً لِلَّذِينَ كَفَرُوا لِيَسْتَيْقِنَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَانًا ۙ وَلَا يَرْتَابَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ وَالْمُؤْمِنُونَ ۙ وَلِيَقُولَ الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْكَافِرُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَٰذَا مَثَلًا ۚ كَذَٰلِكَ يُضِلُّ اللَّهُ مَنْ يَشَاءُ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ ۚ وَمَا يَعْلَمُ جُنُودَ رَبِّكَ إِلَّا هُوَ ۚ وَمَا هِيَ إِلَّا ذِكْرَىٰ لِلْبَشَرِ

Ve mâ cealnâ ashâben nâri illâ melâiketen ve mâ cealnâ ıddetehum illâ fitneten lillezîne keferû li yesteykınellezîne ûtûl kitâbe ve yezdâdellezîne âmenû îmânen ve lâ yertâbellezîne ûtûl kitâbe vel mu’minûne, ve li yekûlellezîne fî kulûbihim maradun vel kâfirûne mâzâ erâdallâhu bi hâzâ meselâ(meselen), kezâlike yudıllullâhu men yeşâu ve yehdî men yeşâ(yeşâu), ve mâ ya’lemu cunûde rabbike illâ hû(huve), ve mâ hiye illâ zikrâ lil beşer(beşeri).

Biz, cehennem yârânını hep melekler yaptık. Ve biz, onların sayılarını da küfre sapanlar için bir imtihandan başka şey yapmadık. Ta ki, kendilerine kitap verilenler iyice ve apaçık bilsinler. İman etmiş olanların imanı artsın. Kendilerine kitap verilmiş olanlarla iman sahipleri kuşkuya düşmesin. Kalplerinde hastalık olanlarla küfre sapmış bulunanlar da; "Allah bununla neyi örneklendirmek istiyor?" desinler. İşte böyle. Allah, dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar. Rabbinin ordularını ancak O bilir. Bu, insan için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir.